Altı Kırk Dört Dalgası: 'Unutulmayı hiç affetmez'

Altı Kırk Dört Dalgası: 'Unutulmayı hiç affetmez'

Behiç Ak, yine sıra dışı bir serüveni buluşturuyor çocuklarla ve sarmalanıyor yine çocuklar, kelimeler ve kahramanlarla… Sevgili Behiç Ak ile “Altı Kırk Dört Dalgası”na dair konuştuk; “Altı Kırk Dört Dalgası”nın tarafımızdan merak edilenlerini yine o güzel kelimeleriyle buluşturdu.

Röportaj: Selda Salman

Karikatürist ve yazar Behiç Ak bir kez daha, en bambaşkalığıyla çocukların karşısına çıktı. “Altı Kırk Dört Dalgası” çocukları kitabın içine çekmenin yanı sıra bir o kadar da o sayfaların öznesi oluveriyor çocuklar. Behiç Ak, bir yazarın karakterlerini oluşturma sürecinde, kurgularken ve başkahraman kapıya dayanınca kendisini yazmak istediği kitabın tam da içinde buluyor! Kahramanlar sıralanırken sayfaların devamında hiç beklemediğimiz kahramanlar da yazarımızın yolculuğuna yol oluyor.

“Bir yazarın sırları hep gizli kalmalı, öyle değil mi?” diye soruyorsunuz başlarken okuyucuya, belki de kendinize veya hikâyenin kahramanlarına… Peki yazarlar hep başka kimlikleriyle mi çıkarlar okurların karşısına? Özellikle çocuklara yazılan metinlerde, çocuk edebiyatının tüm sınırsızlıklarını ve hayal gücünü göz önünde bulundurursak, siz çocukların karşısına nasıl çıkıyorsunuz?

Yazar bir hikâyenin içine girerse, hikâyeyi kendi yazmasına rağmen, kendisi değil, hikâyenin kahramanlarından biri olmaktan kurtaramaz kendini. Gerçek hayatta yaşadığımız hikâyeler de öyle değil mi? O hikâyeler içinde kendimiz olmak için nasıl mücadele ederiz? Yazarın hikâye içindeki kahramanla mücadelesi, günlük hayatta yaşadığı hikâyelerdeki kendisiyle mücadelesi gibidir. Bir “varoluş savaşı” diyebiliriz buna.

Herkesin kitabı görür görmez, daha kapağını açmadan aklına gelen ilk soruyu sormak istiyorum: Neden “altı kırk dört”? Herkesin çok iyi bildiği ve aynı zamanda her gün aynı heyecanla beklediği dalga; bu dalganın sizin için anlamı nedir? Altı kırk dört dalgası çok iyi bildiğimiz bir şeyle yeniden tanışma ve mucize mi barındırır içinde?

Bu dalga tam o saatte geldiği için. Gelmeden önce de tek bir belirti bile vermediği için. Bu dalgayla gerçek hayattan tanışıyorum. Ben onu değil, o beni buldu. Birkaç kere sırılsıklam yaptı beni. Her defasında yeniden tanıştığınız bir dalga şüphesiz. Unutulmayı hiç affetmez. Aniden sular içinde bırakır sizi. Neye uğradığınızı şaşırırsınız. Altı Kırk Dört Dalgası'nı yazarken bile, onu unutup, sırılsıklam olmayı başardım. En küçük dalgınlığı affetmeyen bir dalga, her dalga gibi onun da taşıdıkları var şüphesiz. Bazen yavaş yavaş, bazen de aniden yaşamı değiştirebilme yeteneğine sahip.

“Artık büyüyorsun, çocuksu hayallerin seni terk ediyor,” diyorsunuz. Çocukluk ve yetişkinlik dönemi net çizgilerle ayrılır mı birbirinden?

Her çizgi yaklaştıkça bulanıklaşır, ama uzaklaştıkça netleşir. Çocukluğumuzdan uzaklaştıkça o ayrımları net olarak algılayabiliyoruz. Ama içindeyken asla. Büyüdükçe ayrı bir gezegende yaşamaya başladığımız bir gerçek. Çocukluğumuzun diri ve canlı nesneleri, bizi terk eder. Farkındalığımız gelişir. Konuşan kalemler, hikâye söyleyen uçurtmalar, bizi seven renkli bilyeler, şanslı toplar bizi terk eder; yerine, bizim amaçlarımıza hizmet eden ölü nesneler gelir. Onları kullanıp atarız. Hayaller de öyle, giderek gerçekleşebilen stratejik planlara dönüşürler. Oysa, hayallerin belki de en önemli yanı, asla gerçekleşmemesidir. Bu, hayatı işlevsellikten kurtarır.  

Hikâyenin içinde geçen matematik meselesi… Mecnun Bey’in matematiğe dair kurduğu cümlelerin ardından oğlunun sorusuyla biraz da şaşırıyoruz aslında. “Bilmeden öğrenilmiyorsa, ilk öğrenen nasıl öğreniyor o zaman?” Bu sorunun cevabı sizce nedir?

Yazarın, hikâyede sorulan soruların cevabını bildiğini zannediyorsunuz. Ne kadar iyi niyetlisiniz. Tek bildiğim, yanlış soruların doğru cevaplarının olmadığı. Doğru sorularla da güzel bir hikâye yazılamayacağı.

Olay akışında Mecnun Bey kapınıza dayanıyor ve siz, “Bir yazarın en sevmediği şey kahramanlarının kapıya dayanmasıdır,” diyorsunuz. Bugüne kadar sizin o kapıdan asla içeri girmesine müsaade etmediğiniz bir kahraman oldu mu? Veya çok direndiğiniz halde o kapıyı yıkarak hikâyeye giren kahramanlar neyi temsil ediyor? Zorla hikâyeye giren kahramanların kapı olarak yıktıkları neler sizin için?

Onu hikâyenin içine girmiş olan yazara sormak lazım. Çünkü o artık ben olmaktan çıkan bir hikâye kahramanı. Yazar onun tutsağı adeta. Ama kapıyı kırarak ya da nezaketle, hiç umulmadık bir anda hikâyeye giren kahramanlara ihtiyaç olduğu kesin. Asıl hikâye, böyleleri girdiği zaman başlar. Yazarın kurgusunun sınırlarını zorlar, yok eder. Hatta o zamana kadar yazdığı metnin tatsız olduğunu sergiler. Tesadüfler, yeni tatlar, farkında olmadan bilinçaltına ittiğiniz duygular da özgürleşir.

 “Evcilleşmek, hata yapmaktan korkmak demek zaten,” diyorsunuz Şehrazat’ın dilinden. Bu tam olarak ne anlama geliyor?

Çok açık değil mi? Evcilleşmek, evin kurallarının sizin heyecan verici tesadüflerinizin önüne geçmesi demektir. Huzur demektir kısacası. Huzur, mutluluğa ve mutsuzluğa eşit mesafede olma durumudur. İkisini de dışarıda bırakmışsınızdır. Onları içeri alırsanız, huzursuzluk başlar. Hata yapmak ve korku orada birleşiyor.

Altı Kırk Dört Dalgası’nın vazgeçilmezi Muzaffer Bey, yani o meşhur Horoz… Sizce Muzaffer Bey ile ilgili ne hissedecek çocuklar, onunla tanıştıklarında zihinlerinde neyi temsil edeceğini tahmin ediyorsunuz?

Bir şeyi temsil ettiğini söylemem gerekirse, Horoz’un temsil ettiği şey, Horoz’un kendisidir. Zaten işin tılsımı da burada. Herkes kendinden başka bir şeydir aynı zamanda. Mecnun Bey’in hem Mecnun Bey, hem baba, hem de matematikçi olması gibi. Ama horoz, horozdur. Bu da bizi gerçeğin kalbine götürüyor.

Kavgaların dostlukları pekiştirdiğini, daha insani ve yakın bağlar kurmaya yaradığını söylüyor köylüler. Ve kavganın gerçek, denenmeyen bir şey olduğundan bahseden Mecnun Bey… “Kavga” yetişkinler ve çocuklar için hayatlarımızın tam olarak neresinde?

Kavga, hep aynı kavga değil. Her kavga birbirinden farklı. Bazen, yenmek için pasif kalmak gerekir. Kavgayı isteyenin kendi kendini yenmesi için beklemek gerekir. Bazen de tam tersi. Bu hikâyedeki kavga, hep ironiye dönüşüyor. Kendisi olamıyor. İroninin kendisi, kavgadan çok pasifliğe yatkındır. Ama zekânın doruğa vardığı bir pasifliktir bu. Gerçeği söylersek, kavga, çocukluğa ait bir şeydir zaten. Kavga herkesin acemi ve savunmasız olduğu bir ânı simgeler.  O andan kurtulma çabasına, kavga diyoruz aslında. Bu belki de büyüme çabasıdır.

 KÜNYE: Altı Kırk dört Dalgası, Behiç Ak, Günışığı Kitaplığı, 184 sayfa.

 

BEHİÇ AK KİMDİR?

Karikatürist ve yazar Behiç Ak, Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’de mimarlık öğrenimi gördü. 1982’den sonra Cumhuriyet gazetesinde Kim Kime Dum Duma adlı çizgi bant karikatürü serisini çizdi. 1956, Samsun doğumlu Ak'ın çizerliğinin yanı sıra çocuk kitabı yazarlığı ve çizerliği, oyun yazarlığı ve belgesel film alanında da çalışmaları vardır.

1994'te çektiği Türk Sinemasında Sansürün Tarihi - Siyahperde adlı belgesel film çalışması aynı yıl Ankara Film Festivali’nde “En İyi Belgesel Film” ödülünü kazanmıştır. 2012 de karikatürleri, yazıları, oyunları ile çevre ve mimarlık konularındaki tutarlı duruşu, ona TMMOB Mimarlar Odası Mimarlığa Katkı Başarı Ödülü’nü kazandırmıştır.,

Behiç Ak´ın Türkçe-Almanca, Almanca-İngilizce, Almanca-Rusça basılan iki dilli kitapları Almanya´daki Anadolu Verlag tarafından yayınlanmıştır.

Ak’ın Çocuk kitapları Türkiye, Almanya, Japonya ve Kore'de, karikatür bant kitapları Türkiye ve Almanya'da yayımlanmıştır. Karikatürleri Türkiye’nin birçok kentinin yanı sıra Hollanda, Almanya ve İsviçre'de sergilenmiştir.

 

DAHA FAZLA