Bir Hiç ile konuşma

Bir Hiç ile konuşma

İnsan özgürdür, özgür olduğu kadar eşittir. İnsanların yarattığı toplumlar mahkumdur, mahkûm oldukları kadar canidir. Kimi cani silahıyla öldürür kurbanını, kimi işkencede, kimi hayallerini öldürür, kimi sömürür yaşamını, kimi yıkar zihnini.

Ulus Töz

Yaşanılan bu zorlu, soğuk ve ıssız günlerde çeşitli sorular arasında boğuluyordum kaç zamandır. Vakitlerden bir vakit geldiğinde, sessiz olduğu kadar çığırtkan, güçlü olduğu kadar mahzun ve somurtkan olduğu kadar umutlu bir adamın karşısında buluverdim kendimi. Bir kış günüydü, ayaz vurmuştu camlara, çevremde bir yaşam döneniyordu durmadan ve ben aklımdaki sorularla gözünü gözlerime dikmiş bir alevle karşı karşıya oturuyordum. Önce sordum adını, gözünü devirip bir Hiç dedi, sakince, sıkılmadan. Ardından bir anda sözcükler döküldü ağzından ve ben de kaptırdım kendimi, bütün merakım ve heyecanımla. Kısa sohbetimiz süredururken elimde kâğıt kalem buldum bir anda, içimden parmaklarıma akan bir coşkunlukla yavaşça ve sert sert cümlelere basan sesi kazımak istemiştim sanıyorum satırlara. Ve işte, o günden kalan satırları şimdi sizlerin ellerine iletiyorum. Hayır, belki bu cevaplar bizlere yeni aydınlık yollar doğuramayacaklar, hayır bu sorular nefes aldığımız her an sırtımıza yüklenen sorunların karşılığı değiller ancak, burada, bu satır satır karamsarlığa bulanmış güneş gibi söneduran umut serzenişlerinde bir yol var, bir iz, soyut bir adım var.

Sizce dedim, elimde kalem kağıt, önümde tüten dumanlar ve delicesine bir soğuk içimde işlerken, şu fırsat eşitliği dedikleri kapital hayal, gerçek olabilir mi bu topraklarda?

Bir Hiç yanıtladı, durup düşünmeden bir saniye daha:

Kapitalizmin demir çarklarının yüreğimize işlediği asırların ardından günümüzde zorunlu krizlerinden kurtulmak için çırpınan acımasız burjuva yaşamanın karanlıklarla süslenmiş bahçesine çiçekler ekmek için çabalayan, çeşitli siyasetin boyunduruğunda veyahut düşüncenin yani ideolojinin kemikleşmiş, vücut bulmuş hümanizm’in(insancılığın)  savunucusu kalabalıkların gür sesleriyle ifade ettiği fırsat eşitliğinin mümkün olup olmadığı bile çok önemli ve irdelenmesi gereken bir soruyken burada bu fikrin çıkış noktasını ya da gelişimini incelemeden belki de birçok fikirle çelişerek veya bir noktada bu ileri sürülen fikirlerin zihnime işlemiş anlamlarını gün yüzüne çıkaracağım.

Fırsat eşitliği, kısaca daha doğrusu kabaca eşit fırsatlar altında yaşama atılma ve yaşam denilen esrarengiz oyunda eşit derecede fırsata sahip olunması gerektiğini öne süren Fransız devrimine öncülük eden bir düşüncedir. Fırsat eşitliği ilkesi fikrinin kapitalizmin filizlendiği günlere tekabül etmesi tesadüf olabilir mi? Demir çarklar demiştim bir önceki paragrafın başında içinde yaşadığımız sistemi tanımlamak için. İşte bu demir çarkların, birbirine sıkıca kenetlenmiş vahşi çağrışımların, tüketme kültürünün ve bütün bir yaşam denilen akıp geçen zaman boyunca yarış içerisinde olmak zorunda olan insanlığa eşit şartlar sunmak oldukça iyi bir fikir olsa gerek! Lakin bu korkutucu sistemin çehresinde yaşayıp büyüyen yığınların fırsat eşitliğine sahip olması mümkün mü? Yaşadığımız olağanüstü dönemde dünyanın pek çok yerinde insanlar evlerine kapanmış, belirsizliği deneyimlerken bizler (3. dünya ülkesi vatandaşları) birçok temel ihtiyaca ulaşabilecek miyiz korkusuyla yaşarken vatandaşına ekonomik destek sağlayan, uzaktan eğitim sürecini başarıyla tamamlaması için bilgisayar, tablet vs. ihtiyaçları ücretsiz bir şekilde karşılayan ülkelerin vatandaşlarıyla bizlerin fırsat eşitliği safsatası altında bir araya gelmemiz mümkün mü? Ancak uluslararası arenayı incelememiz için öncelikle kan kokan topraklarımızın sahipliklerine yüzümüzü çevirmemiz gerekir.

Fırsat eşitliği temelde oldukça faydalı gözükmektedir. Devlet doğan her çocuğa eşit fırsatlar yaratacak ve bu fırsat yaratımını süreklileştirecek kişiler kendi çabaları ve kabiliyetleri doğrultusunda arzuladığı yaşamları kurabilecektir. Sevgili vatanımızda bu ilke geçerli değil midir? Herkes eğitim hakkına sahiptir, bu konuda eşittir! Herkes üniversitede okuma hakkına sahiptir (bunun için paraya veya güce ihtiyaç duyulmaz) eşit şartlarda sınava tabi tutulur! Bu topraklarda fırsat eşitliği vardır. Yazarken bile kahkaha atmaktan alamıyorum kendimi, alamıyorum zira bizzat yaşıyorum-uz bu eşitsizliği! Yetersiz devlet okullarının vasat denemeyecek eğitimini alan bir öğrencinin sınav diye öne sürülen anlamsız kâğıt ve zaman israfı saçmalıktan başarıyla çıkması haber değeri taşımaz mı? Bu topraklarda yollar kapandığı için hastaneye götürülemeyen çocuklar yok mu? Gençliğinin baharında okuldan işe, işten okula koşan yavrucakların elleri ulu burjuvanın nefesi için nasır tutmuyor mu? Fırsat eşitliği, okuma yazma bilmeyen bir Kürt kadınının üç yaşındaki kızıyla İstanbul’a gökdelenler diken, vergileri kazanç diye midesine indiren bir burjuvanın üç yaşındaki oğluyla eşit şartlara sahip olması gerektiğini ileri sürer. Oysa ırkçılığın, cinsiyetçiliğin her geçen gün güç kazandığı ve küllerinden doğduğu bu topraklarda ve de dünyayı pençesinde tutan demir çarkların altında eşitlikten söz etmek kanadı kırık güvercinle gökleri inleten kartalın eşitliğinden bahsetmekten farksızdır.

İnsan özgürdür, özgür olduğu kadar eşittir. İnsanların yarattığı toplumlar mahkumdur, mahkûm oldukları kadar canidir. Kimi cani silahıyla öldürür kurbanını, kimi işkencede, kimi hayallerini öldürür, kimi sömürür yaşamını, kimi yıkar zihnini. Caniler yaratır canileri, böylelikle dışlanmazlar toplumdan. Bu toplum denilen (son yüzyılların sınıf savaşımı alanı) kalabalıkların metalaştığı, birer sayıdan ibaret kılındıkları bu ve geçmiş birçok çağda fırsat eşitliğinden bahsetmek mümkün değildir, zira sınıfsal eşitsizlik var olduğu sürece şartlarda eşitlik söz etmeye değmeyecek bir iddiadan öte değildir. Bu yüzdendir ki ileri sürülen birçok teoriyi hiçe sayarak, fırsat eşitliğinin güçlü bir yanı olduğunu reddediyor ve cevabımı burada tamamlıyorum.

Sarhoş gibi süzülüyordum yaşamın arasında, içimde kopuyordu fırtınalar, her kelimeyi dilinde döndürüşü, döndükçe döngü devrana yayılan sesi ve onca kalabalığın arasında kulağımı inleten cümleleri sarhoş bir edayla sürüklüyordu peşinden beni. Elbette söyledikleri sürpriz değildi benim için, yine de söyleyiş şekli her bir tümceyi hayali Kafdağı’na götürüyordu beni.

Bir sessizlik anında dayanamadan bir soru daha dedim heyecanla, “son” dedi, “gitmeliyim” bir fırtına koptu içimde, saatlerimiz var sanıyordum oysa. Saniyeleri boşa harcamamak adına sordum o anda: İki eli vardır devletin, bir sağ ve bir sol, bir karşıt ve bir yandaş el, neden çatışır bu eller, neden ezilir şu sol dedikleri cesur doğruluk.

Cevap verdi bir Hiç, sakınmadan:

Toplum sözleşmesinin başat aktörü toplumun çıkarları doğrultusunda hareket etme fikrinin sol ele verilmesi ve toplumu sayılardan farksız göremeyen ekonomi politiğin karşı karşıya gelmediği bir an var mıdır? Daha önce eşine rastlanmamış, yığınları fikir ayrılıklarına sürüklediği kadar yeni çözümlemelere itmiş pandemi döneminin içindeyken oldukça net bir şekilde görüyoruz ki ekonomik çıkar insan sağlığından önemli bir konum alabilir, sağlık alanında yapılacak reformlarla sağlık emekçilerinin şartlarını iyileştirilebilir, yeni imkanlar sunulabilir, toplum sağlığını korumak ve yeterli hizmeti sunabilmek için yeni hastaneler inşa edilebilir, hali hazırda yıkıma hazır bir şekilde bekleyen dört duvar yıkıntılar iyileştirilebilirken; uzaktan eğitim adı altında eğitimden yoksun kalan yığınlara sunulmayan-teklif dahi edilmeyen-internete ulaşım, bilgisayar veya tablet ihtiyacı karşılanabilecekken; yığınların üst üste seyahat etmek zorunda kaldığı, tıka basa toplu taşıma şartları iyileştirilebilecekken; uygulanan kapatmalarla esnafa ve sanatçılara ve de bu süreçte işsiz kalmış birçok emekçiye yardım sağlayabilecekken devlet ekonomik zor koşuldan kurtulmak adına toplumdan yardım istemiş, kamu harcamaları daraltılması gerekirken vergi artırımına gidilmiştir. Kısaca sağ el sol eli tınmamış, arkasını dönüp gözünü bile kırpmamıştır.

Dünya genelindeki koşullar ülkemiz kadar vahim durumda olmasa da benzerlik göstermektedir. Neo-liberal akınla toplumu görmez olan burjuva devletleri sağlıktan eğitime birçok harcamadan kaçınarak rekabetçi piyasanın içinde büyüme güdüsüyle birlikte kaybolmuştur. Bütün dünyayı alarma geçiren virüs döneminde, Asya devletleri dışında hiçbir devlet pandemiyi yönetememiş, gerekli koşulları sağlayamamıştır. Bu da bizlere açıkça göstermektedir ki dünya genelinde kıymetli Bourdieu’nun çatışımı sosyal politikanın taraf olduğu her alanda geri kalmış veya yenik düşmüş, sağ el sol eli bükmüştür. Ancak bu çatışım henüz son bulmamıştır. Sendikal ve toplumsal hareketlerin güçlenişiyle sol el sağ elden hakkını alabilir, önce neo-liberalizmi ardından kim bilir, belki kapitalizmi yıkabilir ve demir çarkların çağının ardından aydınlık bir rejim doğabilir.

Kapitalizm doğası gereği bireysel rekabeti hatta ve hatta devletler arası rekabeti içerir. Bu iflah olmaz koşullar altında sol ele yapılacak yatırımların seçim dönemi dışında uygulanması pek mantıklı gözükmemektedir. Refah seviyesi yüksek küçük nüfuslu İskandinav ülkelerini es geçerek belirtmek gerekir ki, halk koltuğu ele geçirmek için gerekli bir araçtır ve bu aracı ardına almanın en iyi yolu sol elden geçmektedir lakin seçim dönemlerinin dışında sol ele uğramak veya dokunmak hatta ve hatta yanından geçmek bile birçok gereksiz harcamayı doğuracak ve ekonomik atılımın önünü kesecektir. Halkın gözü halihazırda boyanmışsa neden hizmet gereklidir? Bu çatışım hiçbir zaman bitmeyecektir.

Ve kalktı masadan, elimi sıkıp kayboldu şehir denen kalabalıkta. Bir daha göremedim yüzünü ancak sesi hala kulaklarımda:

Çark dönecek, birileri ezilip gidecek, birileri tepeden el sallayacak kalabalığa. Koltukların sahiplikleri sözler savuracak karanlığa, karanlık haykıracak olanca çığırtkanlığıyla: “Özgürlük! Eşitlik! Adalet!”     

 

DAHA FAZLA