Kimin için enerji?
Aşırı tüketim doğal olarak daha çok üretimi gerektirir. Bu üretimler için gerekli enerji ihtiyacı nedeniyle doğaya daha fazla müdahale edilmekte. Bu müdahale; temiz su kaynaklarının kirlenmesi ve azalması, tarım arazilerinin yok edilmesi, iklim krizi ve salgın hastalıklar gibi tüm insanlığı direkt ilgilendiren felaketlere davetiye çıkarmakta. Son olarak yaşanan küresel salgın, tüm yapılan yanlışları açıkça ortaya koydu.
Maden Mühendisi Mehmet Torun
Gelişen teknolojiyle birlikte alışkanlıklarımız da değişmekte. Tüm insanlığa daha çok tüketmesi empoze edilirken bu durum gelişmişlik göstergesi olarak sunulmakta. Üretilen tüm cihazlara bir ömür biçilmekte ve o süre içinde ya da sürenin sonuna doğru cihaz devre dışı kalmakta ve çöp olmakta. Tüm bunlar “programlanmış eskitme” sayesinde sağlanmakta. Ürünlerin kullanım ömrü tasarımına harcanan para, üretim aşamasında harcanana yakın.
Oysa, çok daha dayanıklı tüketim malları üretmek mümkün. 1901 yılından beri sönmeden yanan ampul örneği varken, 60-70 yıl kullanılabilecek araba, 50 yıl kullanılabilecek çamaşır-bulaşık makinesi üretmek mümkün gibi. Ama o zaman birileri daha az kazanacak ve sistemin sahipleri için, egemenler için iyi bir şey değil bu durum.
Kapitalist sistemde yaşamsal ve gerçek ihtiyaçlardan farklı olarak sanal ihtiyaçlar öne çıkarılmakta, toplum aşırı tüketime yöneltilmekte ve bu duruma -hileli ihtiyaç- denilmekte. Bu yönelim, değişik yöntemler uygulanarak topluma enjekte edilmekte sonuçta tüketim toplumu oluşturulmakta ve tüketim arttıkça üretim de buna koşut olarak artmakta. Tüketim ürünlerinin ham maddesi olan doğal kaynaklar bu döngüden etkilenmekte ve daha çok üretim gerçekleştirmek için doğaya daha fazla müdahale edilmekte. Tüm bunların sonucunda çevresel yıkımlar artmakta, iklim krizi ve doğal afetler gibi tüm insanlığı ilgilendiren olumsuz durumlar daha sıklıkla meydana gelmekte. Ayrıca gelecek kuşakların da hakkı olan ve tüm insanlığın ortak değeri olan doğal kaynaklar belli bir sermaye kesiminin çıkarı uğruna hızla tüketilmekte adeta yağmalanmakta.
Aşırı tüketim doğal olarak daha çok üretimi gerektirir. Bu üretimler için gerekli enerji ihtiyacı nedeniyle doğaya daha fazla müdahale edilmekte. Bu müdahale; temiz su kaynaklarının kirlenmesi ve azalması, tarım arazilerinin yok edilmesi, iklim krizi ve salgın hastalıklar gibi tüm insanlığı direkt ilgilendiren felaketlere davetiye çıkarmakta. Son olarak yaşanan küresel salgın, tüm yapılan yanlışları açıkça ortaya koydu.
Sistemin bu işleyişine itiraz edenlere söylenen ilk şey, “Mağara devrine mi dönelim ya da karanlıkta mı kalalım?” olmakta. Elbette, insanlık daima ileriye gidecektir ve insani ihtiyaçları sağlayacak konfor herkesin hakkı. Ancak, bugün yapılan yıkım devam ettiği takdirde gelecekte bugünleri de arayacağımız kesin. Dünyamızı yaşanmaz hale getirenlerin kendilerine yeni dünyalar keşfetmek için çok büyük paraları gözden çıkardıkları görülmekte. Oysa bu dünya; eşit, adil bir yaşam sürülmesi halinde herkese yetecek.
En zengin 62 kişinin dünyanın yüzde 50’sine tekabül eden 3,6 milyar insanla eşit mal varlığına sahip olduğu bir dünyada yaşanmakta. En zengin 20 ülkenin geliri, en fakir 20 ülke gelirinin tam 46 katı daha fazla. Küresel adaletsizliğin bu kadar rahatsız edici boyutlarda olması ve servetin bu kadar adaletsiz paylaşımı hallolmadan temel sorunları çözmek olanaksız gibi. Çünkü eşitsizlik kaçınılmaz bir olgu değil, politik bir seçim.
Enerji üretiminde; fosil yakıtlar başta olmak üzere, nükleer santraller, HES, RES, güneş, biyoenerji vb. gibi kaynaklar kullanılmakta. Enerji ihtiyacı nedir ve bu kadar enerjiye ihtiyacı var mı? “Ülkelerin enerji ihtiyacı” söylemiyle gerçekte hangi sınıfın ihtiyaçları ve öncelikleri kastedilmekte? Bu soruların yanıtı oldukça önemli.
Herhangi bir problemi çözerken başta yapılan kabuller yanlış olursa o problem doğru çözülemez. “Büyüme, kalkınma” oranlarına koşut olarak gerekli olduğu varsayılan enerji ihtiyacı üzerinden yapılan tüm hesaplamalar, bu enerjinin hangi kaynaklardan nasıl üretileceği sorusunu da beraberinde getirmekte.
Oysa; "Kimin için ihtiyaç?" sorusu belki öncelikli olarak sorulması gereken sorudur. Çünkü, sınıflı toplumlarda sermaye sınıfının ihtiyaçları tüm toplumun ihtiyacı gibi sunulmakta ve buna uygun çözüm önerileri kabul görmekte.
Merkez kapitalist ülkeler, çok enerji tüketen sektörleri çevre ülkelere transfer ederek hem ihtiyaçları olan yüksek enerji talebini ötelemekte hem de çevre kirliliğini o ülkelerin sorunu haline getirmekte. Ve tüm bunları teknoloji transferi gibi lanse etmekte.
Tüm bunların üzerine enerjide yoksulluğu, enerji tüketimindeki adaletsizliği, eşitsizliği ayrıca değerlendirmek gerek.
Gerçekten bu kadar enerjiye ihtiyaç var mı? Bu kadar tüketim gerekli mi? Dünyamızın kaynakları sınırsız mı? Bu sorulara konunun uzmanları yanıt verir mutlaka. Ama kafaları kurcalayan soruyu bir kez daha sormakta yarar var: Kimin için enerji?
Bugünlerde Muğla-Akbelen’de kömür üretimi için ormanlar yok edilmekte. İklim krizinin yaşandığı, su kaynaklarının iyice azaldığı günümüzde böyle bir tercihi anlamak çok zor. Devlet; yapısı gereği sermayenin yanında konuşlanmakta ve kolluk güçleri, ormanları korumak için direnen halka şiddet uygulamakta.
Taraflı, tarafsız herkesin tekrar düşünmesinde yarar var; ne uğruna bu kadar önemli değerlerimiz yok ediliyor? Doğal kaynaklarımız neden korunmuyor? Birilerinin cüzdanlarının dolması için bu katliamlara neden sessiz kalınıyor? Devlet ve siyasi iktidar, neden halkın yanında değil ?
Akbelen’de direnenlere saygıyla…