Deniz Gülşen yazdı: Sol birleşmeli mi?

Deniz Gülşen yazdı: Sol birleşmeli mi?

Deniz Gülşen

Neoliberal politikaların emekçi sınıflar üzerinde yarattığı büyük yıkım ve bu yıkıma karşı ortaya çıkmaya başlayan isyan hareketleri son dönem sosyalist cenahımızın tamamının ilgi odağı oldu. Pek çok yazının temel soruları aynı. Elbette ilk soru, bu direnişlerin nereye varabileceği. Bunun yanında ise Türkiye’de de şiddetli şekilde yaşanan işsizlik ve geçinememe halinin benzer bir tepki doğurabileceği beklentileri ve bunun için yapılması gereken hazırlıklara dair çeşitli tezler ortaya çıkmaya başladı.

İfade şekilleri farklı olsa da, son dönem bizim de ilgi alanımızın burası olduğunu söyleyebiliriz. Özetle söylersek, örgütsel inşa, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumsal alanların durumu, direnme eğilimleri, ekonomik yıkımın yaratacağı öfkenin, sosyal yıkım ve ekolojik yıkımdan doğan öfkeyle birleşmesi ve hazırlık tartışmaları gibi temel başlıkların “yeni verilerle” değerlendirilmesi temel sorunsal olarak ortada duruyor.

Ne yapmamalı?

Bizim gördüğümüz hazırlanma kısmı için şöyle bir bakış açısı mevcut: 100 x A toplamını belirlemek için, 10 x A’yı harekete geçirmek gerekir. 10 x A’yı harekete geçirmek için, A miktarda üyeye sahip olmak gerekir. A miktarda üyeyi politik tutmak için, A/10 kadar kadro gerekir. Bunu yaratmak için de ‘bana’ ihtiyaç vardır. Çok çeşitli ve renkli ifade etseler de sol cenahımızın en hareketçisinden, en particisine kafasının böyle çalıştığını düşünüyoruz.

Bize göre bu bakış açısı siyasal bir hastalıktır ve problemin temel kaynağıdır.

Yoksulların ve ezilenlerin öfkesini mühendislik çerçevesinde ele alan, çok çeşitli gerekçelerle siyasal yapıdaki her süreci doğru tahlil ettiğini düşünen, “toplumsal çıkar için benim güzel aygıtım, ‘benim güzel aygıtım için, yaşasın biricik ben'"ler oluşturan, toplumsal alandan kopan, sınıfa güvenmeyen, her şeyi ve herkesi kontrol altında tutmaya çalışan bir hal.

Bu yaratılan dünyanın belli bir büyüme eşiği vardır ve koşulların sağlanması mali durumunuzla doğru orantılıdır. Paranız ve olanaklarınız varsa çevrenizde üç ila beş bin kişi arasında tutabilir, sizi solun en önemli güçlerinden yaparak “benim güzel örgütüm” kurulmuş olur. 

Kendini anlatan, kendine çağıran, kendini seven ilginç bir hal. 

İstisnasız elimizde kalan tüm yapılarda ama düşük ama yüksek düzeylerde mevcut bir eğilimden bahsediyoruz. Temel sorun tembellik, motivasyon düşüklüğü, örgütün kurulamaması, doğruların anlaşılamaması ya da uygulanamaması. Örneklerimizin uçlaştığını biliyoruz ancak düşünülenin tam aksine bu gerçeklerin farkında olduğunu düşünen yapılarımızda bu tartışmalar kapanmış gibi yapılarak hatta biz bunları ne zamandır söylüyoruz denilerek, başlangıç noktasına daha kolayca gelinmektedir.

(Bu yaklaşımı eleştirmek, kesinlikle devrimciler örgütünü reddettiğimiz anlamına gelmemektedir. Bu başlığa dair kısa bir notu yazının sonuna saklayalım.)  

Birlik tartışmasını mı öneriyoruz?

Peki, buna alternatif olarak solun hızlıca yan yana gelip birlik tartışmasını mı öneriyoruz?

Bu soruya yanıt vermeden Türkiye sol tarihinin gördüğü en önemli birlik deneyimi olan ÖDP’ye bir bakalım. Üye sayısı, üyelerinin geçmiş tecrübeleri, aydın ve sanatçılar üzerinde yarattığı etki, geçmiş geleneklerin bir araya gelmesi vb. birçok başlıkta Türkiye solunun görüp görebileceği en ileri birlik deneyimidir. 

Peki, bu kadar büyük bir birlik birikimi neden mi yok oldu? 

Sosyalist hareket iktidarı hedeflemezse, en azından kurucu iddialarından vazgeçerse ne olursa o oldu. 

Örgüt, içine dönerek düşmanı-rakibi içeride aradı. 

Hedefiniz iktidar, düşmanınız egemenler olursa kitleleri ikna-kontrol etmek zordur, süreklilik ve emek gerekir. Hedef sol içi ya da daha kötüsü örgüt içi rakipleri alt etmek olursa kısa dönem için motivasyon yaratmak çok daha kolaydır. Tarihin çöplüğü sadece kötü niyetli insanları barındırmaz. İyilik için hayatını ortaya koyan binlerce insanın, birkaç yıl sonra, biz kimlere karşı ne için mücadele ettik fikriyle, sosyalist örgütlerden nefret edişinin temel nedeni budur. ÖDP bu tarz yaklaşımların ders diye okutulması gereken somut biçimidir.

Ne durumdayız?

Güncele dair birkaç kısa not yazarak tartışmayı derinleştirmek istiyoruz

Mevcut yapıların enerjisi, büyüme ve halklaşma potansiyelleri gelen büyük dalgayı karşılamaya yetmeyecektir. Yoksulluğun ve işsizliğin temel sorunsal olduğu bu süreç, sadece Saray Rejimi’nin değil kapitalizmin de sorgulanmasını sağlayacak olanaklar yaratacak gibi gözükmektedir. Elimizdeki birikimi aşan bir anlayış sosyalizmin ciddi bir alternatif seçenek olarak tartışılmasını sağlayabilir.

-Gerçek bir örgüt olarak değerlendirilebilecek, yani kendine has fikri, yapısı, organları olan Twitter dışında bir gerçekliği ve en azından kalabalık bir ailenin yapacağı düğünden daha fazla insanı yan yana getirebilecek olan ciddi toplulukların, bu nispi durumlarından mutlu olması, elindekileri korumaya çalışması, devletin kırmızı çizgileriyle karşı karşıya gelmekten kaçmaları üzüntü vericidir.

-Sol yapılar içerisinde yürütülecek platform, eylem birliği, takvim eylemleri hazırlıkları vb. tartışmalar sıkışmayı açmaya yetmek şöyle dursun, az sayıda kalan kadroların enerjisinin boşa harcanmasına neden olacaktır. *

-Gezi direnişinde sokağa çıkan kentli ve sol-sosyalist fikirlere yakınsayan topluluğun dışında da ciddi bir işçi-işsiz yığının bu memnuniyetsizliğin parçası olacağı kesindir. Ayrıca birbirinden bağımsız, ne yapacağı konusunda kararsız, tek derdi geçim olan, son dönem aklına sık sık intihar gelen, hatta “Ben de AKP’ye oy verdim, CHP’liler işe giriyor, ben açım” diyebilecek kadar apolitik bir toplulukla da buluşma şansımız olduğu bilinmelidir. 

-Yeni bir hareketlilik Gezi Direnişi benzeri, bir anda patlayan, direnen ve işgal eden biçimde olmayacak gibi görünüyor. Uzun süreye yayılan, birlikteliğin zamanla oluştuğu, parçalı taleplerin birleştiği, israf ve hırsızlık söylemi yerine toplumsal eşitlik talebinin merkeze çakıldığı, servet düşmanlığını içeren bir bütünlük oluşturulması gerekliliğinden bahsediyoruz.
Büyük bir özveriyle örgütlü mücadeleye devam eden kadroların enerjisinin çok büyük kısmı insanların bireysel sorunlarıyla uğraşmakla geçiyor. Mücadelenin içinde olması, mücadeleyi yönetmesi gereken kadrolar, ortada böyle bir mücadele zemini olmadığı için insan ilişkilerini yönetmeye çalışıyor. Büyük kısmı bu ilişkiler içerisinde örgütsüzlüğü tercih ediyor.

-2000’in başlarında tartışılan denetim-gözetim aygıtlarına yapılan yatırımın karşılığı alınmış, devlet zor aygıtının dozunu misliyle arttırmış durumda. Mücadele edilen tüm alanlarda geri çekilmek zorunda kalmamızın temel nedenlerinden birinin bu başlık olduğunu da görerek hareket etmeliyiz. Bu gerçekliği görmeden “saf demokrasici” hatta söylemesi tartışma yaratacak olan “sokağı kazanalım” söyleminin, ‘bizim mahalleye’ sıkışacağını bilmeliyiz. Bunu söylerken kesinlikle sokağın küçümsenmesinden bahsetmiyoruz. Tam tersi sokak diye kodladığımız alanın, emekçi semtlerinde başta olmak üzere, işyerlerinde, fabrikalarda ve kent merkezlerinde yeniden hegemonya kurarak öncü eylemlerle değil kitlenin özneleşmesiyle birlikte zamanla kazanılacağını görmeliyiz. 

Uzun yıllardır kültürel kodlar üzerine siyasal dil kuran ve Twitter’da kapalı devre yaşantısı olan cenahımızın hızlıca bu anlamsız dünyadan kurtulması gerekiyor

Ve somut önerimiz

Önerimizin temelde iki başlığı var. 

Bunlardan birincisi parçalı direnme, en azından teslim olmama eğilimlerini yan yana getirmek. 

İkincisi ise hem birincinin oluşturulabilmesi için, hem de intiharlara varan çaresizlik hali ancak sosyalist fikrin oluşturacağı alternatif bir güçle aşılabileceği için aydın, sanatçı, örgüt temsilcisi, vekil, bilim insanı bileşimi ile sosyalist merkez yaratmak.  

İki başlık için de kimlerle ve nasıl yapılacağına dair çok kesin cevaplarımız yok. Ama bizim elimizdeki olanakların üzerine, sol hareket içerisindeki tartışmalardan gördüğümüz katkıları da koyarak neler yapılması gerektiğini sıralayalım. Daha tartışmalı olacağını düşündüğümüz için ikincisinden başlayalım.

15 Temmuz sonrası ortaya çıkan zor siyasetiyle birlikte solun sokağı kaybettiği açık bir gerçek. Emekçilerin siyasi taleplerinin sözcülüğü ne yazık ki milletvekilleri ve popüler insanlara sıkışmış durumda, bu sözcülüğün mecrası da Twitter’a. Bizim açımızdan daha da üzücüsü, çoğu durumda CHP’nin çeşitli seçimlerdeki adayları, hatta zaman zaman Karamollaoğlu’na kadar varan sağcı figürlerden beklentiler oluşmakta. 

Birinci TİP’in yan yana getirdiği sendikacıların, partiyi kapatsak mı tartışması sırasında, partiyi aydınlara açma fikriyle yaşadığı sıçramayı düşünürsek, böyle bir taktiğin dönemsel olarak karşılık bulabileceğini görürüz. Burada dikkat edilmesi gereken temel mesele, amacın emekçilerin özneleşmesi için çaba harcayacak bir topluluğun oluşması. Bir tür halk kahramanları yaratmak değil, zaten emekçi halkın önemsediği, kısmi de olsa temsilcisi haline gelen bir kısım insanın, bu güveni toparlayıcı bir misyonla, kitleleri yan yana getirmek için kullanması. Tabii ki burada parlamentarist, küçük burjuva aydın eğilimleri yaratma ihtimali var. O yüzden işin aslı emekçilerin oluşturacağı meclisler olmalıdır. Ancak gücünü emekçilerin öz örgütlerinden alan bir yapı alternatif bir siyaset merkezi haline gelebilir. Onlar için düşünen, onlar için hareket ettiğini söyleyen ve onların siyasal alandaki temsilcileri olan bir merkez değil. Onların taleplerini dillendiren, onların sesini yükseltmesine yardımcı olan, onların özne olduğunu kabul eden bir merkez

İkincisine yani temel amacımıza geçelim.

Emekçilerin birleşik mücadelesini oluşturmayı, bunu yapmak için de sol cenahımızda niyeti olan herkesin birikimlerini yan yana getirmeyi öneriyoruz. Saray rejiminin yıkılması için örgütlü-örgütsüz bir biçimde mücadelenin içerisinde yer alan insanların, beylik laflar etrafında değil, mücadele-dayanışma meclislerinin koordineli şekilde saraya karşı ayağa kalkmasını öneriyoruz. Tekil, parçalı, otonom çabaların değerli ama kesinlikle yetersiz olduğunu görerek, bir kısmı sadece seçim dönemlerinde, bir kısmı sadece kent-ekoloji başlıklarında, bir kısmı kadın hakları mücadelesinde vb. gördüğümüz enerjinin birleştirilmesini öneriyoruz. Hem Saray rejimine karşı mücadelede oluşan bütün mevzilerin öz güvenli hale gelmesi, hem bu koordinasyonun geri çekilmiş binlerce insanı yeniden özne haline getirebilmesi, hem de Saray rejimine karşı biriken öfkenin anti-kapitalist bir yöne çevrilerek sistem içinde soğurulmasının engellenmesini ancak böylelikle sağlayabiliriz diye düşünüyoruz.

1- Dayanışma ağları

Bir süredir tartışarak gri yakalılar diye tanımladığımız; kentli, eğitimli, uzun ve yoğun çalışma saatleri altında neredeyse asgari ücrete yakın bir ücret alan, genel itibarıyla hizmet sektörü diyebileceğimiz alanda çalışan yüz binler bulunmaktadır. Örgütlülük düzeyleri düşük olan bu kesim, var olan sendikal yapılar tarafından da kapsanamamakta veya kapsanmak istenmemektedir. Hizmet sektörü dışındaki bir kısım meslek için, yıllarca süren okulunu bitirince asgari ücretin 4-5 katı kadar ücret alabilen meslekleri de kapsayan bu alanın, işe başlama maaşları asgari ücret ve biraz üstünü geçmemektedir. Tabii iş bulabilirlerse... Sendikalaşma oranının çok düşük olmasının da etkisiyle, bu alanın çok çeşitli ama bütünlüklü bir zemine ihtiyacı olduğu kesindir. Örnek vermek gerekirse; gazeteci dayanışma ağı, belediye işçileri dayanışma ağı, market mağaza dayanışma ağı, mimar mühendis d.a. vb.

2- İşçi meclisleri

Sınıfın işçi kimliğine, hak arama bilincine, birlikte hareket etme yeteneğine sahip kesimi, büyük ölçüde sanayi işçileri olmaya devam ediyor. Egemenlerin metal işçilerinin hareketlendikleri dönemlerde yaşadıkları korkudan da fark edebileceğimiz gibi bu alanın birikimi ve dönüştürücülüğü çok değerlidir. Mavi yakalı, sendikalı-sendikasız işçilerin bölgesel ya da sektörel şekilde oluşturdukları ya da oluşturacakları meclisler.

3- Gençlik meclisleri: Geleceksizlik, geçinememe ve özgürlük taleplerini başa yazan liseli ve üniversiteli gençlerin öz örgütlenmeleri. Yeni dönem gençliğin alışkanlıklarını devrimci bir anlayışla birleştirebilen, uzun süredir siyaset dışı kalmış gençliğin dinamizmini, sınıf siyasetinin parçası haline getirmeyi hedefleyen meclisler. 

4- Yerel meclisler; bu başlığa özel önem verdiğimiz için üzerinde biraz fazlaca duracağız.

Özellikle Gezi Direnişi sonrasında ortaya çıkan otonomist eğilimler örgütlerden kaçışa, yerel forum ve dayanışmaların kurulmasına neden oldu. Burada mevcut yapıların eksikleri tartışmasız olmakla birlikte, örgütsüz devrimciliğin etkisizliğini, bu yaklaşımın teorisyenlerinden Negri’nin Meclis kitabıyla fark ettiğini görmenin hazzına nail olduğumuzu belirtmek isteriz.

Toplumsal hareketlerin ciddi şekilde geri çekilmesiyle birlikte bu toplulukların ileri unsurları yerel-bölgesel-kimliksel direnme eğilimlerine sığınmak zorunda kaldı. Tüketim kooperatiflerinden ekoloji derneklerine, alevi kurumlarından köy derneklerine, kadın örgütlerinden mahalle forumlarına çok sayıda değerli arayış mevcut. Bireysel çıkar peşinde koşan ciddi sayıda insanı içinde barındırması ve bir kısmı yıllardır var olan bu yapıların tamamının değerli hale gelmesinin nedeni, yukarıda vurguladığımız üzere, geçim sıkıntısının doğurduğu çıkmazın bu toplulukların bileşenlerin tamamını sarmasıdır. Bir kısmı gri yakalı bir kısmı mavi yakalı olarak çalışan bu bileşimin sınıfsal taleplerle hareket eden bir bütünlüğün parçası olması gerekliliği örgütlenmelidir.

Bu yapıların merkezi siyasete dahli sadece seçim dönemlerinde oluyor diyebiliriz. 7 Haziran’da HDP’ye, büyükşehir seçimlerinde CHP’ye, Hayır sürecinde büyük bir enerjiyle HAYIR’a çalıştılar. Yani yapı olarak kampanya benzeri işlere çok uygun topluluklar olduğu söylenebilir.  

Nereden başlamalıyız?

Gri yakalı işçilerin oluşturduğu-oluşturacağı meslek dayanışma ağları, mavi yakalı işçilerin içerisinde olacağı işçi meclisleri, geleceksizlik ve geçinememeyi temel alan öğrencilerin meclisleri, yerel odakların çok çeşitli biçimlerde oluşturduğu meclislerin temsilcilerinin koordinasyonun yapacağı orta vadeli bir kampanya ile başlayan, 1 Mayıs’ı hedefleyen ve sonrasında alternatif bir odak haline geleceğini düşündüğümüz bütünlüğün örgütlenmesi, ortaya çıkacak toplam gücü görmesini sağlamalıyız.

Kısacası yüzlerce meclisin işsizlik-yoksulluk-geleceksizlik merkezli bir kampanya ile muhalefetin statik enerjisini dinamik hale getirmesidir, önerimiz. Buradan ortaya çıkan gücün hem Saray rejimine hem de neo-liberal sömürü düzenine yönlendirilmesi, seçimlerin de etkisiyle sosyalizmin eşik atlaması ön kabulümüz.

Bu notu düşmek zorundayız!

En son olarak siyasal iktidarın fethi dışında bir çözüm olmadığını bilen, tarihsel bilince sahip devrimcilerin, bu mekanizmanın siyasal ve örgütsel bütünlüğünü sağlamak, yapının yenilmezliğini ve sürekliliğini kurmak için yürüteceği adanmış bir çabanın yani tüm toplumsal sorunların çıkışının “tek yol devrim” anlayışıyla örgütlenmesinin temel görevimiz olması gerektiği. Bu anlayış kadroların gelişmesini, sınanmasını, öznelci yaklaşımlardan uzaklaşmasını, enerjilerini kitlelerle bağ kurmalarını sağlayacağı gibi öznenin de çok daha kitlesel bir topluluk tarafından sahiplenilmesini, oluşturulacak merkezi stratejinin özgün örneklerle geliştirilmesini ve iktidar hedefinin gerçekliğe doğru yürümesini sağlayacaktır. Örgüt mücadele alanlarında sınanarak devrimcileşecektir. Özellikle de sınıf alanında derinleşen, işçileşen bir tarza ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Bu başlığı şöyle kapatalım; “Ne yapmamalı!” başlığında değindiğimiz belli gruplara, kişilere ait olan öznelci anlayış, öncü örgüt ihtiyacının istismarıdır. Devrimci kadroların yapması gereken şu an kadrolarının, üyelerinin, sempatizanlarının kimlerden oluştuğunu önemsizleştiren partinin Türkiye işçi sınıfına ve devrimcilerine ait olduğu mütevaziliği ve adanmışlığı ile yürütülen kurucu bir misyondur.

 *Burada “birlik” kavramını özellikle kullanmadık. Devrimcilerin, aygıtlarını yani kadrolarını, olanaklarını bütün birikimlerini birleştirmesi tartışmasına kapalı olmanın ilkesel olarak yanlış olduğunu düşünüyoruz.

DAHA FAZLA