Açığa alınan akademisyenler ODTÜ Rektörlüğü önünde nöbette

Açığa alınan akademisyenler ODTÜ Rektörlüğü önünde nöbette

Hukuksuzca açığa alınan akademisyenler Sibel Bekiroğlu ve Mehmet Mutlu, Rektörlük önündeki nöbete devam ediyor.

Nüket Gelegen

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Rektörlüğü tarafından hukuksuzca açığa alındıktan sonra 20 Haziran’da rektörlük önünde nöbete başlayan akademisyenler Sibel Bekiroğlu ve Mehmet Mutlu, açığa alınma süreçlerini ve başlattıkları adalet nöbetini İleri’ye anlattı.

Başlattıkları nöbetin yolunun ülkede hukuksuzluğa karşı verilen tüm mücadelelerle kesiştiğini ifade eden akademisyenler, “Biz şu an cama düşen yağmur damlalarıyız ama bir gün yağmur damlaları birleşecek ve o camı çatlatacak” sözleriyle adalet arayan herkesi selamladı…

“NEDEN AÇIĞA ALINDIĞIMIZ RESMİ OLARAK BİLDİRİLMEDİ”

Açığa alınma sürecinizle ilgili genel bilgi verebilir misiniz? Rektörlük sizinle iletişime geçti mi, kararın gerekçesi olarak ne gösterildi?

Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Sibel Bekiroğlu

Sibel Bekiroğlu: Ben 14 Haziran’da bana iletilen bir belgeyle, bu sürecin disiplin soruşturmasıyla başladığını ve sonuç olarak Rektörlük’ün tedbiren açığa alma gibi bir uygulamada bulunduğunu öğrendim. Açığa alınmamızın üzerinden 2 hafta geçti ve hakkımızda bir disiplin soruşturması olduğundan bahsediliyor. Fakat söz konusu soruşturma dosyasına biz halen ulaşabilmiş değiliz.

Bilgi edinme hakkımız doğrultusunda Rektörlük’ten dilekçelerle talepte bulunduk ama henüz bana geri dönüş olmadı. Aynı zamanda sendikamız Eğitim-Sen de Rektörlük’ten bu konuyu görüşmek ve içeriği öğrenmek üzere görüşme talebinde bulundu, o talebe de henüz olumlu ya da olumsuz bir yanıt gelmedi. Dediğim gibi, neden açığa alındığımız bize resmi olarak bildirilmedi. Bu nedenle burada, Rektörlük sürdürdüğümüz nöbet eylemiyle “Neden açığa alındık” sorusuna yanıt arıyoruz. Bana henüz iletilmiş bir açıklama yok. Mehmet’le aramızda sürekli bir bilgi aktarımı hali var, süreçle ilgili detayları ancak birbirimizden öğrenebiliyoruz. Bu şekilde de uygulamanın usulsüz olduğunu ve prosedüre uydurduklarını zannettikleri şeyleri de aslında yeterince uyduramadıklarını bir kez daha görmüş oluyoruz.

“SÜRECİN HER AŞAMASINA İTİRAZ EDİYORUZ”

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi Mehmet Mutlu

Mehmet Mutlu: Sibel’in 14 Haziran’da tebliğ aldığı yazının bir benzerini ayın 16’sında bana da tebliğ etmek istediler. Yazıda herhangi bir açıklama yoktu. Kurumsal yazışmalarda olması gereken antetli kâğıt yerine boş bir A4 kağıdın üzerine yazılmış; kararı alan makam, imza, sayı numarası, tarih gibi bu tür bir belgenin üzerinde bulunması gereken hiçbir unsurun bulunmadığı; herhangi birinin bir bilgisayarda yazıp çıktısını alabileceği bir belgeyle açığa alındığım bana tebliğ edilmek istendi. Ben bu belgeyi, gayrihukuki bir işlemin altına imza atmış olmamak için imzalamadım; ancak açığa alınmama esas ve dayanak oluşturan bilgi, belge ve delillerin bana sunulması talebiyle Rektörük’e bir dilekçe verdim. Bu dilekçeme yanıt hafta sonu, posta yoluyla bana iletildi. Sonuç olarak, hakkımızda devam eden bir ceza davası nedeniyle okulda da idari soruşturma açıldığı ve bu idari soruşturmanın bir aşaması olarak açığa alındığımız söyleniyor.

“TALEBİMİZ ODTÜ TARAFINDAN KARARIN İPTAL EDİLMESİ”

Geçen haftaya göre daha fazla bilgilendirilmiş olduk ama meselenin özü artık sadece bilgi sahibi olup olmamamız değil. Biz uygulamanın kendisine; önce polisiye bir hikâye olarak başlayan, devamında adli ve neticesi itibarıyla da idari bir uygulamaya dönüşen bu sürecin her aşamasına itiraz ediyoruz. Minareyi çalan kılıfını dikmeye, hatta kumaşını örmeye çalışıyor. Hiçbir kurumun böyle yönetilmemesi, kurumların bu tür iddiaları dolaşıma sokmaması ve pespaye dayanakları esas alarak kamu görevlilerinin veya yurttaşların gözünü korkutmaması gerektiğini düşünüyoruz. Aslında artık neden açığa alındığımızı da biliyoruz; ama bu gerekçelerle açığa alınmayı kabul etmiyoruz. Bu işlem idari bir işlem. Kararı alan kurum, yani ODTÜ tarafından iptal edilebileceğini biliyoruz, talebimiz artık bu.

“ÇALIŞMA ALANLARIMIZLA İLGİLİ BASKI ALTINDAYIZ”

Açığa alınma kararının geleceğine dair bir beklentiniz var mıydı? Daha önce çalışma alanlarınızda herhangi bir baskı gördünüz mü, rektörlükle bir sorun yaşadınız mı?

Sibel Bekiroğlu: Ben Nisan ayında, 1 Haziran-1 Temmuz arasında Diyarbakır’da yapmayı planladığım saha çalışmam için Rektörlük’e yurtiçi görevlendirmesi başvurusunda bulundum. Rektörlük, bir hafta içeresinde ve hiçbir gerekçe göstermeden başvurumun uygun bulunmadığına dair bir cevap iletti. Ben de bu durumun gerekçesinin ne olduğunu, kararı hangi mevzuata dayandırdıklarını sorduğum bir dilekçe verdim. Bu dilekçeye yönelik cevap yazısını ise açığa alındığım gün aldım. Açığa alındığım gün öğle saatlerinde, elektronik bilgi sistemi üzerinden bana bir evrak geldi. Evrakta, nisan ayında başvurusunu yaptığım görevlendirme isteğimin, 9 Haziran’da kararlaştırılan açığa alınma talebim nedeniyle uygun görülmediği belirtiliyordu. Bu, bir nevi geriye dönük işlem; çünkü o tarihte bir talep olsa dahi henüz tedbiren açığa alma kararı yoktu. Yine başka bir kongre için yurtiçi görevlendirme istediğimde de benzer bir “uygun görülmemiştir” yazısıyla karşılaşmıştım.

‘EVİMİZ BASILARAK GÖZALTINA ALINDIK’

Benzer şekilde, Emniyet’ten gelen bir yazı gerekçe gösterilerek Mehmet’in yurt dışı görevlendirme istediğine de “uygun görülmedi” cevabı gelmişti. Bunların öncesinde, 10 Eylül 2021’de ikimiz de evlerimiz basılarak gözaltına alındık, 5 gün TEM’de gözaltında kaldıktan sonra tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildik. Mahkeme sonunda salıverildik ancak bu süreç daha sonra bir ceza davasına dönüştü. Bu ceza davasında talep edilen belgeler arasında benim yüksek lisans tezim ve şu an devam ettiğim doktora tezimin etik kurul protokol numarası da var. Bu durum, akademik üretimlerim üzerinden de yargılanabileceğim anlamına geliyor. Yani çalışma alanlarımızla ilgili böyle bir baskının altındayız. Elbette bu ilk kez yaşanan bir durum değil. İsmail Beşikçi ve Pınar Selek örneklerinde de olduğu gibi, akademisyen ve aydınların çalışma alanlarından dolayı cezalandırıldığını tarihte çok gördük. Sanıyorum bizler de bu durumun yeni nesil örnekleriyiz.

“AKADEMİDE YENİ BİR TASFİYE DALGASININ İLK ADIMLARI”

Mehmet Mutlu: Açığa alınmayı bekliyorduk, üstelik bu bahaneler olmasaydı da açığa alınabileceğimizi hatta işimizden olabileceğimizi düşünüyorduk. Bunun iki gerekçesi var, birincisi ODTÜ ile ilgili. Sibel de ben de aslında Rektörlük’ün gözünde “olağan şüpheli” ya da “makbul olmayan akademisyen” profiline denk düşüyoruz sanırım. Bunun sebepleri hem şu anda hem de geçmiş dönemlerde sendikal faaliyetler içerisinde temsilci düzeyinde var olmamız, asistan güvencesizliğine ilişkin eylem ve etkinliklere dahil olmamız ve ODTÜ sınırları içerisindeki çeşitli gerilimlerde öğrencilerin yanında bulunmamız. ODTÜ sınırlarını aşan ikinci gerekçe ise, devletin gözünde de “makbul akademisyen” olmamaya denk gelen, memleket meselelerine burun sokma ve bilhassa Kürt meselesi gibi hassas bilinen meselelere dahil olma hali. Barış talep eden bir bildirinin altına hocalarımızla birlikte imza atmış olmamız, bize uzun zamandır açığa alınabileceğimizi hatta işimizden olabileceğimizi düşündürüyordu. Dahası, bu uygulamanın bizimle sınırlı kalmayacağını, akademide yeni bir tasfiye dalgasının ilk adımları olduğunu düşünüyoruz. Bizden önce ODTÜ Kıbrıs Kampüsü’nden Yonca Özdemir hocamız açığa alındı, iş sözleşmesinin yenilenmemesi yoluyla kurumsal akademiden uzaklaştırıldı. Bizden kısa bir süre sonra, Boğaziçi Üniversite’sinden 4 bilim-eğitim emekçisi açığa alındı. Son olarak da geçtiğimiz cuma günü, bir OHAL uygulaması olan Kanun Hükmünde Kararname yoluyla ihraç etme uygulamasının son örneğini Bolu’da, Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde bir akademisyenin ihraç edilmesiyle gördük. Özetle, böyle bir kararı bekliyorduk. Daha da önemlisi, bundan sonra da yeni bir tasfiye dalgası olarak adlandırılabilecek bir sürecin başlayabileceğini düşünüyoruz.

“ÖĞRENCİLERİMİZ GİBİ BİZ DE DİRENİYORUZ”

Boğaziçi öğrencileri, okullarına yapılan rektör atamasını iktidarın sürdürdüğü kayyum hukuksuzluğunun bir parçası olarak gördüklerini ifade etmişler ve atamayı takip eden eylem sürecinde “Kayyumlar gidecek, biz kalacağız” şeklinde bir tavır benimsemişlerdi. Siz de yaşadığınız bu durumu, ülkedeki genel hukuksuzluğun bir tezahürü olarak görüyor musunuz? Örneğin Gezi için adalet nöbetiyle ya da Şenyaşar Ailesi’nin adalet nöbetiyle sizin nöbet eyleminizin yolu nasıl kesişiyor?

Sibel Bekiroğlu ve Mehmet Mutlu

Sibel Bekiroğlu: Sizin de dediğiniz gibi memleketin neredeyse her alanında baskı ve şiddet var; ancak bu baskı ve şiddete karşı da bir direniş, bir karşı çıkış var. Biz bu direnişlerle dayanışma içinde olmayı borç biliyoruz. Şenyaşar ailesinin Urfa’daki adalet nöbetini de, Gezi tutsakları için TMMOB önünde sürdürülen adalet nöbetini de, hatta davası ucube bir kararla sonuçlanan Pınar Gültekin’in ailesinin Adalet Bakanlığı önünde başlayacağını söylediği adalet nöbetini de şimdiden selamlıyoruz. Nöbetimizi ziyaret eden Kimya bölümünden bir hocamız çok güzel bir şey söylemişti: Biz şu an cama düşen yağmur damlaları gibiyiz. Ama bir gün yağmur damlaları birleşecek ve o camı çatlatacak. Umarız biz de direnişimizle bunun bir parçası olabiliriz.

“ÜLKENİN HER YERİNDE ADALETSİZLİĞE KARŞI ÇIKAN HERKESİ SELAMLIYORUZ”

Şunu da eklemek gerekir, ODTÜ’de Rektörlük önünün her zaman sembolik bir anlamı oldu, burada direniş başlatan ilk insanlar biz değiliz. ODTÜ öğrencisi ve emekçisi buraya her geldiğinde mutlaka istediğini aldı. Biz de böyle olacağını umuyoruz; o yüzden buradayız, o yüzden burayı seçtik. Aslında burası, ülkenin içinde bulunduğu tahakküm ve direnişin ortaklaştığı alanların küçük bir örneği. O baskı sopası ODTÜ’de şu an bizim üzerimizden gösteriliyor, daha önce de öğrenciler üzerinden gösterilmişti. Öğrencilerimiz gibi biz de direniyoruz, buradayız. Taleplerimizin muhatabı burası, şu an bizi muhatap almadıklarını biliyoruz ama alacaklar, almaya mecburlar. Buradan ülkenin her yerinde zulme, şiddete, haksızlığa, adaletsizliğe karşı çıkan herkesi de buradan selamlıyoruz.

İstanbul’da düzenlenen Onur Yürüyüşü’ne bizim öğrencilerimizden de gidip gözaltına alınanlar oldu. Gözaltından çıkan öğrencilerimiz, “Hocam biz çıktık, buradan nöbetinize selam olsun” diye mesaj attılar. Bu, mücadelelerin ortaklaşmasının aslında küçük, kristalize olmuş örneklerinden sadece bir tanesi. Bizden de onlara selam olsun.

“HİKAYEMİZ DE MÜCADELEMİZ DE ORTAK”

Mehmet Mutlu: Bizimle sizden önce röportaj yapan Textum Dergi, “Hikayemiz de, mücadelemiz de ortak” sözlerimizi mülakatın başlığı olarak belirlemişti. Sorunuzu en iyi bu başlığın yanıtlayacağını düşünüyorum: Hikayemiz de mücadelemiz de ortak. Hikayemiz kimlerle ortak? Elbette öncelikle Boğaziçi Üniversitesi’nde söz haklarının yok sayılmasına karşı mücadele eden Boğaziçili öğrenciler ve eğitim-bilim emekçileriyle ortak. Boğaziçili hocalarımız 500 gündür sadece Boğaziçi Rektörlüğü’ne değil, memleketteki bütün rektörlüklere, bir yönetme zihniyetine sırtlarını dönüyorlar. Biz de sadece ODTÜ Rektörlük binasının değil, otoriter zorbalık olarak adlandırdığımız bir yönetim zihniyetinin karşısında duruyoruz. Hikayemiz sadece kampüsle sınırlı bir hikaye değil. Hikayemiz, otoriter zorbalığın kurumsal ya da bireysel biçimlerdeki şiddetinden mağdur olan herkesin hikayesi. Hikayemiz kimi zaman devlet şiddeti, kimi zaman erkek şiddeti, kimi zaman yoksulluk, kimi zaman da adaletsizlik şeklinde açığa çıkan şiddetin mağduru olan herkesin hikayesi. Dolayısıyla, biz de mücadelemizi Gezi tutsaklarıyla, Şenyaşar ailesiyle, Gültekin ailesiyle, geçinemiyoruz diyen yoksullarla, barınamıyoruz diyen öğrencilerle ortak mücadelemiz olarak görüyoruz.

“YÜZÜMÜZE BAKAMIYORLAR, ARKA KAPIYI KULLANIYORLAR”

Geçen hafta öğrenci ve akademisyenlerin güçlü katılımıyla Özgür Akademi konulu bir açık ders düzenlediniz. Bununla ilgili ne aktarmak istersiniz, nasıl bir tecrübeydi?

Sibel Bekiroğlu: Aslında Mehmet çok alışkın açık derse, sokak akademisinde defalarca yapmışlardı. Biz de burada öğrencilerimizin teklifiyle yapmaya karar verdik. Benim açımdan biraz acemilikle olsa da çok büyük bir istek ve hevesle yapıldı. Final dönemindeyiz, öğrenciler hem finallere giriyorlar hem ders çalışıyorlar. Bu nedenle açık dersin o kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim ama gerçekten çok kalabalıktı. Arkadaşlarımız, meslektaşlarımız geldiler; ODTÜ emekçisi de buradaydı. Hep söylüyorum, biz burada hep başımız dik, keyifle, neşeyle bulunuyoruz. Açığa alınma kararımızı alanlarsa yüzümüze bakamadıkları için bu kapılardan giremiyorlar; başları eğik, mecburen arka kapıyı kullanmak zorunda kalıyorlar. Biz esasen, onların buradan dik yürüyerek ofislerine geçebilme haklarını da savunuyoruz. Bunun için, nöbet eylemimize bir karşılık vermeleri, taleplerimizi kabul etmeleri gerekiyor. Bu olduğu takdirde, ön kapıdan değilse bile en azından arka kapıdan başları dik yürüyebileceklerini düşünüyorum.

Mehmet Mutlu: Açık dersler, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi nedeniyle ihraç edilen hocalarımızın mücadele araçlarından biriydi. En çok ihraçlar sonrasında gündeme gelmişti, dolayısıyla böyle bir mücadele geleneğinin burada yeniden canlanması bizim için çok anlamlıydı. Devamı da gelecek, 29 Haziran Çarşamba günü Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen Sosyolog Yasin Durak “Anti-akademi” başlıklı bir dersle aramızda olacak.

“KARARIN İPTALİNİ İSTİYORUZ”

Nöbet eyleminize ne zamana kadar devam edeceksiniz? Süreçle ilgili beklentiniz nedir? Bu süreçte toplumsal muhalefetten ya da siyasi partilerden dayanışma gördünüz mü, onlardan beklentiniz nedir?

Sibel Bekiroğlu: Biz burada nöbete başlarken biraz da “kervan yolda düzülür” diye düşünerek ve aslında buradaki tarihe güvenerek geldik, iki tane sandalye ile buraya oturduk. Talebimiz çok netti, “Neden açığa alındık” sorusuna cevap arıyorduk. Sendikamız Eğitim-Sen, 20 Haziran günü konuyu görüşmek üzere Rektörlük’ten bir randevu talebinde bulundu. Ancak bu talebe hala bir cevap gelmedi. Talep ettiğimiz görüşme gerçekleşene kadar biz nöbet eylemimize devam edeceğiz. Daha sonra, görüşmenin içeriğine bağlı olarak buradaki eylemimiz başka bir biçimde devam edebilir.

“16 KÜRT GAZETECİYİ SELAMLIYORUZ”

Mehmet Mutlu: Talebimiz çok açık. Bu karar, ODTÜ yönetimi tarafından alınan idari bir karar; dolayısıyla ODTÜ yönetimi tarafından da iptal edilebilecek bir karar. ODTÜ yönetiminin bunu iptal edebilmesi için yeterli dayanağı olduğunu biliyoruz ve buna cesaret edebilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bizler güvencesiz asistanlar olarak, türlü riskler alarak, memleketin bu koşullarında burada direnebiliyorsak, sırtları iktidara dayalı kurumlar ya da yöneticiler de pekâlâ bu kararları kolaylıkla alabilirler. Talebimiz çok açık, bir an önce mevcut kararın ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Öğrencilerimiz ve meslektaşlarımız buraya gelip oturduğumuz ilk günden beri bizleri hiç yalnız bırakmadı ama gördüğümüz destek bununla da sınırlı değil. Sözümüzün, söylemimizin duyulmasını sağlayan basın emekçilerine de teşekkürü borç biliyoruz. Bazı siyasi partiler, siyasi parti temsilcileri, milletvekilleri konunun meclis gündemine taşınması, kamuoyunda duyulması ve ODTÜ yönetiminin bir yanıt vermesi için girişimde bulundular; onlara da teşekkür ediyoruz. Ancak elbette hem bizim hem memleketin çeşitli yerlerinde direnen, mücadele eden herkesin daha fazla ve sürekli bir dayanışmaya ihtiyacı var.

Sibel Bekiroğlu: Son olarak, bizim sesimize ses olan, nöbetimizin ve taleplerimizin duyulmasını sağlayan, sadece bizim değil ülkenin her yanında adalet arayan insanların yanında olan basın emekçilerine, özellikle de yakın zamanda tutuklanan 16 Kürt gazeteciye teşekkür etmek istiyoruz.

DAHA FAZLA