Bir filozof işçi: Metin Çulhaoğlu…
Anısı mücadelemizde her daim yaşayacak…
Nurhan Altınakar
Düşünme ile eyleme, teori ile pratik arasındaki ilişkiler bütünü, asırlardır var olma diyalektiği üzerinden tartışılıyor ve bitmeyecek gibi gözüküyor. Türkiye sosyalist hareketinde, teoriyi bir ve aynı anda pratikle zenginleştirerek devinme diyebileceğimiz, marksist literatürde “praksis” ile kavramlaşan; gelişigüzel değil edinilmiş öğrenilmiş bilgi feneriyle, spor olsun diye değil dünyayı değiştirmek için yapıp-etme işi pek rağbet görmez genelde. Ya biri ya diğerine ağırlık verilmiş ‘bulagelir’ sosyalist örgütler kendisini.
Hareket geleneği-teori geleneği, tuzlukçu sokakçılar-kumru gibi düşünüp bir şey yapmayanlar şeklindeki ayrımlar üzerinden her biri ayrı bir horlanmayla dillenen sol tarih okumasının, benzer pek çok sürekliliği ve tutarlılığı bozucu biçimlerinin nedenlerini tartışabiliriz elbet. Ancak en doğru sayılabilecek praksisi, aynı şiiri yazan şairler, aynı resmi yapan ressamlar gibi her seferinde hem estetik hem etik bir yaklaşımla başarabilen, onu bir yaşam biçimi haline getirebilen nadir insanlardan biri, Metin Çulhaoğlu olabilir.
Yazdığı yazılar onca ağırlığıyla yüreğinize çöreklenirken, bir okuma-öğrenme merakı kaplardı içinizi. Bazen de bir gülme tutardı yazı içine saklanmış ince esprilerine. En güzel hisleri de herhalde bir arada olduğu, zamanını geçirdiği yoldaşları yaşamıştır ki bilmeyene bilmediğini, hazır olmayana olmadığını hiç hissettirmeden en acemisinden en gencine, insanların olumlu gördüğü yanlarından bir sohbetle başlar, sohbeti monologdan ustaca birkaç basit soru ile, size sanki çok şey bildiğinizi hissettirecek şekilde, yine ustaca bir diyaloğa çevirirdi. Kürsü kullanmadaki ustalığı ise ayrı bir konu. Meşhur siyah kayışlı kol saatini çıkartır ve önüne koyar, ne kadar süresi varsa tam o kadar konuşarak, sanki çok basit birkaç konuya değinip geçmiş gibi teşekkür eder, saatine uzanır ve küçük notçuğuyla ayrılırdı huzurdan.
Sosyalist siyasetin yeniden üretilmesine en çok kafa yoran aydınlardan biriydi de diyebiliriz. “Özgül bağlamlı devrim kuramı” ile gerek süreklilik-kopuş dinamiğine gerekse siyasal devrim-toplumsal devrim ilişkisine ustaca bir manevra çekmiş, ince bir planya tarifine doğru yelken açmıştı. Erken ayrıldı ve geriye kalanı rüzgara bıraktı.
O bir “doğruda durmanın filozofu”ydu. Ancak yaşamına baktığımızda, ömrü boyunca her fark edilişinde filozof kral olmaktan kaçtı adeta.
Örgütünün, partisinin filozof kralı olmak yerine, belki de bir kişi bile kaybetmemek üzere, fikrini söyleyip ısrarcı olmamayı tercih etmeye varan mütevazilikte ve/fakat dünyamız ve Türkiye için, neden sosyalizmden aşağısının kurtarmayacağını, bıkmadan sürekli ve tutarlı biçimde anlatacak kadar da fikrinden eminlikteydi.
Metin Çulhaoğlu, Platon’un Devlet’indeki yalnız kraldan ziyade, özgül bağlamlı devrim perspektifiyle, sevdiği bir şarkıdaki gibi illa-illa kolektif akılla yürüyen, tüm olanaklar seferber edilmesine rağmen yük olmamak için yalnız ölecek kadar dengeleri gözeten, “içselleştirip aştığı” marksist dünya görüşünü her an yaşayan bir filozof işçi kalmayı, kendine iradi müdahale ile tercih etti.
Anısı mücadelemizde her daim yaşayacak…