Bir yüzü mafyaysa, bir yüzü tarikattır

Bir yüzü mafyaysa, bir yüzü tarikattır

Sözün özü; devletin bir gözü mafya olarak bakıyorsa, diğer gözü tarikat olarak bakıyor…

Tugay Candan - @TugayCandann

Mail: [email protected]

Türkiye, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in 6 yaşındaki kızını bir tarikat üyesiyle ‘evlendirmesi’ ve ardından çocuğa yönelik sistematik istismarın ortaya çıkmasıyla son birkaç gündür bir kez daha ‘çocuk istismarı’ ve ‘tarikat’ gerçeğiyle yüzleşti.

Ortaya çıkanlar iğrenç, mide bulandırıcı, vahşet ya da her türlü habis kelimelerle tanımlanabilir. Konuyla ilgili ortaya çıkan haberleri okudukça insanın tüylerinin diken diken olmaması mümkün değil.

Tarikatların bu tür konularla gündeme gelmesi de aslında ilk defa olmuyor. Sakarya’da Uşşaki tarikatı lideri Eyyüp Fatih Şağban’ın, bir müridinin 12 yaşındaki çocuğunu istismara maruz bıraktığı hala akıllarda.

Yine Hiranur Vakfı’ndaki vahşetle ilgili insanların ilk tepki gösterdikleri husus insanı bir refleks ve haklılıkla çocuk istismarı oldu. Laiklik hassasiyetiyle “tarikatların kapatılması” talebi de oldukça dillendirildi.

MAFYALAŞMIŞ DEVLET

Ancak… Tüm bunların yanında dikkat çekilmesi gereken başka bir nokta daha var. 

Çeteler ve mafya gerçeği son 45 senedir bazen yakıcı, bazen daha düşük yoğunlukta hep ülke gündeminde yer aldı. Bu konuda en öne çıkan isimler Alaattin Çakıcı, Sedat Peker, Kürşat Yılmaz gibi isimler birçok defa yargılandı ve cezaevinde yattı. “Temiz toplum” diye bir kavram 90’larda ortaya çıktı ve hala dillendirilmekte.

Fakat yukarıda ismi geçenlerin, aldıkları cezalara rağmen devlet bağlantılarına ilişkin bir hukuki girişim olmadı. Oysa çok defa devlet yetkilileri ve önemli simalarla yan yana gelmişler, birlikte anılmışlardı.

Sedat Peker’in aslında bilinen ama bu meselelerin içinden biri olarak itiraf ettikleri, çok çarpıcı bir gerçeği yüzümüze vurdu. Mafyayı çeşitli durumlarda kullandığı artık bilinen devlet, aslında mafyayla bütünleşmiş ve iç içe geçmişti. Bir nevi devlet, mafyanın kendisi olmuştu. 

Yine Sedat Peker’in AKP’ye yaslandığı dönemlerde savurduğu tehditler, Alaattin Çakıcı’nın eski devlet görevlileriyle marina pozu ve iktidara verdiği destek, Kürşat Yılmaz’ın zincir marketlere yönelik tehditleri bunlara işaret sayılabilir.

DEVLETLEŞMİŞ TARİKAT

İşte tarikatlar için de bugün aynı şeylerden söz etmek mümkün.

Gülen Cemaati’yle adı konulmuş olan “tarikatların devletleşmesi” Gülen Cemaati’nin tasfiyesinden sonra sona ermedi. Burada sadece kadrolaşmaktan bahsetmiyoruz. Tarikatların, devlet politikalarına yön vermesi, devlet-siyaset ve toplum ekseninin tarikat hassasiyetlerine göre şekillendirilmesinden bahsediyoruz.

İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının tarikatların isteğiyle gerçekleştiğini hatırlayalım.

Bu yazının yazıldığı an itibarıyla iktidar ve muhalefetten Hiranur Vakfı vahşetine ilişkin açıklamalar geldi. Açıklamalarda (TİP hariç) bir ortak nokta var; tarikatın adını anmamak. Sanki istismar olayı tarikat ilişkilerinin dışında alelade biçimde olmuş gibi tarikatı tartışmaya dahi açmaktan çekinmek.

Aynı durumu bir tarikat yurdunda yaşadığı baskılar nedeniyle hayatına son veren Enes Kara, bir tarikat yurdunda aşçı tarafından katledilen Mehmet Sami Tuğrul ve Uşşaki tarikatındaki istismar vakalarından da biliyoruz.

Devletin devamlılığını savunanların belli ki tarikatlar üzerinden hesapları devam ediyor. Tarikatların sadece oy deposu olarak görülmediği, aynı zamanda iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için onaylarına ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor.

Tarikatlar böyle bir belirleyiciliğe sahipken, “tarikatlar kapatılsın” talebinin sorunun artık devletleştiğinin üzerini örtmemesi gerekiyor. Mücadele ve çözüm, tepeden başlıyor.

Sözün özü; devletin bir gözü mafya olarak bakıyorsa, diğer gözü tarikat olarak bakıyor…