Sermayenin ipte bıraktığı karbon ayak izi

Sermayenin ipte bıraktığı karbon ayak izi

Kapitalist ekonomi her krizden kendine artı değer üretme huyundan hiç vazgeçmemiştir. Bu işgüzarlığını da devletler aracılığı ile Paris İklim Sözleşmesi adı altında tescil ettirmiş, üstelik bu kadar arsızlık yetmez diye küresel iklim krizinin nedenini emeğinden başka bir sermayesi olmayan milyarlarca insanın üzerine yıkmıştır.

Cihan Ersoy

Küresel ısınma ve buna bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliğinin baş suçlularından biri olarak gösterilen, atmosferimizdeki miktarı fosil yakıt kullanımı ile en büyük payı elinde tuttuğu karbondioksit( CO2) gazı, atmosferimizden temizlenerek sebep olduğu olumsuz etkilerin ortadan kalkması, ekosistemin kendini onarması için belli bir miktarda tutulması gereken bir öğe yerine sermaye tarafından alınır ve satılır bir meta haline gelmiştir. Dolayısı ile sebep olduğu küresel iklim değişikliği de bir kriz olmaktan çıkarılıp sermaye değiş tokuş aracı haline sokulmuştur.

Kapitalist ekonomi her krizden kendine artı değer üretme huyundan hiç vazgeçmemiştir. Bu işgüzarlığını da devletler aracılığı ile Paris İklim Sözleşmesi adı altında tescil ettirmiş, üstelik bu kadar arsızlık yetmez diye küresel iklim krizinin nedenini emeğinden başka bir sermayesi olmayan milyarlarca insanın üzerine yıkmıştır. Sermaye açısından suçlu bellidir. Ürettiği ürünü tüketen insan toplumu küresel krizin başlıca nedenidir. Çözümü de o bulacaktır. Örneğin satın alacağı herhangi bir ürün karbon vergisi üzerine bindikten sonra son alıcıya ulaşacak, hayatını devam ettirmekten başka bir gailesi olmayan insanlar bu krizin bedelini peşin ve paşa paşa ödeyecektir.

Şimdi duruma şöyle bir dışından bakalım. Bakalım ki bu krizin sorumlusu kim karar verelim.

Atmosferimizde gaz emisyonlarının oluşturduğu sera etkisinin büyük parçasını karbondioksit olduğunu söylemiştik. Karbondioksit emisyonunun sebebi olan fosil yakıtların kullanılmasının sektörel dağılımına bakacak olursak; endüstriyel üretim, ulaşım, tarımsal üretim gibi kısımların yüzde 70-75'lik bir payı olduğu görülebilir. Kalan miktar ise tüm bu üretim zinciri olmasa insanların ısınma ve elektrik ihtiyacını karşıladığı kısımdır. Yani sonuç olarak fosil kökenli yakıt kullanımının açığa çıkardığı emisyonun başlıca sorumlusu, sermayenin ta kendisidir. Ortaya çıkan etki ise sadece karbondioksitten kaynaklanan bir etki değildir. Karbondioksit, küresel ısınmanın başlangıç tepkimesini oluşturmuş, ısınmadan kaynaklanan deniz ve okyanus suyu sıcaklığındaki yükseliş ise daha fazla su buharının atmosfere karışmasına neden olmuş, böylece gerek güneşten gelen ısı gerekse Dünya yüzeyindeki insani faaliyetlerden kaynaklanan ısının atmosferden kaçış süresini artırmış dolayısıyla atmosferimizin daha da ısınmasına neden olmuştur.

Şimdilerde ise Paris İklim Sözleşmesi ile devletler atmosferdeki sıcaklık artışını 1,5 derece ile kısıtlamış, sıcaklık artışını engellemek için gerekli tedbirlerin alınmasını özendirmeye çalışmaktadır. Buraya kadar niyeti sorgulamadık. Fakat esas dalavere buradan itibaren başlıyor desek yanılmış olmayız sanırım. Küresel ısınmanın emisyon azaltılması ile olacağını öne süren anlayış bir yandan da emisyon borsası aracılığı ile karbondioksiti alınıp satılır bir meta haline getirmiştir. Burada şu soruyu sormak kesinlikle hakkımızdır: Bu meta ortada dururken ve bunun üzerinden rant elde edilebiliyorken sermaye, karbondioksit emisyonunun tamamen ortadan kaldırılmasını ister mi?

Şimdi neden istemediğini düşündüğümü açıklamalıyım.

1) Karbon emisyon borsası aracılığı ile gelişmemiş ya da az gelişmiş ülkelerin mecburen açığa çıkardığı emisyonu takas ederek gelir elde etmek.

2) Kendi topraklarında emisyon oluşturabilecek teknolojileri terk edip, bu teknolojileri gerek ikinci el gerekse yeni üretim olarak enerji açığı olan ülkelere pazarlamak. Buradan çıkacak emisyon için de karbon borsası aracılığı ile bu ülkelerin insanlarını sömürmek.

3) Bu ülkelere yenilenebilir enerji sistemleri kurmak için teknoloji satmak ya da finansal destek(?)te bulunmak. Öyle ya ,vereceği kredinin faizi de artık nerelere kadar çıkarsa.

4) Sınırda karbon ya da karbon vergisi adı altında alacağı ürünlerin karbon diyetini bu ülkelere ödetmek.

Sonuçta zaten üzerine basa basa söyledikleri bir şey var: ‘’Küresel iklim krizinin piyasa değeri 10 trilyon folar civarında olacaktır’’ Bu söz bana ait değil.

GÜNEŞ VE RÜZGAR BİZE YETER!

Kısa bir bilgi vereyim. Hani hep deriz ya 'Bizim enerji kaynağımız güneştir' Evet, kesinlikle doğru; güneşten gelen radyasyon halindeki enerji, kimyasal bağ enerjisine dönüştürülerek depolanır. Büyük bir kısmı da Dünya'dan yansıyarak atmosferden uzaya gider. Dünya bir nevi yansıtıcı olarak işlev görür. Kaçan enerjinin miktarı, atmosferdeki gaz yoğunluğuna göre değişir. Ama ortalama olarak güneş ışığı dünya yüzeyine 5kw/m2 lik bir enerji ile çarpar. Güneşten gelen bu enerji, bir taraftan iklimin dengesini oluştururken bir yandan da fotosentez ile kimyasal bağ enerjisine dönüşür. Rüzgarlar, denizlerdeki dalgalar hep bu enerjinin dünya üzerinde oluşturduğu fiziksel olaylardır. Kimyasal bağ enerjisi şeklinde depolanan kısımda, zamanla jeolojik süreçlerin sonunda yüksek basınç ve ısı ile termokimyasal reaksiyonlar sonucu şimdi fosil kökenli yakıtlar dediğimiz ham petrol, kömür ve doğal gaza dönüşürken, ayrıca bitkilerin doğrudan yakılması için odun oluşumunu da sağlar. Özetle, biz enerji çevrimi için doğrudan güneş enerjisini kullanırız. 
Yenilenebilir enerji çevrimi için de güneş bizim tek enerji kaynağımızdır. Kaynağın kullanımını verimli hale getirdiğimiz oranda yararlanma miktarı da doğru orantılı olarak artar hali ile. Burada teknik bir polemiğe girmeye gerek yok ama gerek fotovoltaik paneller (Güneş ışığından doğrudan elektrik gücü üreten paneller) gerekse dikey rüzgar türbinleri, işleyiş ve yapım mantığı gereği bir çok olumsuzluklar yaratmaktadır. Ayrıca enerji çevriminin kim için ve ne adına yapıldığı, iletim hatlarının verimliliği de tartışma konusudur ama burada değil.

Bunca yazılan şey laf kalabalığı olarak algılanabilir elbette ama varmak istediğim yer açısından bu açıklamaları yapmanın elzem olduğunu düşünüyorum. Sebepleri tartışmadan sonuca ulaşmak hele ki böylesi bir konuda neredeyse imkansız.

Asıl konumuza dönelim biz. Atmosferimizde biriken sera gazları (Karbondioksit, su buharı, metan vs.) Şimdi bir sorum olacak size. Diyelim ki bankaya borcunuz var ve başka bir bankadan alacağınız kredi ile o borcu kapatacaksınız. Peki, borcu ortadan kaldırmış mı olursunuz yoksa ertelemiş mi? İşte günümüzde sermayenin karbondioksit gazına bakış açısı tam da böyle. Karbon yakalama teknolojileri diye uğraştıkları konu, tamamen karbondioksit gazının atmosferdeki dolaşımını ertelemek üzerine. Tamamen yok etmek değil. Karbondioksit, kimyasal yapısı gereği kararlı bir gaz. Öyle kendiliğinden yapı elementleri olan karbon ve oksijene ayrılmaz. Bunun için kimyasal ya da biokimyasal bir dizi reaksiyon olması gerekir. Kimyasal reaksiyon için ortama verilmesi gereken minimum enerji, kimya yasalarının bize öğrettiği üzere oksijen ile karbonun kimyasal tepkimesinde açığa çıkan toplam enerjiye eşittir o enerji eşdeğeri ise sayısal olarak, kg karbon başına 8 bin 113 kcal'dir. Bu sayısal değeri öyle futbol sahası gibi benzetmelere boğmayacağım. Ama yaklaşık 9,5 kW gücündeki bir motoru bir saat çalıştırabilecek bir enerji miktarına denk gelir. Reaksiyonun tersini yapmayı yani karbondioksit gazındaki karbonu oksijenden ayırmayı düşünürsek, bu miktarın daha fazlasına ihtiyacımız var demektir.

İşte fazla enerji gereksinimi, karbonun elementel ve inert (Tepkime vermeyen) bir hale getirilmesinin önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Ama atmosferde biriken karbondioksitin yok edilmesinin temel şartı bu.

Biokimyasal süreçlerde bu biraz yavaş ilerlemesine rağmen daha az enerjiye ihtiyaç duyuyor. Bilindiği üzere karbondioksit, fotosentezin temel girdilerinden biri. Bu sayede bitkiler ve bir kısım bakteriler (Algler); güneş ışığı, besin elementleri ve karbondioksiti alarak kendilerini üretiyorlar. Yani karbondioksiti biokütleye çeviriyorlar. Bu reaksiyon sonucunda karbon kütle içinde bağlanırken, oksijen de serbest kalarak atmosfere karışıyor. Ekosistemimizin toplam fotosentez kapasitesini 100 birim olarak düşünürsek, bunun 50 biriminden karasal bitkiler sorumlu iken kalan 50 birimi de algler tarafından sağlanır. Gerek okyanusta, denizlerde ve karasal sularda algler oksijen sağlama konusunda en büyük yardımcılarımızdır. Çünkü bir bitki hücresi bir kere bölünerek çoğaldığında iki yeni hücre oluştururken, algler bir bölünmede dört yeni hücre oluşturur. Üreme hızları bitkilerden çok yüksek olduğu için fotosentez kapasiteleri de o denli hızlıdır. Atmosferden çekilecek olan karbondioksit formundaki karbonun atmosfere tekrar karışması için gereken süreyi oldukça uzatacaktır.

Karbon yakalama ya da karbon avcılığı ile ilgili yapılan çalışmaların büyük kısmı, karbonun atmosfere tekrar verilmesi sürecini ya çok önemsememekte ya da meta haline getirdikleri için üzerinden elde edecekleri kar daha tatlı gelmekte. Bu konudaki bir çok teknoloji, karbonu inert olarak bağlamak için değil. Ya karbondioksiti gaz olarak tutup gıda, çelik endüstrisi, inşaat teknolojilerinde kullanmak üzerine ya da metal karbonatlar şeklinde kimyasal açıdan kararsız yapılara bağlamakta. (Örneğin; kalsiyum, magnezyum karbonat formunda) Kimyasal adlarını kullandım ama bu yapıların hepimizin bildiği bir adı var o da kireç. Karbondioksit, kalsiyum ve magnezyum elementleri ile Karbonat formunda ( CaCO3, MgCO3) kireç oluşumuna katılır. Ülkemizdeki Toros Dağ silsilesi tamamen bu yapılardan oluşmuştur. Bu kimyasal yapılar, kimyasal şartların değişimine karşı oldukça savunmasızdır. Şartlarda olacak bir değişiklik, karbondioksitin tekrardan gaz haline gelerek atmosfere karışmasına neden olur.

Karbonu bu formda ya da gaz halinde depolamak sorunu çözmek değil aksine ötelemekten başka bir işe yaramaz. Hatta biraz da kötü niyetle bakacak olursak önümüze iki felaket senaryosu çıkar.

1) Depolanan Karbondioksit atmosfere karışınca fazladan emisyon yaratır.

2) Nasıl olsa Karbondioksit sorunu çözülüyor diye Fosil kökenli yakıtların kullanımı meşru hale gelir.

Her iki durumda da karbondioksit konsantrasyonu atmosferde kümülatif olarak artacaktır.

Görülüyor ki uygulanan ya da Ar-Ge'si yapılan bu teknolojiler, karbonu ve onun yarattığı sorunları ortadan kaldırmak şöyle dursun karbondioksiti ve iklim krizini bir meta haline getirmek üzere kurgulanmıştır. Kimsenin karbonu inert (Tepkime vermeyecek) bir forma getirip sorunu kökünden çözmek gibi bir niyeti yok.

Bu durumun etkilerine sadece biz insanlık olarak maruz kalmıyoruz. Bu durum ile uzak-yakın hiçbir dahli olmayan sayısız canlı türü de etkileniyor, türler yok oluyor, ekosistemin dengesi altüst oluyor. Dünya, içinde yaşayan bütün canlı formları açısından yaşanmaz hale geliyor.

İklimimizin değişimi, değişimin yarattığı olumsuz nedenlerin temelinde sermayenin kar hırsı yatıyor. Bu tespiti yapmanın eksiği var fazlası yok. Küçük mutlu azınlık ceplerini doldursun diye emeği ile geçinmek zorunda olan büyük insanlık ailesi ve canlı türleri feda ediliyor.

Şimdi biraz (Çevreciliğimizi) sorgulama ve bu durum ile kökünden mücadele etme zamanı. Hem kendimiz için hem çocuklarımız için hem de ekosistemimiz için.