Bu barikatlar herkese
Yasaklar bizi yıldıramaz, ama hepimizin hayatından çalar. Bu yüzden, bu sadece bizim mücadelemiz değil, bu mücadele herkes için.
Talya Aydın
18 Haziran, Taksim meydanının ve çevresinde tüm Beyoğlu sokaklarının açık hava hapishanesine döndüğü bir gün oldu. Trans Onur Yürüyüşü’nün gerçekleşebilecek olma ihtimali bile, devletin seferberlik ilan etmişçesine tüm kolluk kuvvetini bölgeye yığma refleksi göstermesine yetti. Anayasal bir hak olan yürüyüşün, toplanmanın, yeni Türkiye’nin keyfi hukuk düzeninde valiliklerce yasaklanması, son on yıldır hayatımızda olan bir durum.
Yasaklar, başta toplu eylemleri kapsarken, son yıllarda devlet kıskacı LGBTİ+ öznelerin tüm kamusal varlığını hedefler oldu. Devletin ayrıştırıcı ve kısıtlayıcı yaklaşımı, çok yönlü bir yöntem izliyor; gökkuşağı bayrağı asmanın zabıta tarafından hedef gösterilme sebebi olduğu işletmelerden tutun, kampüslerde piknik yapmak hatta bir kafede çay içmek isteyen lubunyaların engellenmesi, gözaltı ile gözdağı verilmesine kadar. Buna ek olarak, devlet kendi diretmesi ile uygulayamadığı medya karartmasına karşı, bir oto-sansür refleksi geliştirme çabasına girmiş durumda. Bunu, özellikle kitlesel görünürlüğü yüksek sanatçıları hedefleyerek yapıyor. Alenen LGBTİ+, eşcinsel, lubunya diyebilen sanatçıları bir nevi “kara listeye” alarak yapıyor. Ancak buna rağmen sanatçıların taviz vermeyen duruşu, tüm LGBTİ+’lara güç veriyor.
Bütün bu yaşananlar içinde unutulmaması gereken şu: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyebileceğimiz bir ülkede yaşamıyoruz. 18 Haziran, Taksim’e ve Şişhane’ye metro erişiminin kapatıldığı bir gün oldu. Araç trafiği sekteye uğradı, tüm ana caddeler çelik barikatlarla çevrildi. Bugün belki de buradaki okullarda sınava girecek öğrenciler mağdur oldu. Toplu taşıma kullanan işçiler, mağdur oldu. LGBTİ+’ların kamusal alanda varoluşu, her şeyden önce bir eşit yurttaşlık meselesidir. Bir eylemi engelleme çabası uğruna, dünya metropolü sayılacak bir şehrin ana meydanını, ana kültürel caddesini kapatmak özne olsun olmasın kimsenin kabul etmemesi gereken bir durum olmalıdır.
25 Haziran, tekrardan tüm lubunyalar İstanbul’un meydanına, Taksim’e yürüyecek. Tüm keyfi uygulamalara, siyasi söylemlerle konuyu çarpıtmalara, nefret suçuna varan ifadelere rağmen, tek bir gerçek var: Toplanmak, yürümek, Taksim Meydanı’nda olmak, anayasal bir haktır. Bu ülkenin yurttaşları eşittir. Onur Yürüyüşü engellendikçe, İstanbul bir haftasonu en önemli kültürel sahasından, tüm şehirlileri ve ziyaretçileri olarak mahrum kalıyor.
Normalde, bazı sosyal ve politik konular hakkında kamuoyu, farkındalık oluşturmak adına yollar, meydanlar kapatılır. Apolitik ya da konuya uzak olan vatandaş da bu “bozma” neticesinde konuyu fikir dünyasına taşır. Türkiye’de ise, dinamik biraz ironik işliyor. Asıl kamu düzenini bozmayı, bizzat polis ve devlet yapıyor. Bu yüzden, belki de LGBTİ+ hareketinin, her Pazar’a bir Onur Yürüyüşü çağrısı yapması da yeni bir stratejiye dönüşebilir. Lubunya şehrini, semtini rahatça yaşayamadığı sürece, kimsenin yaşayamayacağı ortada. Hayatımızı kasten bir açık hava hapishanesine çevirmek isteyen devlet politikalarını, en iyi bizzat korkuluklarla çevrilmiş bir kent anlatır topluma. Yasaklar bizi yıldıramaz, ama hepimizin hayatından çalar. Bu yüzden, bu sadece bizim mücadelemiz değil, bu mücadele herkes için.