Kürtler, sosyalistler ve tıkalı gişeler
Bu yolda birlikte devam edilecekse -ki faşizmi yenmek için tek şansımız bu gibi görünüyor-KÖH ve TSH hareketi arasındaki ilişki yeniden tahayyül edilmek zorunda.
Engin Deniz
Seçimler geride kaldı. Bir kez daha, yapılan hesapların tutmadığı, öngörülerin boşa çıktığı görüldü. Haliyle ciddi bir muhasebe ihtiyacı hasıl oldu. Ancak, seçimlerden bu yana geçen sürede yapılan muhasebenin, sadece yakın dönem hesap hareketlerinin isteksizce gözden geçirilmesiyle sınırlı tutulduğu görülüyor. Örneğin, CHP’nin 20 yıldır muhafazakâr sağcı politik hatta güç vermesi değil de sadece Altılı Masa’nın tartışılması ya da değişim tartışmalarının ufkunun liderlik mefhumuyla sınırlı tutulması vs…
Burjuva siyaseti bildiğimiz gibi… O halde, bugün bize düşen işe kendi cephemizden başlamak.
Seçim döneminde Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde yoğun ve yıpratıcı tartışmalar yaşandı. TİP ve HDP arasındaki “tek liste” tartışması sosyal medya kazanında hakaret ve linçe kadar vardı. Kaybedilen enerji ve ortaya çıkan zarara dair ciddi bir muhasebe yapıldığını söylemekse ne mümkün. Ancak, kimileri için her ne kadar cezbedici olsa da bu tartışmaları devam ettirmeye değil, Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) ve Türkiye Sosyalist Hareketi (TSH) arasındaki ilişkiyi tarihsel kökleri üzerinden bugün yeniden düşünmeye ihtiyacımız var.
Fakat, bu konuda kalem oynatmanın önemli zorlukları var. Bir kere ne söylenirse söylensin ne İsa’ya ne Musa’ya yaranılamayacağını bilerek masaya oturmak gerekiyor. Öte yandan sözün hükmünü azaltan savaş gerçeği var. Bir taraf mücadelesiyle orantılı olarak ağır bedeller öderken, eleştiri hem hoş karşılanmıyor hem de vicdan süzgecinde bazen fazlaca incelebiliyor. Ancak içinde bulunduğumuz durumu bir tıkanma hali olarak görüyorsak, bu durumu merkeze alarak bir çıkış stratejisi üretilemeyeceği de açık.
Ayrıca, tüm gerilimlere ve kesintilere rağmen yarım asırdan fazladır süren mücadele ortaklığı ilerletici bir tartışma için iyi bir başlangıç noktası sayılabilir. Hakkını yemeyelim, ideolojik kesişim kümesi dışında, bu ittifakın tarihselliğinde devletin de önemli bir rolü var. Devlet erkini eline geçirenlerin anti-komünizm ve Kürt düşmanlığı üzerine inşa ettikleri faşist rejimler dün olduğu gibi bugün de önemli bir tutkal.
İlişkiyi konuşacaksak eğer, tarafların birbirini görme biçimlerinden başlamak en iyisi olabilir.
KÖH, TSH’ye nasıl bakıyor?
TSH, Türk soludur. Ne ideolojisinin evrenselliği ne üyelerin etnik çeşitliliği ne de Kürt sorunu konusundaki tutumu bu “gerçeği” değiştirebilir.
TSH istisnalar olmakla birlikte özünde Kemalist-ittihatçı köklerine sadıktır.
TSH’de solculuğun tek ölçeği Kürt sorununa bakış ve temsilcileriyle kurulan ilişkidir.
TSH ittifak ortağıdır. Ancak bu ittifakın hamisi tartışmasız KÖH olmalıdır.
Kitlesel desteği olmayan sosyalistlere, strateji gereği, birer-ikişer vekillik verilebilir (Bu şimdilerde tartışma konusu).
Kabaca böyle. Kabaca derken, karikatürize edilmiş ifadeler olarak algılanmasın. Sosyal medyadaki pespaye söylemler de değil bunlar. Örneğin, son TİP-HDP tartışmasında Kürt medyasında yer alan kimi yazarlar tarafından dile getirilmiş ifadeler bazıları. Peki, bu dil ve yaklaşım nasıl ortaya çıktı?
12 Eylül faşist cuntası, ardından Reel Sosyalizm’in çöküşü TSH’nin hem örgütsel hem de siyasi olarak çözülmesine neden oldu. TSH’deki küçülme, ters orantılı olarak KÖH’teki yükseliş, aradaki ilişkinin muhtevasını da belirledi denebilir. TSH’nin önemli bir bölümü küçüldükçe, kendisinde oluşan boşluğu KÖH’le doldurmaya çalışmış; KÖH ise büyüdükçe belirleyiciliğini doğal bir hak olarak görmeye başlamıştır. Denebilir ki, KÖH bilinçli ve sistematik müdahalelerle değil, arada oluşan kas gücü farkıyla, TSH üzerinde şekillendirici olmuştur. Foucault’un ifadesiyle söylersek, “Kısaca; güç, sahip olunmaktan ziyade kullanılır”. Kullanılmıştır.
TSH, KÖH’e nasıl bakıyor?
12 Eylül sonrası belirginleşen iki ana eğilimden söz edebiliriz:
İlk eğilim temassızlığı benimsemiştir.
Biz bu savaşta taraf olamayız. Bu savaş, solun alanını daraltmakta, siyasetsiz kılmaktadır. Kürt sorunu özünde sınıfsaldır. Sınıfsal karakteri geri plana atılan bir ulusal sorunun özneleriyle de ittifak kurulmamalıdır. SSCB’nin çözülmesi sonrası ulusal hareketlerin pozisyonu zaten değişmiş, emperyalizmin belirlenimine açık hale gelmiştir.
İkinci eğilim, KÖH nebülözünde hareket etmeyi tercih etmiştir. Bu eğilimde hareket eden öznelerin bazıları çekim kuvvetine yenik düşerek Kürt atmosferine girip dağılmış, bazıları ise hızla uzaklaşarak liberalizm ya da milliyetçiliğin eksenine oturmuştur.
Solun gelişmesi için öncelikle Kürt sorununun çözülmesi gerekir. KÖH, bu ülkede ezilen halkın büyük kısmının temsilcisidir. Güncel devrimci görev KÖH’le birlikte mücadele etmektir…
Durumu Metin abiden daha iyi anlatacak değiliz:
¨Artık Türkiye solunun birçok öbeği, ulusal soruna sosyalizmden kalkarak bakmayı bırakmış, sosyalizme ulusal sorundan kalkarak bakmaya başlamıştır. Aslında, bu söylenen bile fazla sayılabilir. 12 Eylül’den sonra Türkiye solu ‘demokratikleşme’ gündemine iyiden iyiye kilitlenmiş, ulusal sorun da bu kilitlenmenin temel motifi olarak gündeme yerleşmiştir.¨*
İki eğilimden bahsettik. Konumuz bu iki eğilim arasındaki tartışma değil. Ancak şunu belirtelim; her iki eğilimde de asıl sorun sosyalizm konusundaki iddiasızlıktır. Bir taraf, ülkenin en önemli sorunlarından biriyle arasına teori duvarı örerken, diğer taraf sınıf mücadelesiyle arasına pratik bir duvar örerek sosyalizm iddiasından uzaklaşmıştır.
KÖH ve TSH arasındaki ilişkinin bugünkü durumu ise, her yıl haberlere konu olan bir fotoğrafı andırıyor. Standart manşet hatırlatıcı olacaktır: “İnatçı sürücüler aynı gişeye sıkıştı.” Bu fotoğraf elbette toplumsal muhalefetin bütünün yaşadığı tıkanma ile birlikte düşünülmelidir, mazeret üretmek için değil… Nihayetinde burjuva muhalefetin halkı karamsarlığa iten krizi, devrimci siyasetin güçlenmesi için yeni fırsatlar olarak da görülebilir. Ancak başta söylediğimiz gibi, işe kendimizden başlamak durumundayız.
KÖH’ün anti-Kürt nizam olarak anılan sistem paradigması belli açılardan güncellenmeye muhtaçtır. Yeni faşizm de diyebileceğimiz dünyadaki sağ popülist dalgadan Türkiye’nin payına düşen AKP/Saray Rejimi, bu konuda dikkate değer bir değişime imza attı. Tek adam, kültür savaşı, manipülatif “biz- onlar” söylemi vb. bazı ortak özellikler barındırsa da yeni faşizm her ülkede kendisini farklı veçhelerle üretti. Türkiye’de ise işleri kolaylaştıran Kürt sorunu gibi önemli bir koz vardı. Kürt düşmanlığı, geçmişte tüm burjuva siyasetini birleştiren ortak payeyken; Erdoğan rejiminde, sistemin içeriden dizayn edilmesinin de aracı haline getirildi. “Kürt yok”tan, “benim dışımdaki herkes Kürt ve terörist” noktasına gelindi. Saray Rejimi’nin korunması adına milliyetçi/muhafazakâr kapının ardına yığılan sistem güçleri ve geniş bir toplumsal taban, aşılması imkânsız bir bariyer görüntüsü veriyor bugün.
Bu bir tıkanma hali ve eğer yeni bir çıkış stratejisi konuşulacaksa; başka kapıların zorlanmasını düşünmek durumundayız. Dağılmak üzere olan, sürekli geçici tahkimatla ayakta tutulmaya çalışılan ekonomi kapısı hemen orada, tarihsel olarak faşizme karşı mücadelede defalarca koç başı işlevi görmüş sınıf siyaseti burada duruyor örneğin. “Öyle bir güç var mı” denecektir.
Sosyalizmin gücü, herhangi bir ülkede onu temsil eden öznelerin üye sayıları veya oy oranıyla ölçülemez. Bugünün Türkiye’sinde kitleselleşen sosyalist özne, büyüyen bir sınıf hareketiyle birlikte milliyetçi/muhafazakâr kapıya zarar verecek en büyük güç olma potansiyelini taşıyor hala.
Konu sosyalizm ve sosyalist iddialar olduğunda KÖH’ün içerisinden yükselen “ne yani, biz sosyalist değil miyiz?” seslerini bir düşünelim.
Bir hareketin ideolojik kimliği konusunda karar vermek için, her şeyden önce programatik hattına ve temel meseleler konusundaki tutumuna bakılır. Ne var ki, zaten teori ve pratik ortadadır. Legal Kürt siyasetinin gündeminde uzun süredir sosyalizm değil “radikal demokrasi”, sınıf siyaseti değil sistem mağdurlarının (Kürtler, Aleviler, emekçiler, kadınlar, diğer halklar...) demokratik birliğini öngören bir mücadele programı yer alıyor.
Ancak ne olursa olsun, gene de KÖH’ün içerisinden yükselen sosyalizm sloganlarına kimsenin diyecek sözü olamaz; sevinçle karşılanmalıdır. Öte yandan, güncel siyasette sosyalistler adına görüş paylaşıldığında, tartışma zeminin “ne yani biz sosyalist değil miyiz?” noktasına çekilmesi -alınganlıktan değilse- hegemonik bir anlayışa işaret eder; ki bu, tam da aynı gişeye sıkışma durumudur.
Ciddi bir siyasi özne için ulusal sorun, emek, toplumsal cinsiyet, ekoloji, göçmenler vb. gibi temel meselelerde siyaset üretmek ve iddia sahibi olmak meşru ve doğaldır. Bu bakımdan ağır baskı koşulları altında KÖH’ün Türkiyelileşme paradigması etrafında ortaya koyduğu siyasi performans gerçekten takdire şayandır. Lakin, bu alanlara dengeli politik bir müdahale geliştirilebildiği herhalde iddia edilemez.
Peki yapılabilir miydi?
AKP/Saray iktidarının Kürt sorunu üzerinden düşmanlaştırma siyaseti olmasaydı bile, gene de, 40 yıllık savaşın ağırlığını taşıyan KÖH için bunun mümkün ve yapılabilir olduğunu söylemek biraz zor olurdu. Bunların hepsinin demokratikleşme başlığı altında bir bütün olduğu ve Kürt sorunun çözümüyle birlikte diğer sorunların çözüm yolunun açılacağı eskiden bu yana tartışılan bir görüş. Uzatmayalım, etnopolitik meselelerle hiç derdi olmayan merkez kapitalist ülkelerde bile, bu sorunların çoğunun çözüm şöyle dursun, katmerlenip krize dönüştüğünü hatırlatmış olalım.
Toparlarsak…
Bu yolda birlikte devam edilecekse -ki faşizmi yenmek için tek şansımız bu gibi görünüyor-KÖH ve TSH hareketi arasındaki ilişki yeniden tahayyül edilmek zorunda. İttifak demek, uyma, uzlaşma, denk gelme anlamına gelse de siyaset matematiksel eşitlikler kurmayı gerektirmez elbette. Zaten, bu mümkün de değildir. Ancak doğası gereği her ittifak, kendisini oluşturan parçaların toplamından daha büyük bir enerji ortaya çıkarmayı hedefler. Büyütmeyen, geliştirmeyen, çoğaltmayan bir ittifak neden yapılsın ki zaten! İttifakı oluşturan parçaların işlevini sekteye uğratan, hareket alanını daraltıp kataleptik duruma sokan bir yaklaşımla, tek tek öznelerin enerjilerinin matematiksel toplamını dahi elde etmek mümkün olabilir mi?
Seçimlerden bu yana KÖH içerisinde de TSH ilişki konusu tartışılıyor. Ancak kamuoyuna yansıdığı kadarıyla; bu tartışma bütünlüklü bir stratejinin parçası olmaktan çok, “TİP krizi”yle patlak veren birikmiş rahatsızlıkların nasıl giderileceği konusuna kilitleniyor. Oysa KÖH ve TSH arasındaki ilişki üzerine düşünmek, geleceği birlikte kazanma stratejisinin bir parçası olarak anlamlıdır. Bu noktada, yeni bir durum olarak, TİP’in gördüğü ilginin nasıl okunacağı, kazanma stratejimizde nereye oturtulacağı çok önemlidir. Şöyle bir soruyla tamamlayalım: Sola/sosyalizme artan ilgi; TİP özelinde geçici bir rüzgar mı, yoksa Gezi Direnişi’nden bu yana kapımızı zorlayan gerçeklik midir?
Bu soruya verilecek yanıt ittifakın ve mücadelenin yolunu da belirleyecektir. Yol bozuk olsa da önümüz açıktır, yeter ki aynı gişeye sıkışmayalım.
*(Gelenek 98 Metin Çulhaoğlu, Kuru Gürültüyü Aşmak)