Seçimler, emekçiler ve 'mahalle siyaseti'nin sınırlarını aşmak

Seçimler, emekçiler ve 'mahalle siyaseti'nin sınırlarını aşmak

Erdoğancılıkla ana akım Erdoğan karşıtlığı arasına sıkışmış “mahalle siyasetinin” sınırlarını aşmak, ancak emekçiler lehine sınıf tarafgirliğini esas almakla, yani birleşmesi gerekenleri birleştirmek, ayrışması gerekenleri ayrıştırmakla mümkün. Bu nedenle mevcut siyasal bloklaşmanın sınırlarını ana akım Erdoğan karşıtlığı gibi sağa çekerek değil, tersine soldan, toplumsal mücadeleler ve sınıf bağımsızlığı yoluyla aşmayı önümüze koymalıyız.

Foti Benlisoy

Seçim sonuçlarının muhalefet saflarında kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulması kaçınılmaz. Önümüzdeki dönemde her siyasal cenah kendi meşrebine, kendi siyasal pozisyonu ve sınıf konumuna uygun “dersler” çıkartmak arayışında olacak.

Engels seçimleri sınıflar arası siyasal ve toplumsal güç ilişkilerinin tabir caizse hararetini ölçen bir termometreye benzetirdi. Son seçimin termometresinin gösterdiği en aşikâr netice, iktidar ve muhalefet bloku arasında geçişsizliğin devam ettiği, siyasal partiler arası kaymaların esas itibarıyla bloklar içerisinde gerçekleştiğidir. Daha vahimi, iktidar bloku içerisindeki kaymalar esas itibarıyla sağın daha da sağına doğrudur.  

Bu manzara ana akım muhalefet bloku dahilinde, iktidarın ancak dümenin daha da sağa kırılması yoluyla geriletilebileceği argümanına muhtemelen güç katacaktır. Siyasal polarizasyonu ve mevcut bloklaşmayı aşmak adına yüzünü daha da sağa dönen, “sağa konuşan” ve “sağla sağcılık yarıştıran” bir siyasal stratejinin benimsenmesi gereği vurgulanacaktır. Birinci turun hemen akabinde apar topar böyle bir çizgiye girilmesi, daha agresif bir milliyetçi dilin tercih edilmesi bu bakımdan hiç de tesadüf değildir.

Oysa emekçilerin sınıf olarak davranabilme kapasitesinin bunca akamete uğradığı bir ülkede, “otoriterizme” karşı siyasetin vasatını ister istemez daha da sağa çekecek bir muhalefet stratejisinin benimsenmesi, tam da o otoriter yuvarlanışın toplumsal alanını genişleten bir etkide bulunacaktır. Mevcut siyasal bloklaşmayı daha sağa kırarak ihlal etmeye dönük her girişim, sağcılığın toplumsal ağırlığı ve siyasal etkisinin daha da artması sonucunu yaratacaktır.      

Bu nedenle bir hususta özellikle net olmalıyız: Muhalefet seçimi, mesela “az” milliyetçilik yaptığı veya milliyetçi-devletçi argümanlara "geç başvurduğu" için kaybetmedi. Muhalefet “kazanacak aday” tercihi yapmadığı, yani sağa hitap edebilecek, böylece sağdan parçalar kopartabilecek daha sağcı bir aday göstermediği için de kaybetmedi. Düzen içi muhalefet, üstelik emekçiler aleyhine bir bölüşüm şokunun ortasında, iktidarın toplumsal tabanını istikrarsızlaştıracak, iktidarın tabanındaki emekçi ve ezilenlere hitap edecek ufku ve takati olmadığı için kaybetti.  

Mevcut otoriter-şefçi “olağanüstü hal” rejimini mümkün hale getiren, emekçi ve ezilenleri bir sınıf olarak davranamaz, eyleyemez kılan hâlihazırdaki toplumsal-sınıfsal güç dengeleridir. Emekçilerin siyasal alana kendi çıkarları doğrultusunda müdahale edebilme, kendi kaderlerini belirleyebilme kudretlerinde hiç değilse son yirmi yılda gerçekleşmiş olan o muazzam erozyon, karşı karşıya olduğumuz rejimin varlık koşuludur. Dolayısıyla o toplumsal-sınıfsal güç dengeleri alttakiler lehine değişmedikçe aynı yerde debelenmeye devam edeceğiz.

Bu durumu tersine çevirebilecek şey, siyasal istibdadı fabrikadaki sermaye istibdadıyla, evdeki patriyarkal istibdatla birlikte hedefine koyan ve üretim ve bölüşüm ilişkilerini yeniden siyasallaştıran, siyasal alanın konusu kılan “plebyen” bir istibdat karşıtlığının ayrıksı bir çizgi olarak örgütlenmesidir. Siyasal güç ilişkilerinin ancak toplumsal-sınıfsal güç ilişkilerinin değişmesiyle mümkün olabileceğini savunan, neoliberalizmin depolitize ettiği alanları siyasetin merkezine taşıyan “kızıl” (ve “mor”, ve “yeşil” ve “gökkuşağı”) bir istibdat karşıtlığının olası toplumsal tabanı muhtemelen sandığımızdan da geniştir.

Unutmamalı: Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın açık bir sınıf içeriği yok. “Erdoğanizm” nasıl birlik olması gerekenleri (emekçileri) bölüyor, ayrı olması gerekenleri (emekçileri ve sermaye) birleştiriyorsa düzen içi Erdoğan karşıtlığı da ister istemez aynısını yapıyor. Dolayısıyla Erdoğancılıkla ana akım Erdoğan karşıtlığı arasına sıkışmış “mahalle siyasetinin” sınırlarını aşmak, ancak emekçiler lehine sınıf tarafgirliğini esas almakla, yani birleşmesi gerekenleri birleştirmek, ayrışması gerekenleri ayrıştırmakla mümkün. Bu nedenle mevcut siyasal bloklaşmanın sınırlarını ana akım Erdoğan karşıtlığı gibi sağa çekerek değil, tersine soldan, toplumsal mücadeleler ve sınıf bağımsızlığı yoluyla aşmayı önümüze koymalıyız. “Plebyen” bir istibdat karşıtlığının, yani sınıfsal muhtevası belirgin kılınmış, ayrıksı bir muhalefet çizgisinin anlamı bu.

Seçimde dikkate değer bir başarı elde eden Türkiye İşçi Partisi böylesi bir hattın toplumsallaştırılması açısından kritik bir konumdadır. TİP, bir yandan rejime karşı güçlü bir muhalefet yaparken diğer yandan da iktidar blokunun tabanındaki emekçilere hitap edebilme kapasitesine sahip olduğunu göstermiştir. Bu kapasitenin, nüve halindeki bu potansiyelin geliştirilmesi durumunda siyasal topoğrafyada bugün hesap dahi edemediğimiz sarsıcı değişikliklerin gündeme gelmesi pekâlâ mümkündür.  

Şefçi rejim karşısında kuvvetler ayrılığı ya da parlamenter rejim savunusunun kendi başına yeterli olacağı zehabındaki ana akım istibdat karşıtlığının sınırları ve yetersizlikleri ortadadır. TİP, Yeşil Sol Parti ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın diğer bileşenleriyle birlikte, Saray Rejimi’ne karşı muhalefetin toplumsal-sınıfsal içeriğini derinleştiren güçlü bir rol oynayabilir. Sağa karşı ancak sağcılıkla muhalefet edilebilen, sağın alternatifinin yine sağ olduğu bu kısır döngüyü kırabilir. Eskilerin tabiriyle “demokratik görevlerle sosyalist görevlerin” belki de hiçbir zaman olmadığı kadar kaynaştığı bir devirde olduğumuzu bir an bile unutmamalıyız.

DAHA FAZLA