‘Muhalefet’in savaş açmazı

‘Muhalefet’in savaş açmazı

Tecrübeyle sabit, bomba sesleri duyulduğunda işçi ölümleri, yüksek enflasyon, yolsuzluk, kara para hiçbiri gündem olamıyor. Yani, ekonomik kriz baskısı altındaki kitlelerin olası reaksiyonlarını baskılamak için de savaşa ihtiyaç vardı.

Engin Deniz

Geçen hafta, İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen terör saldırısının henüz dumanı bile dağılmamıştı ki, ortaya bir yığın bilgi ve belge döküldü. Failin saatler sonra evinden alınması, görüntüleri, kimliği, kıyafeti, ÖSO-IŞİD bağlantıları…

Yığınla kafa karıştırıcı bilgi ve görüntü vardı, ama iktidar emindi; saldırı PKK/YPG tarafından gerçekleştirilmişti. Ne ortaya çıkan bilgiler ne PKK’nin saldırıyı kınaması ne de mantık bu gerçeği değiştiremezdi artık!

Neresinden tutsan tel tel dökülen bu kötü senaryo, internetin kesilmesi ve sorgulayanların terörist ilan edilmesi ile olağan bir hal aldı.

Kimse de şaşırmadı!

Geziciler, gazeteciler, öğrenciler, akademisyenler, bugünlerde samimi pozlar verdiği Sisi’yi destekleyeneler, vs.

Doğaldı, herkesin terörist ilan edilebildiği yerde, böyle ciddi bir saldırıyı sorgulayanlar, teröristin kıdemlisi sayılırdı. Sonuçta, düşünce suçlarının tarihi, bizde AKP’nin çok öncesine dayanıyor.

Evet, PKK/YPG tarafından yapıldığı iddia edilen İstiklal saldırısı pek de inandırıcı olamadı; öyle bile olsa 700 kilometrelik bir hatta böyle kapsamlı bir operasyon için gerekçe gösterilmesi belki biraz abartılıydı. Zaten bu operasyonun niyeti, uzun zamandır bizzat Erdoğan tarafından dillendirilmiyor muydu?

O halde bu faslı geçip, operasyonun olası nedenleri üzerine daha gerçekçi değerlendirmeler yapmaya çalışalım:

İktidar, uzun süredir Rojava’ya operasyon yapmak için diplomatik girişimlerde bulunuyordu. Ancak başta ABD ve Rusya olmak üzere büyük emperyalist güçlerin mücadele sahasına girmek, çizdikleri sınırların dışına çıkmak o kadar da kolay değildi. Batı ile Rusya arasında Ukrayna cephesinin açılması ve Türkiye’nin aracılık rolü üstlenmesi, Suriye konusunda Türkiye’ye konan ambargonun da gevşemesine yol açtı. İran’ın bölgedeki etkinliği Türkiye’nin önündeki diğer engellerden biriydi. Bir türlü kontrol altına alınamayan ayaklanma, İran rejiminin de önceliklerinin ve odağının değişmesine yol açtı... Ezcümle, uluslararası konjonktür Türkiye’nin Rojava operasyonu için bu kadar elverişli hale gelmişken üzerine ‘denk gelen’ bomba AKP/Saray Rejimi için bulunmaz bir fırsata dönüştü!

Uzun süredir, iktidar bloku içerisindeki çelişkiler ve çatırdamalar sır olmaktan çıkmıştı. Ne var ki, seçimlere beş kala, Saray ittifakının ihya edilmesi ve savaş düzeni alınması artık zaruridir. Uluslararası konjonktürle birlikte, Kürt düşmanlığı ve yayılmacı hevesler konusunda ortaklaşan iktidar bloku için Rojava’dan daha birleştirici bir düşman tahayyül edilemezdi zaten.

Kapımdaki Düşman (Enemy at the Gates) filminde şöyle bir sahne vardır: Filmin kahramanı keskin nişancı Vassili Zaitsev bir siperde düşman askerleriyle çevrili halde sıkışmıştır. Her yere bombalar düşerken Zaitsev şöyle bir yol bulur: Görüş alanındaki Nazi subaylarına tam olarak bomba düştüğü anda ateş eder. Bomba sesi kurşun sesini bastırdığı için, kimse anlamadan, subayların hakkından gelmeyi başarır.

Tecrübeyle sabit, bomba sesleri duyulduğunda işçi ölümleri, yüksek enflasyon, yolsuzluk, kara para hiçbiri gündem olamıyor. Yani, ekonomik kriz baskısı altındaki kitlelerin olası reaksiyonlarını baskılamak için de savaşa ihtiyaç vardı.

İktidar cephesi bildiğimiz gibi yani, muhalefete gelirsek…

“AKP bir oyun kurdu ancak eline yüzüne bulaştırdı.”

Böyle söyleyenler de oldu. Ancak neden çok iyi bir plana ihtiyaç duysundu ki iktidar! Sonuçta “terörle mücadele” dendiği anda hazır ola geçen bir muhalefet vardı.

Ortadaki kötü senaryodan daha çok, iktidarın rahatlığını ve muhalefetin açmazlarını tartışmamız gerekiyor belki.

Savaştan ve açmazlardan söz açılmışken, Joseph Heller tarafından yazılmış Amerikan edebiyatının en ünlü eserlerinden biri olan Madde 22’den bahsetmezsek olmaz. Savaşın acımasızlığı ve mantıksızlığı üzerine yazılan bu kara mizah romanında, savaş pilotlarını uçuşa zorlamak için uydurulmuş ilginç bir madde vardır:

“Madde 22’ye göre; aklı başında bir insanın yapması gereken tek şey, gerçek ve yakın tehlikeler karşısında, kendi güvenliğiyle yakından ilgilenmesidir. Daha fazla bombardıman uçuşuna çıkmak isteyen bu maddeye göre deli sayılır zira kendi güvenliğini düşünmüyordur. Görevden alınması için bir tek şey yapması gerekir: Deli olduğunu söyleyerek yer görevine verilmeyi istemek. Ancak bu istekte bulunduğu an, deliliği geçmiş olur ve dolayısıyla görev uçuşuna çıkması gerekir. O halde; bir subay daha sık görev uçuşuna çıkmayı isterse deli, istemezse akıllı olacaktır. Uçarsa deli demektir ve artık uçmak zorunda değildir; deli olduğunu söylerse aklı başındadır ve uçmak zorundadır.”

Özellikle ulusalcı-milliyetçi çizgide muhalefet yapan aktörlerin önemli bir bölümü benzer bir açmazın pençesinde sarayın kılıcını sallıyor bugünlerde. Bir taraftan iktidarın ömrünü uzatacak politikalara destek vermenin delilik olduğunu söylüyorlar, diğer yandan Kürt düşmanı bir siyasal mantıktan kopamadıkları için -arkasında yatan niyetlerin farkında oldukları halde- AKP’nin yaktığı ateşe odun taşıyorlar. AKP/Saray Rejimi’nin elinde oyuncağa dönüşmüş devleti ve orduyu kutsayıp başarılar dilediklerinde ise ¨yerli ve millî¨den daha çok trajikomik oluyorlar.

İşin acı tarafı, AKP’nin siyasal stratejisine yön veren en önemli faktör de bu durum: İktidar manevralarını, muhalefetin zaaflarına göre belirliyor. Muhalefetin bu zaaflı hali, milyonlarca insanın oyunu alan, seçimin kilit partisi HDP konusunda bile, meşruiyet tartışmasının sınırlarını Saray ittifakının belirlemesine olanak tanıyor.

Yazık.

¨AKP’yi desteklemiyorum, ama Kürtler de…¨

Bu tarz muhaliflerin bir karar vermesi gerekiyor: 

Ya AKP’den şikâyet etmeyi bırakıp Erdoğan’a biat edeceksiniz ya da kendi mantığınızı ve siyasetinizi sorgulayacaksınız!

DAHA FAZLA