Adım adım yürüyorken sevdaya: Ucunda Ölüm Var

Adım adım yürüyorken sevdaya: Ucunda Ölüm Var

Kemal Varol, okuru Ağıtçı kadının gözlerinden memleketin yakın geçmişine dair de bir tanıklığa zorluyor. Yazar öyle ustalıkla işliyor ki saf gerçekliği, yazarın gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeyin gölgesi okura da geçecek görünüyor. Romanın daha ilk sayfası 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’ndan hayatını kaybeden 9 yaşındaki Veysel Atılgan’a ithafla başlıyor. Daha ilk sayfada  Veysel’in bu kitabı hiç okuyamayacağını düşünerek kesilen nefesimiz, yerini yine aynı –tarifsiz hüzne- bırakıyor!

Şilan Geçgel

Çocukluğum herkesin birbirini tanıdığı, çocukların hep birlikte oynadığı ve annelerin arkadaş olduğu güzel bir mahallede geçti. Yaz ayları, özellikle akşamüstleri annelerin akşam çayı ve çocuksuz hava sahası hayaliyle biz çocukları mahalle meydanına saldığı anlardı. Tüm mahallenin çocukları meydanda buluşur birçok oyun oynar ve açık dondurma yer dururduk. Yine o zamanlar mahalle futbol maçlarında kız takımı hep erkek takımını yenerdi. Bir akşam mahallenin çocukları olarak kim kaç gol attı-kim kazandı kavgasına tutuştuğumuz bir anda bize doğru koşan 60’lı yaşlarda, eski ve kolları yamalı ceket giyen bir adam fark ettik. Bize doğru koşan bu adamın mahalleli olmadığı ise bizim açımızdan neredeyse kesindi. Yanımıza kadar koşan adam hepimizin yüzüne tek tek bakarak; “Feride sen misin?” , “yok değilsin”, “Feride’yi gördünüz mü?” diye anlamsız sorular soruyordu. Hem tanımadığımız bu gizemli adamdan korktuğumuz, hem de “çocuk kaçıran yabancılar” hikâyelerine fazlaca maruz kaldığımızdan olsa gerek, hepimiz çığlık çığlığa bağırmaya başladık. Mahalle bizim çığlıklarımızla yankılandıkça, balkonlar anne babalarımız ile dolmaya başladı. Telaşlı adımlar yanımızdaki tuhaf adamı hırpalamak üzere peşi sıra meydana koşuyordu. Olayın ardından mahalleye polisin gelmesiyle tuhaf adamın aslında akli dengesinin yerinde olmadığını – zararsız olduğunu- ve yıllar önce trafik kazasında kaybettiği tek çocuğu olan Feride’yi hayal ederek, sokaklarda onu aradığını öğrendik… Tüm bu konuşmalar esnasında ondan korkan ve büyük bir yanlış anlaşılmaya sebep olan biz çocuklar ise çoktan hiçbir şey olmamış gibi oyunumuza geri dönmüştük. Çocukluğumdan bugüne o günü her hatırladığımda kaldırım taşına oturmuş, kederli kederli uzaklara bakan o adamcağız gelir aklıma, sanki daha dün olmuş gibi. O zamanlar “hüzün” kelimesinin ne anlama geldiğini bilseydim şayet, tam o anda- tuhaf adam yalnız başına kaldırımda otururken yani- büyük bir hüzünle onu izlediğimi söyleyebilirdim. Aynı tarifsiz hüznü; uzun zaman önce bir bilinmeze uğurladığım ve sokakta ona benziyor diye hiç tanımadığım birinin kolundan tutup, o kişinin benim arkadaşım değil bir yabancı olduğunu fark ettiğim bir akşamüstü de hissedecektim…

Gelelim meselemize… Bu yazıya Feride ile başlamamızın sebebi Kemal Varol. Kemal Varol Ergani doğumlu bir yazar. Birçok internet sitesi Varol’u Türkçe yazan Kürt şair, deneme ve roman yazarı diye tanıtıyor. Ancak Varol’un herhangi bir kitabını okumuş olan okur için bu tanım fazlasıyla yüzeysel. Daha çok şiirleriyle bilinir olsa da son yıllarda yazdığı birçok roman Varol’un, şairliğinden daha çok romancı olarak tanınmasının yolunu açacak ve yazdığı her romanla okur da derin izler bırakacak görünüyor. Kemal Varol’un şiir kitapları dışında Memleket Garları (2012); Haw (2014); Ucunda Ölüm Var (2016) ve Âşıklar Bayramı (2018) olmak üzere dört romanı bulunuyor. Ucunda Ölüm Var, Varol’un 3.romanı. Romanın ana karakteri ise cenaze cenaze gezerek hiç tanımadığı insanlar için ağıtlar yakan Ağıtçı kadın… Ağıtçı kadının Arguvan’da başlayan hayat hikâyesi gördüğü bir rüya –dahası bir sesle- değişiyor. Yıllar önce kendisini bırakıp giden sevgilisi Heves Ali’nin “ben öldüm gel bul beni, ağıdımı yak” diyen sesine kayıtsız kalamıyor. Zaman uyku ile uyanıklık, rüya ile gerçek arasında salınadururken Ağıtçı kadın yamalı elbisesi, eski ayakkabılarına ve dahası geçkin yaşına bakmadan Heves Ali’yi bulmak üzere yollara düşüyor. Başlarda Ağıtçı kadının Heves Ali için yürüdüğü sanılan yollar, gittikçe başkalaşıyor, değişiyor. Ağıtçı kadının aşk için çıktığı varsayılan yol, giderek toplumsal hafızanın da geniş yer tuttuğu bir memleket fotoğrafına dönüşüyor. Ağıtçı kadın aslanağızlı asasını yere vura vura arşınlarken yolları, okur da boş durmuyor belki bir hakikate, bir hayale veyahut bilinmeze giden bir arkadaşını aramak için yürüyor onunla. Ağıtçı kadının Malatya’da bindiği tren Konya’nın ayazına iniyor. Konya’nın sokaklarını geze geze eskitiyor. Yetmiyor zamanın çok ağır işlediği Bursa’ya çeviriyor istikameti, Ermenilere misafir oluyor. İstanbul’da işkenceci bir askerin ağıdına ses olmaktan da geri durmuyor. Ailesinin, ölenin arkasından yaktığı ağıdın sesine bizim Ağıtçı kadın yetişiyor. Dağa çıkan Ümit’in acısı yüreğimizi yaksa da işkenceciye yakılan ağıt bize fazla geliyor… Yol çağırıyor sonra, beklemeden Erzurum yollarına düşüyor. Oradan sonra Kemal Varol bir sürpriz yapıp, Diyarbakır’ın hayali Arkanya kasabasına çıkarıyor yolu. Derken yollarla birlikte, hikâye de akıp gidiyor. Nihayetinde her yolcu sonunda evine dönmeli, her hikâye başladığı yerde bitmeli diyerek Malatya’sına Heves Ali’yi bulamadan dönen Ağıtçı kadını orada bir sürpriz bekliyor… Kitabın tamamı boyunca iç içe geçen duygular, kitabın sonunda berraklaşıp, netleşiyor.

Olay örgüsünün çok başarılı işlendiği Ucunda Ölüm Var, hafızalardan uzun süre silinmeyecek onlarca imge barındırıyor. Diğer romanlarında olduğu gibi merak duygusunu çok sağlıklı kullanan Kemal Varol, kitabın ilk sayfasından son sayfasına dengeli bir merakı işlemekten geri durmuyor. Bununla birlikte söylemeden geçmemeli: Selahattin Demirtaş öykülerinde de hissedilen “kötüye merhamet”, “affedicilik”, “iyilere korkunç kötülükler eden karakterin iyi ve insani yanını öne çıkarma” hali okurun samimiyet sınavından kolayca geçemeyecek gibi görünüyor. Bu sebeple işkenceciye yakılan ağıdın, okurdan murad ettiği merhameti bulamayacağını kestirmek zor değil. Yazarın toplumsal farkındalığı tanıklık ettiği her olayla, romanda ustaca işleniyor. Kemal Varol, okuru Ağıtçı kadının gözlerinden memleketin yakın geçmişine dair de bir tanıklığa zorluyor. Yazar öyle ustalıkla işliyor ki saf gerçekliği, yazarın gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeyin gölgesi okura da geçecek görünüyor. Romanın daha ilk sayfası 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’nda hayatını kaybeden 9 yaşındaki Veysel Atılgan’a ithafla başlıyor. Daha ilk sayfada Veysel’in bu kitabı hiç okuyamayacağını düşünerek kesilen nefesimiz, yerini yine aynı –tarifsiz- hüzne bırakıyor!

Ucunda Ölüm Var; sevginin içinin boşaldığı, hızlı tükendiği, hızlı tüketildiği, emeksizleştirildiği modern çağa ufak bir itiraz olarak görülebilir. Yıllar önce kendisini bırakıp giden sevgilisinin “bir sesine” şehirleri aşan Ağıtçı kadın, bazı okurlar için fazla romantik bulunacak olsa da, içimizde bir yerde Ağıtçı kadına hayranlık duymamak imkânsız. Bir bilinmeze gideni arayan herkesin yolu er geç Ağıtçı kadınla kesişecek olsa da, her arayan Heves Ali’sine ulaşır mı ulaşamaz mı, onu kimse bilmiyor.

KÜNYE: Ucunda Ölüm Var- Kemal Varol, İletişim Yayınları/2016,227 Sayfa

DAHA FAZLA