'Avrupa ipi çekerse Erdoğan’a büyük bir iyilik yapmış olur'
Die Zeit yazarı Jochen Bittner, AB'nin Türkiye'yi dışlamasının Erdoğan'ın işine geleceğini belirterek, Türkiye için "imtiyazlı üyelik" seçeneğinin denenmesi gerektiğini savundu.
Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkiler gerilirken, Türkiye'de yaşanan gelişmeler ve Türkiye'ye ilişkin yorumlar da Alman basınında gittikçe daha geniş yer kaplıyor.
Alman Die Zeit gazetesinin yazarı Jochen Bittner, AB'nin Türkiye'yi dışlamasının Erdoğan'ın işine geleceğini belirterek, "Eğer Avrupa ipi çekerse Erdoğan’a büyük bir iyilik yapmış olur. Böyle olursa Erdoğan büyük bir zevkle Berlin’e ve Paris’e parmak göstererek, konuşur ve Avrupa’nın yerine getirmediği sözü üzerinden kıyametleri koparır" dedi.
Bittner yazısında, "15 yıl önce ilk kez Türkiye için imtiyazlı üyelik fikri ortaya atılmıştı. Başka bir deyişle bu üyelik için eksi bir rakamdı, fakat Türkiye’nin stratejik önemini vurgulamaktaydı. O zaman için doğru olan bu fikir şimdi için de geçerliliğini yitirmemiştir. Bu sayede AB Türkiye yurttaşlarına zarar vermeden Erdoğan’ı zarara uğratacak bir birliktelik içinde kalabilir" ifadelerini kullandı.
Jochen Bittner'in Die Zeit gazetesinde bugün yayınlanan "Maskaralığa son" başlıklı yazısı şu şekilde:
"Bir düşünün, Türk hükümetinin temsilcileri ile Brüksel’de şöyle bir konuşma geçseydi nasıl da komik olurdu. Diyelim ki Ankara’dan gelen bakanlar Avrupa Konseyi’nin masasında oturuyorlar ve balıkçılık kotası hakkında ülkelerinin pozisyonunu güçlendirmek istiyorlar ve söze şöyle giriyorlar: “Bizim meseleye ilişkin değerlerimize saldıranın ellerini kırar, dilini koparır ve hayatını söndürürüz!” Yaklaşık olarak böyle olmaz mıydı? AKP politikacılarını galeyana getiren bu tarz bir yığın değer var. Türk meclis başkanı İsmail Kahramanhafta sonu bu değerlerin bazılarını sıraladı: 'Halk, Bayrak, Kuran, İman, Ezan, Özgürlük, Bağımsızlık'. Ayrıca bu listenin daha da uzayıp gideceği elbette tahmin edilebilmekte. Ege’nin doğusunda balığa çıkmak ile ilgili bir şey söylemeden önce bu tarz insanlara karşı daha dikkatli olmak lazım. Nasıl bir şiddet fantezisine kapılacaklarını kim bilebilir ki? Örneğin Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sıralar en sevdiği fikir kafa koparmak. Ayrıca şimdilerde başka bir şeye daha cüret ediyor ve şöyle konuşuyor: 'Şahsen ben Hans’ın, George’un ne düşündüğü ile ilgilenmiyorum. Benim için önemli olan Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ayşe bu konu hakkında ne dediğidir'. Böyle yarı kuvvetli bir hükümet belki sözünü geçirebilmek için yabancıları da rehin olarak alır. Örneğin insan hakları savunucusu aktivist Peter Steudtner’i rehin aldıkları gibi.
Bir AB ülkesinin böyle bir hükümeti olduğunu düşünün; bu insanlarla Avrupa Parlamentosu’nda tarıma devlet desteğini, gıda hijyeni düzenlemelerini, ekolojik ilkeleri ya da eşitlik kurallarını tartışıyorsunuz ve bu insanların onaylayıcı anlamda el kaldırmalarını bekliyorsunuz. O da ne? Hiçbiri el kaldırmıyor! Evet uzun lafın kısası söylemek istediğim şey, daha nereye kadar Türkiye’nin AB’ye üyeliği üzerine hayallere kapılacağız?
Türkiye’nin AB’ye üyeliği belki de en ölü, en binilemeyecek ata oynamak gibi bir şey. Sayalım; Ortaklık Anlaşması (1963); Üyelik Sözü (1996); Gümrük Birliği (1996); Üyelik Müzakerelerinin Başlangıcı (2005). Bu zaman zarfında eksik olan şey istekti, görüşmeleri nihayetine erdirmek çabasıydı ya da daha da fazlası cesaretini toparlayıp, düğünü iptal etmekti. Bu nedenle FAZ gazetesi (Frankfurter Allgemeiner Zeitung) bir yönüyle son derece haklı: Şayet AB, Türkiye ile bu üyelik maskaralığına son vermezse, kendini hiç de güvenilir kılmış olmayacak.
Diğer yandan eğer Avrupa ipi çekerse Erdoğan’a büyük bir iyilik yapmış olur. Böyle olursa Erdoğan büyük bir zevkle Berlin’e ve Paris’e parmak göstererek, konuşur ve Avrupa’nın yerine getirmediği sözü üzerinden kıyametleri koparır. “ Bizi istemiyorlardı” diyerek geleceğin Türk milliyetçileri için çok hoş bir anlatımı yaratmış olur. Ancak AB’nin böyle bir şeyden kaçınması lazım, çünkü Moskova’da hâlihazırda paranoyak bir düşman üreteci yetiyor da artıyor bile!
Diğer yandan “Avrupa’nın onuru” kelimesine dayalı olan bir prestij motifinin ne dış politikada ne de gerçek hayatta bir değeri var. Şeref ve haysiyet kaygısıyla başkaları cinayet işlesin. Burada önemli olan şey, bir AB üye adayı diktatörlüğe dönüşürken Avrupa’nın vereceği en doğru tepki ne olmalıdır? Avrupa şu aralar nihai bir vedalaşmaya sebebiyet verebilmek için Erdoğan’ın idam cezasını geri getirmesini bekliyor gibi sanki. Ne var ki katılım süreci acilen kesilmek zorunda. Aksi takdirde AB, Ukrayna gibi diğer adaylara neden katılım sürecine başlayamayacaklarını açıklayamaz. Ayrıca Türkiye’de insanların dava açılmaksızın 5 yıl hapiste tutulmaları idam ile kıyaslanabilecek bir suçtur.
Şayet Erdoğan’a iç politikada bir coşku yaşatmak istenmiyorsa, AB’nin reddiyeyi makul bir teklif ile birleştirmesi gerekiyor. 15 yıl önce ilk kez Türkiye için imtiyazlı üyelik fikri ortaya atılmıştı. Başka bir deyişle bu üyelik için eksi bir rakamdı, fakat Türkiye’nin stratejik önemini vurgulamaktaydı. O zaman için doğru olan bu fikir şimdi için de geçerliliğini yitirmemiştir. Bu sayede AB Türkiye yurttaşlarına zarar vermeden Erdoğan’ı zarara uğratacak bir birliktelik içinde kalabilir. Örnek vermek gerekirse küçük ve orta ölçekli işletmeler desteklenebilir. Öğrenci değişim programları muhafaza edilebilir ve eğitim teşvik edilebilir. Sivil toplum, sanat, edebiyat ve orta sınıf güçlendirilebilir ve bu sayede toplum diktatöre karşı dayanıklı kılınır. Erdoğan’ın bu tarz bir teklifi ret edeceği açıktır. Ancak böyle bir durumda bizi dışladınız diyemez. Ayrıca böyle bir teklifin hayata geçebileceğini düşünürsek, Türkiye’nin muhalif olan diğer yarısı başka bir ülkenin yaratılabileceğine dair umutlarını canlı tutmuş olur".