İşçinin ‘kutsal ailesi’

İşçinin ‘kutsal ailesi’

Sermaye sınıfı, bir yandan özel çıkarları için aileyi parçalıyor, diğer yandan ise ideolojik baskı araçlarıyla aileyi kutsallaştırıyor.

Kerem Yıldırım

Kutsal kavramı dokunulmaz anlamına gelmektedir. Dokunulması günah olan ya da dokunulduğu durumda ceza uygulanan her şey kutsaldır.

Kutsallık tarih boyunca egemen sınıfların emekçi sınıfları baskılama aracı oldu ve olmaya da devam ediyor.

Biz bu yazıda özellikle ailenin kutsallığını işçi sınıfı açısından değerlendireceğiz. Sermaye siyasetinin en baskıcı ve gerici çevrelerinin “kutsal aile” kavramını neden bu kadar önemsediklerini tartışmaya çalışacağız. Bunun yanında, kutsallığın tarihsel gelişimini ve ekonomi politiğini de kısaca ele alacağız.

***

Neolitikten, yani tarım devriminden beri toplumsal ilişkileri belirleyen erkek egemenliğidir. Toplumsal iş bölümü insanın avcı-toplayıcı ilişkileri terk etmek zorunda kalıp, toprağı sömürmeye başladığından beri erkek egemendir. Toprağın kullanımı mülkiyet bilincini ve hâliyle toplumsal sınıflaşmayı doğurmuştur.

Ailenin, mülkiyetin, devletin ve erkek egemen toplumun doğuşu hep aynı yaştadırlar. Uygarlığın doğuşu ise ailenin, mülkiyetin ve devletin doğuşunun toplam ifadesidir. Bu anlamda uygarlık dediğimiz toplumsal form, doğuşu itibariyle erkek egemendir.

Erkeği toplum ilişkilerinde belirleyici yapan da, aile kavramını erkeğe bağlı olarak kurumsallaştıran da özel mülkiyet bilincinin gelişmesidir.

Neolitik öncesi avcı-toplayıcı ya da barbar topluluklar bireylerin eşit olduğu ve klan üyelerinin birbirine karşı sorumlu olduğu topluluklardı. Hatta bu topluluklar içerisinde kadın egemendi, kadının sözü geçiyordu. Kadınlar, kocalarını başka klanlardan alırlardı. Genellikle evi kadınlar yönetirdi; erzak ortaklaşaydı.1 Çocuklar annelerini tanırlardı ve ona bağlıydılar.

Yerleşik yaşama geçilmesiyle ya da mülkiyet ilişkilerinin toplumsal ilişkileri düzenlemede belirleyici olmasıyla birlikte kadın egemen toplum sona erdi. Kadın toplumsal üretimden uzaklaştırıldı. Toplumsal üretimden dışlanan kadın evin baş hizmetçisi oldu.2 Kadının eve kapatılma “serüveni” böyle başladı. Bu süreç sanayi toplumunun doğuşuna kadar devam etti.

Aile, mülkiyet ve devlet kavramları uygarlığın her dönemecinde egemen sınıfların kutsalları oldu.

Din kavramı da bu üçlünün yanına yazılacak bir başka kutsaldır. Dinin doğuşu diğer üç kutsalın doğuşunun peşi sıradır. Din, özel mülkiyetin siyasal- ahlaki ve ideolojik formudur. Din toprağa egemen olan sınıfın ideolojisidir.

Somutlaştıracak olursak, Orta Çağ’ın egemen ideolojisi dindi. Kadının toplumsal olarak hiçleştirildiği, hatta cadı ilan edildiği ve kahkahasının bile büyük günahlar arasına yazıldığı dönem Orta Çağ idi.

Ayrıca belirtmekte fayda var, dinin tarihsel evrimi çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa doğru gelişmiştir. Çoktanrıcı dönemin başlarında ortaya çıkan mitolojilerde, kadın tanrılara rastlanır ama o dönemde de kadının baş tanrı olduğu bir örneğe rastlanmaz. Zeus, Odin ya da Göktengri erkektir. Türklerde Göktengri “babadır”, toprak “anadır”. Tektanrılı döneme geçildiğinde, istisnasız tektanrıların hepsi erkektir, peygamberleri de erkektir. Kutsal kitapların hepsi erkeklere inmiştir ve erkeklere seslenmişlerdir.

***

Özetle “kutsal aile” kadının tarihsel olarak toplumsal ilişkilerden yadsınmasıyla yaratıldı.

Ne var ki, sanayi devrimi kadının toplumsal iş bölümünden yadsınmasını zorunlu olarak yadsıdı. Yani, sanayi sermayesi ihtiyaçları çerçevesinde kadını evinden koparıp fabrikaya/işletmeye yerleştirdi. Kadın böylelikle yeniden üretimin öznesi hâline geldi. Kadının çalışma zorunluluğu ise “kutsal” ailenin çözülmeye başlamasına neden oldu.

Eşitsiz gelişme yasası gereği, bütün toplumlar kadının yeniden toplumsal iş bölümüne katılma zorunluluğunu aynı anda yaşamadı. Her toplum bu gelişmeyi sanayileşebilme ölçüsünde yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Örneğin emperyalist-kapitalist düzenin bağımlı ve çevre ülkesi olan Türkiye’de böyle bir toplumsal çözülme hâlâ günceldir ve sürmektedir.

Bir nesil önce evin baş hizmetkârı olan kadınların doğurduğu kız çocuklarının birçoğu, bugün annelerinin rolünün dışına çıkarak toplumsal iş bölümündeki yerlerini aldılar. Türkiye kapitalizminin genişleme ihtiyacı birçok kadını evden çıkardı. Kır yoksullarının hızla kentli nüfusa dönüşmesi, büyük kentlerde “aile reisinin” tek maaşıyla geçinememe gerçekliği “kutsal” ailenin çözülmesini hızlandırdı.

Ancak Türkiye sermaye siyaseti ülkede kapitalizmin en çok genişlediği ve büyüdüğü, dolayısıyla da kadının evden çıkmak zorunda kaldığı bir ortamda, devleti yönetme ehliyetini, “kutsal aileyi” ideolojik bir düstur hâline getirmiş olan İslamcılara/tarikatlara teslim etti. Son yirmi yıldır bu gerçeği yaşıyoruz.

İlk bakışta çelişikmiş gibi gözüken bu durum aslında hiç de öyle çelişik değildir. Çünkü toplum, daha doğru ifadeyle emekçiler, geleneksel toplumun ekonomik dayanakları çözülürken; sermaye siyaseti, geçmişte kadını eve tıkan geleneksel ideolojiye daha da bağımlı hâle geldi.

Toplumsal iş bölümüne ya da üretime katılmak kadının özgürleşmesi için ilk koşuldur.3 Ekonomik olarak özgürleşen kadın, siyasal ve kültürel olarak da özgürleşme zeminini kazanmıştır. Nesnel olarak kadının üretime katılmasıyla tuz buz olan “kutsal aile”, “en az üç çocuk” ya da “kadının kariyeri çocuk doğurmaktır” gibi ideolojik basınçlarla ayakta tutulmaya çalışılıyor. İşte kadının üretime katılma zorunluluğu ile kadını en çok baskılayan ideolojinin kesişmesi, çelişkileri böyle ortadan kaldırıyor. Türkiye kapitalizminin büyüme ihtiyaçları kadını evden çıkarırken, sermayenin en baskıcı fraksiyonu olan İslamcılık, kadına geleneksel rolünü de sürdürmesi için baskı yapıyor.

Bu baskılama kadın-erkek ilişkilerinde bir toplumsal krize yol açıyor. Ancak ekonomik zorunluluklar ile kültürel refleksler arasındaki çelişkilerin faturasını da emekçi kadınlar ödüyor. Artan kadın cinayetleri bu krizin en somut ifadesidir.

Tabi bu kriz sermaye sınıfından olan ailelerde yaşanmıyor. Sermaye sınıfı için aile, özel çıkar ilişkilerine dayanır.4 Sermaye sınıfı için çocuk;  şirketlerin, ayakkabı kutularının, gemiciklerin, mülklerin ve “şanlı” soyun devamı için vardır. Anne de o çocukları büyütmek ve büyüdükleri mekansal ortamı düzenlemek için vardır. Sermaye ailelerinin yaşadığı her türlü iç kriz, refahın getirdiği olanaklarla hoş görülür hâle getiriliyor.

Bu arada, modern hukukta kadın her ne kadar yasalar önünde erkekle eşit olsa da pratikte geleneksel tutumlar yasaların önüne geçmektedir. Kadın çalışmak zorunda kalsa da ev işlerini sürdürmek zorundadır. Erkeğin evdeki otoritesi devam etmektedir.

Bu durum da emekçi sınıflardan olan aileler için geçerlidir. Emekçi kadın, hem iş yerinde hem de evde sömürülmektedir.

Sermaye sınıfından olan aileler için kadının evdeki varlığı sürdürülebilirdir, yani “kutsal aile” sermaye sınıfı için geçerlidir. Ancak bir işçi ailesi için “kutsal aile” geçerli değildir. Kadının çalışmak zorunda olması  “kutsal aileyi” yerle yeksan etmiştir. Özel çıkar ilişkilerine dayanan sermaye “kutsal ailesi”, kutsallığını sürdürebilsin diye işçilerin “kutsal ailesi” dağıtılmıştır. Yani sermaye siyasetçileri bir yandan “kutsal aile” diye bağırırken, diğer yandan da büyüme ihtiyaçları gereği emekçilerin “kutsal ailesini” kendi elleriyle parçalıyorlar.5

Sermaye sınıfı kendi “kutsal ailesinin” huzuru ya da çıkarları için emekçilerin “kutsal ailesinin” temelini dinamitlemiştir. Emekçi bir anne çocuğunu sağlıklı büyütebilme olanaklarından (beslenme, çocuğuna zaman ayırma ve kreş) tamamen yoksundur.

***

Kadının üretime katılmasıyla gelişen özgürleşme olanağı yanında, kapitalizmin genişleme dürtüsü kadın ve erkek dışındaki cinsel kimliklerin de özgürleşmesine zemin hazırladı. Arkaik ya da geleneksel ilişkilerin çözülmesiyle oluşan kentlileşme olgusu, kendini daha önce ifade edemeyen “marjinal” cinsel kimlikler açısından da özgürleşme zemini doğurdu. Kadının özgürleşme “sorunu” ile başa çıkmakta zorlanan gerici sermaye siyaseti, yeni ve ezberi dışında olan bir “sorunla” karşı karşıya kalmış oldu. Çünkü kurduğu sömürü düzeninin en temel toplumsal birimi olan “kutsal aile” yok olma tehdidi altındadır.

Panikleyen gerici sermaye siyaseti, son dönemde, özgürleşen kadına ve LGBTİ+ bireylerine duyduğu öfkeyi daha yüksek sesle ve salyalarını akıtarak duyurmaya başladı.

Çünkü yaşanan ağır ekonomik krizin faturası emekçilerin ve yoksulların üzerine yıkıldı. Pandemi başladığından beri daha da yoksullaşan emekçiler asgari geçim olanaklarını dahi yitirdiler. Son bir yılda barınma, enerji, gıda ve giyim gibi temel ihtiyaçların fiyatları ortalama dört kat artarken, emekçi aldığı asgari ücretle ev kirasını bile karşılayamaz hâle geldi.

Bugün eşlerin her ikisinin de çalıştığı bir emekçi ailenin büyük kentlerde geçinebilme olanağı ortadan kalktı. Bu gelişmenin bir sonucu olarak çocuk işçilik oranında da muazzam bir artış yaşandı.

Örneğin; Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın verilerine göre, Türkiye’de toplam 6 milyon 543 bin 599 lise öğrencisi var. Bu öğrencilerin 1 milyon 565 bin 255’i açık öğretim lisesinde okuyor. 2017 yılına ait verilere göre açık lisede 798 bin öğrenci bulunuyordu. 2021-2022 verilerine göre, 675 bin lise öğrencisi tamamen okul dışında. Lise öğrencilerinin yüzde 30’u ya hiç okula gitmiyor ya da örgün eğitimin dışına çıkmış durumda. Eğitimciler açık öğretim lisesinde öğrenci sayısının 2022-2023 eğitim-öğretim yılında 1 milyon 700 bini aşacağını belirtiyor.6

Peki, örgün eğitimden kopmuş bu gençler ne mi yapıyor? Ucuz iş gücü olarak üretime katılıyor, sermayeye can veriyor.

Asıl çarpıcı olan ise MEB’in Meslek Eğitim Merkezi (MESEM) projesidir. MESEM’e kaydolan öğrenciler sadece bir gün okula gidiyor. Haftanın dört günü ise işletmelerde çalışıyor. Üstelik burada çalıştırılan öğrencilerden 9, 10 ve 11’inci sınıflarda olanlara asgari ücretin sadece yüzde otuzu, 12’nci sınıfta olanlara ise sadece yüzde ellisi veriliyor. Özetle MEB, öğrencileri örgün eğitim içinde tutmak yerine sermaye sınıfına ucuz işgücü olarak sunuyor. MESEM’e başvuran öğrenci sayısının şu an 900 bin olduğu biliniyor.7 Örgün eğitimden kopan 1 milyon 565 bin 255 öğrenciye 900 bin eklendiğinde, Türkiye’deki lise öğrencilerinin neredeyse yarısının çocuk işçi ya da çocuk işçi adayı olduğunu görüyoruz.

Yalnızca bu durum bile büyük kentlerde yaşayan emekçi ailelerini “zorunlu dayanışmaya” zorluyor. Gerici sermaye siyaseti, sermaye sınıfının büyüme hedeflerini gerçekleştirmesi için “kutsal aileyi” bayraklaştırırken, emekçi çocukları henüz bedensel olarak gelişmeden işçiliğe başlıyor. Emekçiler zorunlu hâle gelmiş evliliklerle, küçücük evlere, geniş ailelerini sığdırmak zorunda kalıyor.

Suat Derviş bu durumu yıllar önce çok güzel özetlemiş:

“Açgözlü insanlar karıyı kocaya, evladı anaya musallat etmişlerdi.”8

Suat Derviş bu cümleyi kurduğunda Türkiye sermayesinin gücü şimdiki durumuyla kıyaslanamayacak kadar zayıftı. 2022’deki emekçi “kutsal ailesinin” 1937 Türkiye’sindeki emekçi “kutsal ailesinden” tek farkı, emekçiler için şartların daha da ağırlaşmasıdır.

***

Gerçekten açgözlü ve gerici sermaye siyaseti kendi “kutsal ailesinde” servet üzerinden oluşan zorunlu özel çıkar birliğini, emekçi milyonlara “zorunlu dayanışma” olarak dayatıyor.

Sermaye sınıfı, bir yandan özel çıkarları için aileyi parçalıyor, diğer yandan ise ideolojik baskı araçlarıyla aileyi kutsallaştırıyor.

Kendi parçaladığı şeyi kutsuyor ya da tam tersi, kendi kutsadığı şeyi parçalıyor. İşte sermaye siyasetinin ve onun “kutsal” devletinin işçi sınıfına sunduğu “kutsal ailenin” özü budur.

Emekçiler “en az üç çocuk” yapacak ki yedek işgücü, yani işsizlik ordusu genişlesin. İşsizlik ordusu genişlesin ki, ücretler düşük kalsın ve sermaye büyümeye devam etsin. Sermaye sınıfı; isyan etmeyen, evin bütün üyelerinin işçileştiği ve üç kuruşa çalıştığı işçi “kutsal aileleri” istiyor.

(1)          Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, F. Engels, Ç:Kenan Somer, Sol Yayınları, sy. 60, 14. Baskı, 2008, Ankara.

(2)          A.g.e. sy. 87.

(3)          A.g.e. sy. 88.

(4)          Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, K. Marx ve F. Engels, Ç: Muzaffer Erdost, Sol Yayıınları, sy. 136, 4. Baskı, 1998, Ankara.

(5)          İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu, F. Engels, Ç: Oktay Emre, Ayrıntı Yayınları, sy. 160, 2. Baskı, 2019, İstanbul.

(6)          1,5 milyon liseli açık lisede https://www.posta.com.tr/egitim-kariyer/1-5-milyon-ogrenci-acik-lisede-2569473

(7)          MEB eliyle çocuk işçilik https://www.birgun.net/haber/meb-eliyle-cocuk-iscilik-407655

(8)          Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır, Suat Derviş, İthaki Yayınları, sy. 118, 1. Baskı, 2018, İstanbul.

DAHA FAZLA