Kağan Şeker yazdı | Saha çizgisi ve çizgidekiler: Dr. Socrates ile Çizgi Metin

Kağan Şeker yazdı | Saha çizgisi ve çizgidekiler: Dr. Socrates ile Çizgi Metin

"Çizgideki bir diğer isim ise Metin Kurt. Dr. Socrates gibi futbolun saha içinden ibaret olmadığını haykıranların bu topraklardaki temsilcilerinden biri. Futbol dünyası içinde kült bir figür olabilmek için pek çok şeyin bir arada bulunması gerektiği tartışılmaz."

Kağan Şeker

FUTBOL NEREDE BAŞLAR, NEREDE BİTER?

Futbol, 90+ dakika boyunca, takriben 105x68 metrekare alandan oluşan bir sahadan mı ibarettir? Peki ya öyleyse futbolun, 90+ dakikanın ve saha çizgisinin bitimiyle son bulduğunu söyleyebilir miyiz? Futbol tarihini az buçuk takip edenler olarak biliyoruz ki futbol asla sadece futbol değildir. Ezcümle, futbol, ne saha çizgisiyle başlar ne de 90+ dakikanın bitimiyle son bulur.

Burada dillere pelesenk olmuş bir anekdotu anmadan geçmek olmaz. Estado Novo (Yeni Devlet) 1933’te Portekiz’de iktidarı ele geçiren faşizmin temsilcilerinden Salazar’ın politik rejimine verilen ad. Bu yeni devlette, futbolun başat bir yeri olacaktır. Nitekim, Salazar’ın neredeyse ilk icraatı elbette ülkedeki sendikaları ve diğer tüm örgütlenmelerin bulunduğu organizasyonları kapatmak olur. Halkın “idare” edilebilmesi için de bir formüle başvurur: 3F. Fado, Futbol, Fatima. Bir galat-ı meşhur olarak üçüncü F’nin Fiesta olduğu ileri sürülse de aslı Fatima. Fado kaderden mülhem Portekiz halk müziği, Fatima ise Katolik hac uğraklarından bir mekan. Futbol ise bildiğimiz gibi, tüm unsurlarıyla milyonların afyonu. Salazar’a atfedilen ifadeyle, bir ülkeyi 36 yıl idare edebilmek için gerekli olan üç şeyden biri.

Öyleyse, futbolun nerede başlayıp nerede bittiğine ilişkin ikili bir ayrımı vurgulamakta fayda var. Çünkü bu ayrım bizi, madalyonun diğer yüzüne götürecek. Bu ayrım esasen zaman ve mekan ikiliğine dayanıyor. İlki, futbolun zamansal olarak 90+ dakikayı aşan diğeri ise mekansal olarak 105x68 metrekare alanın dışına taşan niteliği. Bu ayrım ışığında iktidarlar için en tercih edileni, futbolun 105x68 metrekare alan içine dair bir bağlam ile sınırlı olmak koşuluyla 90+ dakikanın dışına taşacak bir zamansallık olarak kurgulanması. Bu yazıda ise Çizgideki Spartaküs’ün bu mekansallık ve zamansallığı alaşağı edişiyle bizlere gösterdiği madalyonun diğer yüzünü ele alacağız: Çizgidekileri ele alacağız, ancak çizgide kalmakla yetinmeyenleri.

ÇİZGİDEKİLER

Kaldığımız yerden söyleyecek olursak, iktidarlar için futbol yukarıda vurguladığımız iki özelliği taşımak durumunda ki futbolun sadece futbol olması sağlanabilsin. İktidarlar isterler ki, sahanın içine dair tüm tartışmalar günlerce kamuoyunu meşgul etsin, esas gündemleri gölgede bıraksın, makbul gündemler dışında saha çizgisini aşan bir gündem belirdiğinde ise topyekûn bir tepki ile karşılansın spor camiası tarafından.

“Dünya böylesine güzel olur muydu yine/ diplomasını çerçeveleyip/ para kazanma derdine/ düşseydi Dr. Che/ yüreğini dağlara asmak yerine” diyordu Sunay Akın bir şiirinde, sahiden futbol böylesine güzel olur muydu yine, diplomasını çerçeveleyip para kazanma derdine düşseydi Dr. Socrates?

Dr. Socrates Brezilya’daki askeri diktatörlüğe karşı verdiği mücadeleyle futbolun saha içine hapsedilemeyecek niteliğini gözler önüne serdi bir kere. Beş demiryolu işçisi tarafından kurulan Corinthians’ta kulübün tüm unsurlarının eşit söz hakkına sahip olduğu ve kulübün müşterek biçimde yönetildiği Corinthians Demokrasisini kuran, forma sırt numarasının üstünde askeri diktatörlüğe karşı oy verme çağrısı yer alan Dr. Socrates, sınıfsal kavrayışıyla futbolu itirazın bir dili olarak milyonlara gösterdi. Victor Jara’nın gitarıyla verdiği mücadeleyi, Dr. Socrates bandanasıyla verdi yeşil sahalarda. Dr. Socrates, saha içinde çizgide oynamadı belki ama varlığıyla ve mücadelesiyle, toplumsal mücadeleyi merkezden çizgiye doğru genişletti.

Çizgideki bir diğer isim ise Metin Kurt. Dr. Socrates gibi futbolun saha içinden ibaret olmadığını haykıranların bu topraklardaki temsilcilerinden biri. Futbol dünyası içinde kült bir figür olabilmek için pek çok şeyin bir arada bulunması gerektiği tartışılmaz. Salt saha içi meziyetleri, futbolcuyu kült bir figür haline getirmeye yetmez çoğu zaman. Saha dışındaki varlık ise, saha içi meziyetler olmaksızın olsa olsa magazin programlarını süslemeye yarar. Bu çizgideki iki ismi, futbolun kült figürleri haline getiren de saha içi meziyetleri bakımından dönemlerine ciddi damga vurmuş olmalarının yanı sıra ikili mücadele ile de yetinmeyip toplumsal mücadelenin imkanlarını zorlamış olmaları.

ÇİZGİDEKİ SPARTAKÜS

Başlıktaki ifadeyle anmak gerekirse Çizgideki Spartaküs, aslında Vecdi Çıracıoğlu’nun İletişim Yayınları’ndan çıkan “Gladyatör” adlı biyografisinden esinle konuldu. Futbolun bir arena olarak tarif edildiği bu anlatıda, Metin Kurt da diğer pek çok gladyatör gibi, futbolun seyir niteliğini vurguluyor hatta bunun sporun dahi önüne geçtiğini ifade ediyor.

Stadyumlardan arena isminin kaldırılışı epey yeni, hoş, arenanın tabelalara taşınması da futbolun piyasalaşmasıyla eşzamanlı olarak seyreden bir mesele. Şimdilik, tabelalardan arenayı kaldırmanın meselenin esas niteliğini değiştirmediğini ve bu yüzden bu bahsi Gladyatörler’e değinmeksizin tariflemenin mümkün olmadığını vurgulamakla yetinelim.

Spartaküs, gladyatörler arasında saha içindeki meziyetleriyle büyük ilgiye mahzar olmuş bir isim ama onu diğerlerinden ayıran asıl şey; saha içindeki meziyetlerini dahi gölgede bırakan saha dışındaki bu mücadelesi. Pek çok gladyatör isyanı örgütlemiş ve neticesinde pek çok isyana da ilham olmuş ancak tarihteki çoğu örnekte olduğu gibi kendi hanesine yarayacak elle tutulur bir zafer elde edememiştir. Bu yönüyle de Metin Kurt’a bakıldığında Spartaküs’ün hatırlanması son derece doğal.

Bugün böyle değil belki, böyle gidecek demek de değil bu işler pek tabii ama bir vakitler çalışanların sendikalaşma oranı bir hayli yüksekti. Bu eğilimden sporcuların da nasibini almayacağı düşünülemezdi. Saha içindeki meziyetlerini futbol tarihçilerine bırakalım da peki Metin Kurt çizginin ötesinde neler yapmıştı?(1)

HEM İKİLİ MÜCADELE HEM TOPLUMSAL MÜCADELE

Aslında Metin Kurt, en başta bu vurguladığımız mekansal bağlamı ters yüz etmenin peşindeydi. Ona göre ne futbolcu “aklı aut çizgisinde son bulan ayaktakımı”ndan ibaretti ne de futbol yalnızca aut çizgisinin içine hapsedilebilirdi. Metin Kurt için futbol, asıl anlamını aut çizgisinin bitimiyle kazanmaktaydı.

Çizgi ifadesi son derece manidar, halka en yakın yerin çizgi olduğunu düşünen ve bu yüzden de Dinyakos kramponlarının altı tebeşir izinden geçilmeyen Çizgi Metin, protokolün olduğu tarafta oynamamak için maçın bir yarısı sağ açık diğer yarısı sol açık oynar.

Kurt ailesi için futbol önemli bir yere sahiptir. Abisi İsmail Galatasaray ve Fenerbahçe formaları giymiş döneminin ünlü futbolcularından biri. Babasının vefatı ve abisinin de evlenerek aileden ayrılması ile birlikte, kendi geleceğini kurabilmek adına futbolcu olmayı kafasına koyar Metin. Saha içindeki mücadelesi için Barbaros Bulvarı’nda otobüslerle yaptığı koşu yarışlarından her gün tükettiği kemik iliğine değin, bir Gladyatör’e yakışan tüm çabayı sergiler. Bu çabanın asıl nedeni futbola duyulan soyut, tarifsiz bir aşk değil, kısa vadede gelir getirecek en makul seçeneğin futbolcu olmaktan geçmesidir. Çizgideki Spartaküs’ü özgün kılan özelliklerden biri de bu; düşünsel serüveninin nesnel koşullarının etkisiyle oluştuğu konusunda nettir, başka yollara sapmadan büyük bir açık sözlülükle ortaya koyar bunu. Futbol alanının içinde ayakta kalması, bir nevi komün hayatı süren ailesinin geçimini sağlayabilmesi için çalışması, çok çalışması lazımdır. Dönemin futbolunun teknik imkanlarının bugünün teknik imkanları ile kıyas götürmeyeceği düşünüldüğünde, o gün yine bir nesnel koşul, Metin’in düşünsel anlamda etkilenmesine vesile olur. O günün futbolunda takımın malzemecisi ile iyi anlaşmak çok önemlidir. Metin Kurt, PTT Spor’da top koşturduğu sıralarda entelektüel bir malzemeciye denk gelir ve onunla iletişimi güçlendirmek için onun verdiği kitapları okumaya başlar. Metin Kurt’un yalnızlığı da böylece başlamış olur, kalabalıklar içindeki yalnızlığı…

SARININ DEĞİL KIRMIZININ PEŞİNDE

Metin adının Galatasaray ile kurduğu özdeşlik malum. Metin Kurt’u efsane kılan kulüp de Galatasaray’dır ancak hiçbir vakit, bugün pek aşina olduğumuz taraftarlık naraları atan bir yerde konumlandırmaz kendini Metin. Kulüp, onun için emeğiyle var olduğu işi temin eden bir işverendir öncelikle. Kendini taraftarlılık gibi soyut bir kategori üzerinden var etmekten kaçınır hep. Tuhaftır, Galatasaray’dan ayrıldıktan sonra gittiği takımın renkleri de yine sarı kırmızı olur.

Renkler, çoğu zaman yüklü anlamlar barındırırlar. Genel kabule göre sarı, işçinin menfaatleri yerine işverenin menfaatlerini önemseyen ve buna uygun olarak faaliyet yürüten işçi sendikalarını imlerken, kırmızının ise neyi refere ettiğini söylemeye lüzum dahi yok. Metin Kurt, kulübün Galatasaraylılık kültürü adı altında boş mukaveleye imza atılmasını meşrulaştıran sarı kanadına karşı futbolcunun emeğini önceleyen kırmızı kanadının bir temsilcisi.

Bugün astronomik bonservis bedelleri, yüksek maaşlar göz önüne alındığında, futbolcuların da birer emekçi olduklarını ileri sürmenin hayli güçleştiği kabul edilebilir ancak bu eleştirinin dayandığı temelin, ilişkinin esas niteliği olan emek-sermaye ikiliğine dair bir vurguyu es geçtiği de açık.

Metin Kurt’un futbol oynadığı dönemin futbolcularının içinde bulunduğu koşullar bugünün koşulları ile mukayese dahi edilemez. Kulüplerin futbolcular ile iki yıllık imzaladıkları sözleşmeler, futbolcuların aldığı yıllık ücretin 3’te 1’i gibi bir rakama kulüpler tarafından iki yıl daha temdit hakkı ile uzatılabilirdi. Bu da futbolcuların, temmuz pazarında bütünüyle kulüplerin inisiyatifinde bir mal gibi alınıp satılmasını beraberinde getirmekteydi. Yine bir temmuz pazarında Metin Kurt, buna temelden itiraz etmekle birlikte, kendisine ve takım arkadaşlarına teklif edilen sözleşme yenileme bedelini haksız bulur ve bu maaş bedelini kabul etmez, sözleşmesinin teklif edilen bedelin üç kat altındaki o bedelle temdit edilmesini ister. Böylelikle Metin Kurt, kamuoyuna esas meselenin maaşın miktarı olmadığını göstererek, mevzuatın futbolcuları değil futbolu yönetenlere hizmet ettiğini teşhir eder.

Çizgideki Spartaküs, Profesyonel Futbolcular Sendikasının (PFS) bir dönem yöneticiliğini yapar ve bu dönem içinde; futbolcuların kulüpleriyle yaptığı sözleşmelerin azami 2 yıl ile sınırlanması, futbolcuların da emekçi olmaları sebebiyle Sosyal Sigortalar kapsamında değerlendirilmesi, “bugünkü gibi net bir maaş” almayan ve esas geçim kaleminin prim olduğu bir dönemde ciddi gelir kaybına uğrayan sakat futbolculara maaşın bağlanması, sözleşmedeki maaşın kazanılamaması durumunda ise aradaki farkın sendika tarafından tamamlatılması gibi pek çok talebi de kamuoyunda tartıştırır, ciddi bir örgütlenme çalışması yürütür.

Metin Kurt’un, özellikle futbolcuların kulüpleriyle olan sözleşmeleriyle ilişkili olarak yürüttüğü mücadeleden söz etmişken bir ismi anmamak olmaz: Jean Marc Bosman. Avrupa Adalet Divanı’nın içtihadına da adını veren Bosman, başka bir takıma transfer olmak istediğinde sözleşmesinin sürdüğü kulübün ciddi engelleriyle karşılaşır ve bu süreci yargıya taşır. Neticesinde futbolcuların serbest dolaşım hakkı sağlanır ve içtihat Bosman Kuralları olarak anılır. Bosman’ın, Dr. Socrates ve Çizgi Metin’den ayrılan bir yanı var: Bosman, son derece kişisel bir taleple futbol tarihinde kendisine bir yer edinebilmiştir. Elbette yürüttüğü hak mücadelesini küçümsemek niyetinde değiliz. Ancak neticeleri ile birlikte bu mücadelenin esas niteliğini de görmezden gelemeyiz. Dr. Socrates’in vermiş olduğu eşitlik mücadelesi ile Çizgi Metin’in işveren kulüplerin tahakkümünü kıracak futbolcu-emekçi mücadelesinin karşısında; Bosman’ı referans alan, serbest dolaşım hakkı ile küreselleşen ve futbolcuların meta niteliğini kalıcılaştıran bir küresel futbol endüstrisi inşa edildiğini vurgulamadan da geçmek olmaz.

Metin Kurt’a dönecek olursak, Çizgi Metin’in kırmızılığı ve kızıllığı dönemin basınında doğrudan bu ifadelerle yer alır ve hem milli takım hem de kulüp yönetimi bu konuda Metin Kurt’u baskı altına almaya girişir. Metin Kurt Galatasaray’da süresiz kadro dışı bırakılır ve PFS bu karara karşı Çizgideki Spartaküs’ün haklarının iade edilmemesi durumunda 400 futbolcunun greve çıkacağını duyurur. Bu çağrının kamuoyunda yarattığı etki neticesinde TFF devreye girer ve Galatasaray aldığı kararı kaldırmak durumunda kalır. Çizgideki Spartaküs takımına geri döner ancak kulüp yönetimi ile de geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş olur.

SONUÇ YERİNE BAŞLANGIÇ

Futbolu, yalnızca ikili mücadeleden ibaret görmeyip toplumsal bir mücadelenin de parçası kılan bu iki eşsiz isim, arkalarında yüklü bir miras bıraktılar. Öyle ki uluslararası ölçekte bir futbol tarihi metni ya Dr. Socrates’in yanında yer alır ya da karşısında ancak Dr. Socrates’i anmaksızın asla yazılamaz.

Bir gol atılacaksa bu emekçinin kalesine olmasın diyen Çizgi Metin’in, dönemin kulüp başkanı ile arasında yaşananlar hayli önemli. Önceki bölümde ifade ettiğimiz üzere direnişin neticesinde Galatasaray yönetimi, Metin’i kadro dışı bırakma kararını geri almak durumunda kalmıştı. Bunun ardından hem Metin Kurt hem de dönemin kulüp başkanı Prof. Dr. Mustafa Pekin Hürriyet’e beyanat verir. Kulüp Başkanı Prof. Dr. Mustafa Pekin’in ifadeleri pek çok şeyi özetler niteliktedir. Yaşanan gelişmeler için “bu durum ‘belirli’ bir zümrenin patlaması. Bu, bana isabet etti. Ne Metin haksız ne de ben haksızım” diyerek tarih önünde Metin Kurt’u mağlup edemeyeceğini usulünce itiraf eder.

Tarihe ve elde kalana bakacak olursak, Dr. Socrates’in ve Çizgi Metin’in futboldaki mücadelesini bir cümleyle ifade etmeye kalksak muhtemelen Garry Lineker’in efsaneleşmiş sözünü yeniden yazmaya girişirdik gibi duruyor. Futbol, 22 kişinin 90+ dakika boyunca top koşturduğu ve sonunda mutlaka çizgidekilerin kazandığı bir oyundur.


(1)Yazıda değinilen hususların detaylarına dair ilgi duyanlar için: Vecdi Çıracıoğlu, Gladyatör, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2017.

DAHA FAZLA