Engin Deniz
Geçtiğimiz hafta mecliste Millî Savunma Bakanlığının bütçesi görüşüldü. Bütçe iktidarın siyasal hattına uygun şekilde hazırlandığı için şaşırtıcı bir durum yok elbette. Ancak bu bütçe vesilesiyle söylenmesi geren sözler var.
Bu yıl Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI)* tarafından hazırlanan rapordaki verilerle birlikte, belki de bir kez daha Kürt sorununda muhatap kim tartışmasını hatırlamamız gerekli.
İktidar bloku ‘Kürt sorunu yoktur’ söyleminde hala ısrar etse de herkes biliyor ki yaklaşık 40 yıldır bir savaşın içerisindeyiz. Bu savaşta, geri dönüşü olmayan ve parayla ölçülemeyecek önemli kayıplar verdik. Binlerce insanımızı yitirdik, çocuklar öldü, yüzbinlerce insan yerinden yurdundan oldu, psikolojik olarak nesilden nesille aktarılan travmalarımız oldu.
Yaşanan toplumsal ayrışma, süreklileşmiş güvensizlik duygusu, eğitim sağlık hizmetlerinde yaşanan aksamalar… Saymakla bitirilemeyecek ve bir ülke için maliyeti hesaplanamayacak şeyler bunlar. Ancak burada işin biraz sayısal boyutları üzerinde duralım, nihayetinde yazıya vesile olan savaşa ayrılan bütçe.
Her devlet güvenliğe bütçe ayırmak durumundadır. Ancak bunun insan hayatını merkeze alan bir anlayışıyla yapılması gerekir. Sayılar gösteriyor ki, Türkiye’de devletin önceliği askeri asayiştir ve bu nedenle savunma harcamaları makul ve mantıklı düzeyde değildir. Örneğin Türkiye askeri harcamalar konusunda dünyada 16. Sıradayken ekonomiler arasında 21. sırada.
MSB’nin 2021 Yılı Bütçe Teklifi, 2020’ye göre 7 milyar 625 milyon 597 bin TL artarak, 61 milyar 484 milyon 939 bine yükseldi. MSB bütçesi 2020 yılında bir önceki yıla oranla 7 milyar TL artış olmuştu.
2021 yılı bütçesinde İçişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), Jandarma Genel Komutanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’na toplamda 148 milyar 471 milyon 798 bin TL ayrıldığını görüyoruz. MEB’in bütçesi ise 146 milyar 920 milyon. Güvenliğe harcanan bütçenin eğitime ayrılandan fazla olması! Sadece bu veri bile yeterince açıklayıcı.
Gene, karşılaştırma yaptığımızda, 2021 yılı için sadece Milli Savuma Bakanlığı bütçesi, Adalet, Çevre ve Şehircilik, Enerji ve Tabi Kaynaklar, Gençlik ve Spor, Dışişleri, Tarım ve Orman, Ticaret, Ulaştırma ve Altyapı, Sanayi ve Teknoloji bakanlıklarının bütçesinden fazla.
Bu ülkenin hayati önemdeki sorunlarıyla ilgili bakanlıklardan söz ediyoruz.
Deprem, yangın söndürme uçağı ihtiyacı, tarımdaki dışa bağımlılık, spor alanında dünyadaki yerimiz vs…
Sayılar yalan söylemez!
Gelişmeye, büyümeye, toplumsal refaha değil; savaşa, geri kalmışlığa, huzursuzluğa, ayrışmaya yatırım yapılıyor!
Yüz yıl içerisinde iktidarların sık sık başvurduğu bu anlayışın toplumsal karşılığını yadsıyamayız elbette. Bugünlerde Kulüp dizisi vesilesiyle hatırlanan olaylar tarihimizin karanlık yüzünden küçük bir kesit sunuyor sadece.
“Öteki”ne karşı beslenen öfkenin tarihsel bir süreci, birikimi var elbette. Devlette devamlılık esastır ilkesine uygun olarak, inkar ve asimilasyonda da devamlılık esas kabul edilmiştir. Devlet ve iktidarların bütün aygıtlarıyla yüz yılda yarattığı iklim, doğal olarak, toplum karşısında kendisinin siyasal manevra alanını da belirlemiştir. Ne var ki, bu sıkışma negatif bir durum olarak algılanmamış, tersine sağ siyasetin konfor alanına dönüşmüştür. Tarihimiz boyunca iktidarı da muhalefeti de, topluma seslenmenin, onu manipüle etmenin yolu olarak içselleştirilmiş korkulara seslenme kolaycılığını bir gelenek haline dönüştürmüştür.
İnkar-asimilasyon, çatışma, daha fazla inkar asimilasyon, daha fazla çatışma…
Geçinemiyoruz çığlıkların yükseldiği şu günlerde, bir kez daha bu kısır döngüyü düşünmek zorundayız.
Çünkü savaş demek, ülkede yatırımların ve tasarrufların azalması, kaynakların üretken olmayan alanlara harcanması, turizm gelirlerinin azalması, daha fazla sömürü, ekonomik kırılganlık, belirsizlik ve beyin göçü demektir.
Değişik ülkelerden temin edilen verilerden hareketle OECD tarafından yapılan kaba hesaplamalar, kamu kesiminin askeri güvenlik harcamalarında gerçekleşen ve milli gelirin yüzde 1’ine tekabül eden büyüklükte bir artışın 5 yıl sonra milli gelirde yüzde 0.7 oranında azalmaya yol açtığına işaret etmektedir. (DPI Raporu)
Bugün Türkiye’de en çok konuşulan konularını, ekonomik krizi, yoksulluğu, gelir adaletsizliğini, yolsuzlukları konuşacaksak güvenlikçi-savaşcı politikaların gelenin duruma etkilerini mutlaka tartışmak-tartıştırmak zorundayız.
Bu kadar zamandır savaş politikalarına harcanan paranın ekonomide gelinen duruma etkisi ne olmuştur?
Savaş yerine barış politikaları izlense, savunma ve güvenliğe yapılan harcamaların yarısı örneğin, eğitime, çevreye, spora harcansa ülke ne durumda olurdu?
Neden, ekonomik krizin derinleştiği bir ülkede savunmaya harcanan bütçe arttırılıyor? Üstelik zaten bir önceki yıl devasa bir bütçe ayrılmışken!
Sayıların dili basittir!
40 yıldır devam eden silahlı çatışmaların yıllık ortalama maliyetinin yaklaşık 40 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Konuya kişi başına düşen milli gelir açısından yaklaşırsak; geri kalan her şey aynı olmak kaydıyla, çatışmaların olmadığı bir Türkiye’de kişi başına milli gelirin mevcut rakamdan neredeyse yüzde 35 oranında daha yüksek olacaktı.(DPI Raporundan)
Yani kurşunlar sadece yoksul genç bedenleri değil, bu ülkede alın teriyle yaşayan her yurttaşın cebini de deliyor!
Sonuç olarak, savaşcı politikaların bedelini sadece kanımızla değil; aynı zamanda zamlarla, enflasyonla, işsizlikle ödüyoruz bugün. Çözülebilir bir sorunu çözmeyip sürekli askeri harcamaları arttırarak hepimizden çalıyorlar. Bu nedenle Kürt sorunu konusunda ve dış politikada barış talebinin geniş toplumsal kesimler tarafından yükseltilmesini sağlamak zorundayız.
Hem gençlerimiz ölmesin diye, hem de cebimizdeki delik büyümesin diye.
* https://www.democraticprogress.org/wp-content/uploads/2021/10/The-Impact-of-4-Decades-of-Conflict-Izzet-Akyol.pdf