Bitmeyen duygusallık: Yeni doğacak olanın sancısı
“Toplumların gelişiminde duyguların dönüşümü son derece önemlidir. Ve bu dönüşüm bir ihtiyaç doğrultusunda açığa çıkar. 100 yıllık Cumhuriyet’in ardından şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bu toprakların acıları dinmedi, bu toplumun aşağılık duygusu giderilmedi.”
Yunus Emre Göçenoğlu
Duygu denildiğinde hepimizin aklına gündelik hayat pratikleri, toplumsal ilişkilerimizdeki edimlerimiz veya biyolojik bir ifade gelir. Ancak duygular yalnızca tekil bireyle, ona içkin bilinçle veya “rastgele” meydana gelen gündelik yaşam ifadeleriyle sınırlı değildir. Duygular zaman içerisinde değişen, sosyal ihtiyaçlara göre dönüşen, yani maddi zeminin özgül bağlamında şekillenen; psikolojinin yanında sosyoloji, antropoloji ve siyaset bilimi ile doğrudan ilişkili bir kavramdır. Dolayısıyla insanın var oluşundan bu yana duyguların tarihi, sosyolojisi ve siyaseti söz konusudur.
Cumhuriyet’in 100.yılının kapısını çalmışken Türkiye toplumunun duygular tarihini, yani aslında onun sosyolojisini, geçmiş ile hesaplaşmak yarını ise kurmak açısından ele almak son derece önem arz etmektedir. Bu çalışmayı duygular tarihi penceresinden yapmak tesadüf değildir. Çünkü toplumların ve siyasetin domine edici gücü, kitleleri harekete geçiren veya bunalıma sokup bir girdabın içerisine sürükleyen, düşün dünyasını, uygarlığı ve/veya kültürü, inşa eden ve gündelik yaşamın temel belirleyicisi olan duygudur. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e uzanan ve değişime uğrayan gündelik yaşam pratiğinin, siyasal atmosferin ve kültürün temelinde duygusal kodların dönüşümü yatmaktadır. Günümüzde anlam veremediğimiz olgu, olay veya durumları tarihin tozlu sayfalarını karıştırınca gündelik yaşam pratiklerinin veya alışkanlıklarının bilgisi, yine aynı olgu, olay veya durumları rahatlıkla açıklamamızda yardımcı olur. Çünkü bu pratiklerin veya alışkanlıkların içinde duygular vardır. Bir topluluğun neden şöyle değil de böyle yaptığına dair sorularımızı, o topluluğun duygusal habitusu cevaplatabilir. Nihayetinde duygusal olan da gündelik alışkanlıklar da politiktir. Hemen akıllara “özel olan politiktir” sözü gelebilir, ben de “gündelik olan politiktir” diyerek revize edeyim.
Hikmet Çağrı Yardımcı, Cumhuriyet ve Hissiyat adlı çalışmasını Falih Rıfkı Atay’da Modernlik, Ulus ve Duygular çerçevesinden ele almış; çok uluslu, “kibirli” Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde aşağılık duygusuna bürünmesini ve bu aşağılık duygusunda bulunan toplumdan “şerefli” Cumhuriyet toplumuna geçiş sürecini Atay’ın eserleri üzerinden incelemiştir. Bilindiği üzere Osmanlı’nın Batılılaşma tartışmaları 18.yüzyıla dayanmaktadır. Dolayısıyla duygusal kodlar 18.yüzyıldan itibaren değişmeye ve şekillenmeye başlamıştır. Batılılaşma tartışmaları iktisat, siyaset, kültür-uygarlık ikiliği ve tüm bunların açığa çıkardığı gündelik yaşam alışkanlıklarını da beraberinde tartıştırmıştır. Bu dönemden itibaren Osmanlı’da çeşitli cereyanlar ortaya çıkmış, yer yer bu cereyanlar değişikliğe uğramış ve hepsi de nihayetinde “Osmanlı nasıl kurtulur” sorusuna cevap aramıştır. Falih Rıfkı Atay bu soruya toplumun duyguları çerçevesinden yaklaşmış, aşağılık duygusundaki toplumun şerefli bir topluma nasıl yükseleceği üzerine düşünmüş ve çözüm olarak yegâne yolu Osmanlı’nın Batılılaşması ile kültür-medeniyet ikiliğine sıkışan tartışmaya son vererek medenileşmesinde görmüştür. Osmanlı’nın gerek coğrafi gerek siyasi ve iktisadi gerekse ahlaki konumlarından kaynaklı Batı’ya karşı kibri ve bu kibrin Batılılaşma önündeki engeli, zamanla konumların sarsılması ile çarpışmış ve ortaya aşağılık duygusu çıkmıştır. Atay, “Türkleşememenin” nedenini Tanzimat’ta görmüş ve aşağılık duygusunun başlangıcının Tanzimat ile ortaya çıktığını ve daha sonra Türk milliyetçiliğinin de bu aşağılık duygusundan doğduğunu dile getirmiştir. Nihayetinde Cumhuriyetin kuruluşu aşağılık duygusundan kurtarılmaya çalışılan bir toplumun hikayesini gözler önüne serer. Şerefin, dürüstlüğün, “adamlığın”, ahlakın yani olumlu, samimi, mutluluk verici duyguların üzerine inşa edilmek istenen Cumhuriyet, olumsuz ve acı vereni, aşağılığı, yalanı ve riyakarlığı unutturmak istemiştir. Atay’ın fikirlerince meydana gelen Cumhuriyet’in bu kuruluş kodları basit Garp-Şark ikiliğinden ortaya çıkmıştır. Atay’a göre dürüstlük, şereflilik, ahlak Garbın duygusal kodlarını oluşturuyor iken, yalan ve riyakarlık ise Şarkın duygusal kodlarını oluşturur. Bu nedenle Cumhuriyet’in istikameti doğrudan Garp olmalıdır der. Fakat Cumhuriyet ve onu inşa eden Kemalizm “mükemmele” giden yolunda yer yer duraksama yaşamış, “mutlu ve şerefli bir devlet-toplum inşası her yeni karşılaşmada kendini zihinlere “acı hatıraları” ileten tereddütle devam ettirmiştir.” İşte yeni doğacak olanın sancısı bu tereddütlerdir. Çünkü tereddüt içerisinde paranoyayı barındırır. Paranoya acılardan sonra gelir. Cumhuriyet acılardan doğmuştur. Falih Rıfkı Atay’ın “Hanedanlarını yıkan ihtilaller, milletlerin dayanılmaz ıstırabından doğar” sözüyle buna işaret ettiği söylenebilir.
Her ulus-devletin bir hikayesi olmak zorundadır, toplumu bir arada tutan duygu rejimi inşa etmek durumundadır. Ve bu toprakların Cumhuriyet’i sevinçten değil, acıdan meydana gelmiştir. Zaten Ernest Renan’ın da dediği gibi: “paylaşılan acı sevinçten daha çok birleştirir.” Aşağılık duygusu Cumhuriyet’in ortaya çıkışında büyük bir etkendir. Bu duygu psikolojik veya biyolojik bir reaksiyonla değerlendirildiğinde içerisinde utanç duygusu barındırdığından benliğin kusurlu olduğu düşüncesini uyandırabilir. Ancak “aşağılık duygusu; toplumun kendini güçsüz hisseden bireylerini önemli derecede kapsayan bir duygu ve bir yandan da bu güçsüzlük halini yeni öz-değerlendirmelere ulaştıracak bir fırsattır.” Cumhuriyet işte bu öz-değerlendirme sonucunda meydana gelmiştir. Toplumların gelişiminde duyguların dönüşümü son derece önemlidir. Ve bu dönüşüm bir ihtiyaç doğrultusunda açığa çıkar. 100 yıllık Cumhuriyet’in ardından şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bu toprakların acıları dinmedi, bu toplumun aşağılık duygusu giderilmedi. Şimdi önümüzde iki seçenek var: Özlemek ya da gerçekleştirmek. Şunu iyi biliyoruz ki özlemek gerçekleştirmekten daha kolaydır. Fakat gerçekleştirmekten başka çaremiz yok. Dolayısıyla bizim yeni bir hikayeye, yeni bir duygusal dönüşüme ihtiyacımız var. Ve son olarak, tedirginliğe hacet yok. Çünkü yaklaşık 200 yıl önce Felsefenin Sefaleti’nde Marx “tarih kötü taraftan ilerler” demişti.
Künye: Cumhuriyet ve Hissiyat: Falih Rıfkı Atay'da Modernlik, Ulus ve Duygular, Hikmet Çağrı Yardımcı, İletişim Yayınları, 2022, 262 sayfa.