TİP’in 13 Şubat ‘müdahale’si – III

TİP’in 13 Şubat ‘müdahale’si – III

TİP’in siyasete ‘müdahale’sini konuştuğumuz 5 günlük söyleşi dizisinin üçüncü gününü KHK'li Akademisyen Uraz Aydın'a ayırdık.

Tugay Candan - @TugayCandann

Mail: [email protected]

Bir taraftan ülke Saray Rejimi’nin karanlığında gittikçe büyüyen bir yıkımla karşı karşıya kalırken, bir taraftan da bu karanlıktan kurtuluş için toplumsal muhalefeti bir araya getirecek bir mücadele ittifakı için arayışlar sürüyor.

Bu arayış, geçen günlerde 8 siyasi yapının yaptığı bir toplantı ve ortak açıklama ile ete kemiğe bürünme yoluna girdi. Bu koşullarda, arayışın temsilcilerinden Türkiye İşçi Partisi (TİP) 13 Şubat’ta İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenecek Müdahale Kongresi’ne yönelik Hazırlık Konferansını, Türkiye’nin dört bir yanından toplanan delegasyonu ile 29-30 Ocak tarihlerinde İstanbul’da yaptığı toplantılarla tamamladı.

Biz de 13 Şubat’taki kongre öncesinde, konferans sürecini partiye son dönemde katılan; bazıları başka geleneklerden gelen TİP üyelerine sorduk.

TİP’in siyasete ‘müdahale’sini konuştuğumuz 5 günlük söyleşi dizisinin ikinci gününü, geçen günlerde Sosyalist Demokrasi İçin Yeniyol ile birlikte partiye katılan KHK’li Akademisyen Uraz Aydın’a ayırdık.

Farklı bir gelenekten gelerek TİP saflarında mücadeleyi sürdürme kararı aldınız. TİP’e katılma süreciniz nasıl gelişti, nasıl karşılandınız?

Türkiye İşçi Partisiyle ve orada bulunan birçok arkadaşla bir dizi birleşik zeminde çalışma imkânı bulmuştuk zaten. Biraz geriye gitmek gerekecek ama örneğin Türkiye’deki doksanların ortasında kurulan iki önemli birleşik parti deneyimi olan Birleşik Sosyalist Partiden ve sonrasında Özgürlük ve Dayanışma Partisinden birçok yoldaşla birbirimizi tanıyoruz. Daha yakın tarihte Birleşik Haziran Hareketi içinde, ardından 1 Kasım 2015 seçimlerine giderken HDP’ye destek için kurulan bağımsız bir sosyalist inisiyatif olan Saray Yıkılacak Halk Kazanacak platformunda ve Birleşik Emek Koordinasyonunda birleşik faaliyetler yürütmüştük.

Bizim için birleşik zeminlerin, mümkünse kalıcı, kendini inşa eden ve bağımsız bireylerin de dahil olabileceği inisiyatiflerin oluşturulması öncelikli olmuştur. Uluslararası işçi hareketinin tarihine dair tartışmaları, farklı stratejik yönelimleri ve siyasal değerlendirmeleri yok saymadan ama bunları aşılmaz sınırlar olarak da görmeden yan yana gelmenin imkanlarını aramak durumundayız. Bunu da tabii ki bir birleşme fetişizminden değil, sosyalist hareketin çoğulcu bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyduğu tespitinden yola çıkarak, sabırlı bir çalışmayla emekçi kitleler içinde kök salacak, sınıf mücadelesinde belirleyici bir aktör haline gelecek bir devrimci kitle partisinin inşasını hedeflediğimiz için savunuyoruz. Birbirinden farklı örgütsel dinamiklere ve programatik referanslara sahip partiler olmakla birlikte bizim BSP ve ÖDP’de olduğu gibi, bugün TİP’in inşasına katılma yönelimimiz de böylesi bir perspektifin sonucu. Yani bir anlayıştan vazgeçtiğimiz için değil, tam da sosyalist inşa perspektifimizle örtüştüğü için Türkiye İşçi Partisinin saflarında mücadele etmeye karar verdik.

Öte yandan biz bunu, dünyanın muhtemelen en bölük pörçük sosyalist hareketine sahip Türkiye için değil sadece, uluslararası bir örgütsel inşa stratejisinin parçası olarak savunduk hep. Bir parçası olduğumuz uluslararası hareket, Dördüncü Enternasyonal, imkanını bulduğu hemen her ülkede, yetmişlerin sonundan itibaren sosyalist hareketin birleşik ve çoğulcu bir zeminde yeniden yapılanması hedefini önüne koydu. Hatta Enternasyonal olarak da kendimizi ileride kurulması gereken, antikapitalist, feminist, ekolojist çerçevede farklı siyasal akımların içinde yer alacağı daha geniş, kapsayıcı, çoğulcu bir Enternasyonalin parçası olarak görüyoruz. Bu deneyimler sonucunda ortaya çok farklı parti biçimleri çıktı, kimileri başarısız oldu, kimileri -göreli olarak elbette- belirli bir siyasal güç oluşturmayı başardı. Bugün için Portekiz’den Brezilya’ya, Danimarka’dan Rusya’ya, Pakistan’dan Fransa’ya ve şu aralar yeni ve heyecan verici bir birleşik antikapitalist zeminin kurulmakta olduğu Yunanistan’a, bir dizi ülkede bizim de katıldığımız birleşik inşa deneyimlerini bu türden bir arayışın ürünü olarak sayabiliriz.

TİP’e dahil olma sürecimize dönersek son dönemde zaten Kent Emekçileri Dayanışmasının faaliyetlerinde birlikte yer aldığımız TİP’li yoldaşlarla çeşitli görüşmeler, sohbetler yaptık. Biz kendi bakışımızı ifade ederken, arkadaşlar da kendi güzergahlarının son derece açık ve samimi bir bilançosunu sundular. Elbette TİP’in katılıma açık bir zemin oluşturmasının ötesinde politik perspektifte, tarihsel referanslarımız farklı olsa da bugüne ve yarına dair siyasal görevlerde büyük oranda anlaşıyor olmak da belirleyici oldu. Bu konuda da TİP’in hem sınıf mücadelesini merkezine alarak emekçiler nezdinde ilgi uyandırmış olması hem de her sosyalist partinin yapması gerektiği gibi -fakat bir kısmının da yapmadığı gibi- Kürt halkının mücadelesiyle mesafeli değil dayanışmacı ilişkiler içinde bulunması önemliydi. 

   URAZ AYDIN KİMDİR?

   Uraz Aydın, Barış Bildirisi’ne attığı imzadan dolayı 686 sayılı KHK’yle Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edildi. Gazetecilik ve çevirmenlik yapıyor.

TİP’e katılmanızdan kısa bir süre sonra Müdahale Kongresinin Hazırlık Konferansı yapıldı. Kongre süreci 13 Şubat’ta tamamlanacak. Konferans delegasyonunun halka “Gelin, ülkemizin kaderini ellerimize alalım” çağrısı var. Bu konferansın önemi neydi?

Önemini herhalde partinin başından beri inşasında yer alan arkadaşlar daha iyi değerlendirir ancak bugüne dek dışarıdan, ilgiyle tabii, takip eden biri olarak TİP’in kendi örgütsel yapısını ve politik stratejisini fazlasıyla sarsıntılı geçecek bir siyasal dönemece göre yeniden düzenlediği, bu döneme hazırladığı bir konferans olarak gördüm. Adına da göndermede bulunmak gerekirse, emekçiler ve ezilenler nezdinde bir çekim odağı olmaya yönelmiş bir partinin, tam da aşağıdakilerin ihtiyaçlarına, taleplerine, özlemlerine dayanarak tarihe müdahale etme iradesini ortaya koyduğu bir konferans denebilir belki. Bununla birlikte müdahalenin yanı sıra, konferanstan edindiğim izlenim bunun aynı zamanda bir inşa sürecinin parçası oluşuydu. Türkiye İşçi Partisi kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içerisinde kendisini var etmeyi başardı, sınıf mücadelesinde etkin bir aktör olmaya aday olduğu gösterdi ve bu yönde azımsanmayacak adımlar attı. Ancak sevgili Erkan Baş’ın söylediği bir şeye kesinlikle katılıyorum, “Biz büyüyoruz, büyümek önemli tabii ama asıl olan örgütlenmek” diyordu bir yerde, mealen aktarıyorum. Dolayısıyla siyasal müdahaleyle örgütsel inşayı birlikte yürütmenin, inşayı hiçbir zaman tamamlanmış saymayıp tam da konjonktürün ihtiyaç duyduğu müdahaleler ve elbette ki kitle mücadeleleri içinde sürekli kılmanın önemini vurguladı bu konferans bence.

Sizce konferans nasıl geçti?

Kişisel olarak son derece heyecan verici buldum. Öncelikle bir dizi işçi direnişinin ardı ardına parlayıverdiği ve hatta Trendyol örneğinde kazanımla sonuçlandığı günlerde meydana gelmesi konferansta coşkulu bir atmosfer yarattı. Benim için özellikle delegasyonun gençliği hakikaten şaşırtıcıydı. Türkiye İşçi Partisi özellikle emek mücadelesi alanındaki müdahaleleriyle öne çıkıyor olsa da, burada kürsüde genç feministlerin, LGBTİ+’ların, engelli hakları savunucularının ve vegan aktivistlerin konuşmaları, içinde yer aldıkları mücadele alanlarının taleplerini partinin gündemine dahil etmeye dönük iradeleri etkileyiciydi. Ayrıca Ağrı’dan gelen bir elektrik dağıtım şirketi çalışanı yoldaşımızın konuşmasının sonunda cezaevlerindeki tutsaklara ve Selahattin Demirtaş’a selam göndermesinin salonda yarattığı coşku da görülmeye değerdi.

Herhalde en son 15 yıl kadar önce büyük sayılabilecek (kendi ölçümüze göre) bir partinin, ÖDP’nin kongresine katılmıştım. İçindeki çoğulcuğu yitirmeye, hatta budamaya yönelmiş bir partinin, kendini tek bir siyasal aidiyetin sınırları içinde konsolide etmeyi tercih etmiş bir partinin kongresiydi. Uzun yıllar emek verdiğimiz, hem eleştirip hem de inşa etmekten geri kalmadığımız bir partiydi ve hakikaten hüzün verici bir deneyim olmuştu. Şimdi yıllar sonra bambaşka bir dilin, hatta birçok dilin geçerli olduğu, vakti zamanında henüz çok zayıf olan kimi mücadelelerin kazandıkları güç itibariyle kendilerini özgüvenle ifade ettiği ve hem eleştirelliğin hem de özeleştirelliğin eksik olmadığı bir konferans yaşadım. Ayrıca kendi kuşağımdan, doksanların öğrenci hareketinden tanıdığım, yahut farklı mücadeleler ve siyasi çevrelerden bildiğim bir dizi insanla, burada, Türkiye İşçi Partisi saflarında buluşmak da benim için ayrıca önemliydi.

Konferansın ortaya koyduğu irade ve alınan kararlar sizin için ne ifade ediyor?

Öne çıkan veya benim öne çıkarmayı gerekli gördüğüm birkaç nokta var. Öncelikle kararlarda, nasıl desem, bir “inşa halindeki özgüven” hissediliyor ve bu iyi bir şey. Bu rejimi devirmeye ve ötesinde, sermaye düzeniyle hesaplaşmaya dönük bir kararlılık var elbette ama muhtemelen parti kurulurken beklenenin ötesinde bir toplumsal karşılık bulmanın sonucu olarak pekişmiş bir irade söz konusu sanki. Sadece sosyalist hareketin farklı damarlarından gelen, halihazırda devrimci olan bireylerden değil siyasal yelpazenin bambaşka noktalarında bulunmuş kesimlerden, emekçilerden, kadınlardan, gençlerden gördüğü desteğe karşılık vererek katılım kanallarını daha da fazla açmaya yöneliyor; “Ben daha fazlasını da kaldırırım ve ancak bu şekilde bu rejimi de sistemi de değiştiririz” diyor. En azından ben öyle okuyorum. Bu da elbette çoğulcu bir siyasal kültürün derinleştirilmesine müsait bir zemin oluşturuyor.

Seçim konusunda HDP’yle ve mümkünse başka sosyalist partilerle birlikte oluşturulacak bir üçüncü ittifakı, bir halk ittifakını savunduğunu bir müddettir söylüyordu zaten TİP yöneticileri. Bu davet burada yineleniyor ve daha geniş olarak toplumsal muhalefetin tüm alanlarına sesleniliyor. Vekil yoldaşlarımızın, elbette ki partinin yükünü omuzlayan tüm militanlarının çabasıyla, Meclisle sokak arasında kayda değer bir denge kurduklarını düşünüyorum. Ve tam anlamıyla kimyasını bozdukları o meclise çeşitli toplumsal mücadelelerin öznelerini taşıma yöneliminin, elbette ki tabanla organik bağ korunduğu ve sokaktaki mücadeleleri beslediği oranda gayet tutarlı bir perspektif olduğu kanısındayım.

Son olarak da siyaset güçle yapılır denir. Doğrudur. Ama sosyalist siyaset, sınıf siyaseti aynı zamanda inançla da yapılır. Hadi daha provokatif bir ifade kullanayım, “iman”la yapılır. Seküler bir imandan söz ediyorum elbette. İnsanın kendisini aşan bir şeye, kolektif bir amaca, bir değerler bütününe iman etmesi, devrimci mücadelenin manevi yakıtıdır. Lucien Goldmann veya Daniel Bensaïd gibi Marksistler bilhassa bu konu üzerinde durur. Dolayısıyla bugün her ne kadar sosyalizm fikri bir dizi mağlubiyetten kaynaklı olarak yara almış olsa da, onu tekrar, özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik bir alternatif olarak inandırıcı kılmanın, insanların kendi kendilerini yönetecekleri özgürleşmiş bir gelecek tasavvuru sunmanın, herkesin daha az çalışıp kendini daha fazla gerçekleştirebileceği bir toplumu arzulanır kılmanın da devrimci stratejinin vazgeçilmez bir unsuru olduğunu düşünüyorum. Konferansın seçimi bir araç olarak kullanıp sosyalizmi milyonların talebi haline getirmeye dair yönelimi benim için bu açıdan önemli.


TİP’in 13 Şubat ‘müdahale’si – I

https://ilerihaber.org/icerik/tipin-13-subat-mudahalesi-i-136613

TİP’in 13 Şubat ‘müdahale’si – II

https://ilerihaber.org/icerik/tipin-13-subat-mudahalesi-ii-136638