Çulhaoğlu, bizim hikâyemiz…

Çulhaoğlu, bizim hikâyemiz…

Hepimizin başı sağ olsun, kaybımız büyük, eksikliğini her zaman hissedeceğiz ve onunla başladığımız yola devam edeceğiz.

Uğur Özdemir

Ne çok zormuş gidenlerimizin ardından yazmak. Her kaybettiğimiz arkadaşımız, yoldaşlarımız, sevdiklerimiz ardından biraz da biz ölmüyor muyuz? Onlar geride birçok eser ve anı bıraksa da daima çok şey götürdüler. Bir de tarihin bu noktasında ¨yeni¨ veya ¨gelenler¨ dediklerimizin yetmezliği ortadayken her kaybettiğimiz ile bir parçamız eksildi. En son yitirdiklerimizden A. Hamdi’den, M. Ali’den, Savaş Al’dan, Ali Önder’den başlarsak Metin Çulhaoğlu’nda da böyle oldu. Sevdiklerimizi   kaybetmek insanın içini acıtan, açıklanması zor bir yoğun duygudur. Bu yazı bir daha tekrarlanması   mümkün olmayan yaşanmışlıklarımıza dair birkaç hatırlatmada bulunmak için de kaleme alınmıştır.

Metin Hoca, Ahmet Hamdi ağabeyin ardından ‘’Ben, Uğur, İsmail, Yavuz …. Hepimiz A. Hamdi’nin paltosundan çıktık‘’ diye yazmıştı. Güzel bir metafordu ve elbette bu paltodan çıkan başka arkadaşlarımız da vardı. İsimleri buraya sığmaz... Başkalarını bilmem ama benim düşünce yapımın oluşmasında A. Hamdi’nin unutulmaz katkıları olmuştu. Bana, bize düşünmeyi, sorgulamayı, olaylara bütünsel bakmayı öğretti. Başlı başına bir tarih ve deneyimdi. 1961-71’de Türkiye İşçi Partisi ile başlayan siyasi ve örgütsel faaliyeti, ¨sömürücüye yumruk¨ ve ¨işçi davası¨ gibi Zonguldak işçi havzasında çıkan işçi ve sosyalist yayın faaliyetleri çok önemlidir. Bu iki yayın organının geriye dönük olarak bütün sayılarını okuyup incelemiştim. Bizim tanışmamız, 1975 ve ikinci TİP dönemi Beykoz işçi havzasındaki politik çalışmalarımız ile başlamış, sonrasında Sosyalist Türkiye Partisi (STP) içinde yer almasıyla devam etmiştir. Metin Hoca’nın, Savaş ve M. Ali’nin kaybından sonra yazdığı güzel yazıları ve anıları hatıramızdadır. Kolay mı bu iki güzel insanımızı anlatmak? Metin biraz da vefa duygusundan yoksun bazı eski mücadele arkadaşlarımıza kırgınlığını ifade ederek bunu ustalıkla yapmıştı. Her iki yoldaşımız da sosyalist mücadele tarihinin ve bizim geleneğimizin Ege Bölgesi’ndeki tarihsel hafızası olmuştur. Onlar gidince benim için ¨Ege Bölgesi kararmış ve dağlar uykuya yatmıştır¨.

Metin Hoca, Ali Önder’in ölümü sonrasında yazdığı yazıda, onun Gelenek’in altı kurucusundan birisi olduğunun altını çizmiştir. Bana telefon açtı ve ¨Hocam, bu yazıya bir baksana. Senin ve diğer beş kişinin ismini yazmadım ama Gelenek Hareketi’nin kurucularının kimler olduğu umarım anlaşılmıştır¨ dedi.

Bizim tarihsel algımızda kırılmalar vardır: Çok etkin ve yetkin bir kişiden, kurucu bir kaynaktan, Metin Hoca’dan unutulan veya unutturulmak istenen, bazen yok sayılan tarihimize önemli bir katkıdır.

Ali Hoca’yla tanışmam ikinci TİP ve Sosyalist İktidar dergisi dönemindedir. Bu derginin kesintiye uğradığı 11. sayıya kadar birlikteydik. Sonrasında ¨Gelenek¨ ve ¨Sosyalist Politika¨ dergi pratikleri, STP ve Sosyalist İktidar Partisi (SİP) ile başlayan partili çıkış ve mücadelelerde… Tarihsel sürecimizin değişik uğraklarını değerlendirmek bu yazının konusun değil, burada yalnızca uzun bir yürüyüşümüzün olduğuna dikkat çekmek ve bana göre önemli olduğunu düşündüğüm bazı tespitler yapmak istiyorum.

Biz, bahsi geçen bu üç dergiyle ne sadece yapmak ne de teorik yayın olmayı kendinde bir amaç olarak gördük. Teorik yayın, bizim siyasal ve kolektif kimliğimizin bir alanı ve aracı olmuştur. Kendi kimliğimizi ve iddialarımızı teorik yayın aracılığıyla ortaya koyuyorduk ve mutlaka örgütsel ve siyasal bir yapıya, bir kadro dinamiğine yaslanıyorduk. Sosyalist İktidar oluşumu içindeki ayrışmanın en önemli nedenlerinden birisi, ¨tek adamın temsilciliğine yaslanan bir örgüt modeli mi yoksa kolektif bir kimlik mi¨ tartışmasıdır.

Gelenek’in kendisi için saptadığı amaç bir cümleyle şöyle özetlenebilir: ¨Ülkenin bugünkü ortamı ve koşullarından hareketle geleneksel solun Türkiye’de yeni bir ruha, canlılığa ve yaratıcılığa kavuşabilmesine katkıda bulunmak…¨ (Gelenek, Kasım 2006, syf. 29, 1986’da çıkan birinci sayısından)

Sosyalist İktidar oluşumu homojen bir yapı olsa da Gelenek’e, Sosyalist Politika’ya ve günümüzde de taşınan genel ama kesin bir hat üzerine oturuyordu. Bu hat kabaca eşitsiz gelişme yasası çerçevesinde sosyalist devrim ve kopuş, daha sonra Gelenek’in konu zenginliği içinde ortaya koyduğu sosyalist devrim, Leninist örgüt ve öncülük, yeni bir dönemde yeni bir kadro tipolojisi yaratılması olarak sayılabilir. Bir dolu başka çözümlemeler bunları izler…

Doğrusunu söylemek gerekirse o dönemin solunun ana öbekleri bize karşı ¨Türkiye solunun siyasal önderlik sorunu bizden sorulur, size ne oluyor? Siz teori yapın¨ tarzı başka bir yaklaşım içindeydi. Günümüze gelecek olursak, bu ülkede yeni bir gelenek oluştuğu artık kabul görmektedir. Mücadelenin belirli bir döneminde bir hareketin bir yerlere gelebilmesi için asgari bir kadroya ihtiyaç vardır. Aydınlar, gençler ve sosyalist öncü işçiler yapının temelini teşkil etmek zorundadır. Türkiye solunda da, bizde de yeni bir çıkış ve toplumsallığa denk düşecek kaynaklar sınırlıydı. Tam burada bir hak teslimatı yapmamın zamanı gelmiştir: Gelenek’in örgüt yapısı içinde işçi sınıfından gelme öncü işçiler ağırlıkla geçmişten Beykoz kadrolarımızdı ve hatta Gelenek Hareketi, sosyalist kamuoyunda ¨Beykozlular Hareketi¨ olarak bilinirdi.

Sevgili arkadaşım, Metin Çulhaoğlu yoldaşımın ¨Parti öncesi gelenek: Alan temizliğinden örgütlü siyasete¨ başlıklı, Gelenek dergisinin 2006 tarihli yazı ve değerlendirmesine başvurmanın zamanı geldi. Metin Hoca’nın, Gelenek’in ilk yayımlandığı 1986 yılından STP’nin kurulduğu 1992 yılına kadar olan dönemi ele aldığı bu çalışması mutlaka okunmalı ve yeniden değerlendirilmelidir.

¨…Türkiye’de aşamacılığın, demokrasiciliğin, demokratikleşmeciliğin ve bağımsızlıkçılığın ötesinde sosyalist devrim-sosyalist kopuş imkan ve olasılıkları üzerinde odaklanma; bu tam merkezde duran ve diğer çarkları harekete geçiren asıl çarktır. Daha ötesini de söyleyebiliriz: Bu çark olmasaydı Gelenek’in ‘yetenekli’ yazarları en fazla monografik çalışma üstadı veya akademik dergi yazarı (veya bugüne bakılırsa, belki de ‘komplo teoricileri’) olabilirlerdi.¨ (syf. 21)

Yeterince açık olmalı. Gelenek’te temsil olunan ve günümüze taşınan teorik ve siyasal anlayış tam olarak budur.

Ben Metin Hoca’nın, ülkemizde yazıları zamana karşı direnen ve eskimeyen ender yazarlardan birisi olduğunu düşünüyorum ve bunu kendisine söylemiştim. Çok eskilerden, ¨Doğruda durmanın felsefesi¨, ¨Bir daha fenersiz yakalanmamak için¨ başlıklı yazılarını ve başka birçok yazısını örnek gösterebilirim. Benim açımdan, ¨Metin Çulhaoğlu kimdir?¨ derseniz, ilk önce siyaset belirlenimli bir sosyalist ve ülkemizin yetiştirdiği en önemli Marksist kuramcı olduğunu söyleyebilirim. ¨Sadece bu mu?¨ denmesin. 1980’li yılların sonlarına doğru partileşme tartışmaları, STP ve SİP’in kuruluşu, Siyaset Gazetesi, TKP ve TİP var.

Hatırlatmak isterim: Ali Önder STP Genel Başkanı’dır. STP ve SİP’in Merkez Komitesi’nde, Siyasi Bürosu’nda, diğer bir deyişle kolektif liderliğinde, Metin Hoca’nın Gelenek’in altı kurucusu dediği isimler vardır. Sosyalist Politika kitapçığındaki isimler, geçmişten geleceğe devamlılığı temsil etmekteydi. Sosyalist Politika dergisi ve oluşumu, dönemin bir dizi sorun ve gerilimleri sonucunda ortaya çıkmıştır.

Önümüzde iki yol vardı: Büyümesi ve gelişmesi belirli bir sınıra dayanan SİP kazanımıyla yetinmek ve yine belirli bir doyuma ulaşan ¨teorik müdahale¨ hamlelerini yeni sözcüklerle tekrarlamak veya dönemin sosyalist mücadele ve pratiğinin davet ettiği sıçramayı yapmak. Sınıf mücadelesini büyütmek, sosyalist siyaseti toplumsallaştırmak… Biz de öyle yaptık. Elde ettiğimiz birikimi, yani koşulların davet ettiği siyasete ve örgütlenme düzlemine taşımaya çalıştık. Özetle, 1990’a kadar ¨alan temizliğini¨ önemli ölçüde başarmıştık ve sosyalist harekette özgün bir yere gelmiştik. Parti ve hareket geleneğini siyasal pratikte sınamanın, bir araya getirmenin koşulları olgunlaşmıştı. Bir yenilgi sonrasında sosyalist solun morale, motivasyona ve toparlanmaya ihtiyacı vardı. Teori, örgüt ve siyasal pratik anlamında mesafelerin yeniden test edilmesine ihtiyaç vardı. Birleşik Sosyalist Parti (BSP) ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) böyle bir nesnel zorunluluktan doğdu.

Sosyalist Devrim başlığında iki göndermede bulunarak buraya kadar anlatmaya çalıştığım tarihsel dönemi kapatacağım. Birincisi: BSP döneminde Genel Başkan Sadun Aren, bir Merkez Yönetim Kurulu toplantısında ¨Benim çok partim oldu ama ben hep sosyalist devrimi savundum¨ demişti. Ne güzel, parti sadece bir araçtır, önemlidir ancak partiyi fetiş haline getirmek yanlıştır.

İkincisi; “Her şeyi söyleyebilirsiniz; parti, örgüt… Bu kadar mesele yapmazdım. Siz sosyalist devrim anlayışı yanlıştır diyorsunuz değil mi? ¨ diye ortaya sordu. ¨Evet¨ dedik. ¨Ben hayatım boyunca bunu savundum¨ dedi. ¨Siz buna karşı çıkıyorsunuz, o zaman bağlar kopuyor, konuşabilecek bir şey kalmıyor. Bunu demeseydiniz, başka her şeyi tartışabilirdik.” (Gökhan Atılgan, Behice Boran: Öğretim üyesi, siyasetçi, kuramcı. Yordam Kitap. 2007. syf. 295)   

Bizim çok partimiz oldu. Sosyalist devrim anlayışı ve devrim fikriyatı kırmızı çizgimiz, sosyalist stratejimizin merkezi sorunu oldu.

Metin Hoca ile 47 yıl tanışıklığımız, siyasal, düşünsel birlikteliğimiz oldu. Tanışıklığımızın başlangıcı ikinci TİP ve Yürüyüş dergisidir. Yürüyüş’teki yazılarını büyük bir öğrenme açlığı ve merakla okurdum. İlk tanışmamız ikinci TİP programının açılımlandığı ve Behice Hanım’ın programın Türkiye bölümünü sunduğu, benim de katılımcıları arasında olduğum, Behice Hanım’a ısrarlı sorular sorduğum bir toplantıda oldu. Toplantı bittiğinde yanıma geldi, sohbet ettik. Daha sonra eş zamanlı olarak partiden hizip suçlamasıyla atıldık. Oysa aramızda hiçbir organik bağ yoktu ancak Türkiye’ye ve sosyalizmin sorunlarına dair benzer şeyleri düşünüyorduk. Yoldaşlığımız günümüze kadar sürdü. Gelenek ve   Sosyalist Politika dergi pratiklerinde, başlangıçta Metin Hoca’nın dışında kimsenin süreklileşmiş yazma deneyimi yoktu. Bir süreliğine her iki derginin yazı yükü onda olmuştur. Sosyalist Politika dergisini çıkarırken ¨İlk dört sayısını ben çıkarırım sonrası sizde¨ demişti. Böylesine donanımlı ve üretken bir Marksist aydındı. Her dönemde fikri öncümüz ve yol göstericimiz olmuştur.

Metin Hoca kararlı ve inatçı bir duruşa sahipti. Bu özelliklerinin 68’in devrimci romantizminden, onun entelektüel donanımından kaynaklandığını düşünürüm. Hepimizin başı sağ olsun, kaybımız büyük, eksikliğini her zaman hissedeceğiz ve onunla başladığımız yola devam edeceğiz.