Türkiye Komünist Partisi geçen yaz çok öğretici bir ayrışma yaşadı.
Binlerce kişilik bir örgüt bir anda ortadan ikiye yarıldı. Onyıllarca aynı örgütte çalışmış yoldaşlar bir anda birbirlerine karşı büyük bir öfke hissetmeye başladı.
Türkiye komünist hareketi tarihi açısından çok önemli olan bu ayrışma, yalnızca, merkeze yerleşmiş bir hizbin kimi kadroları tasfiye çabası, o kadrolarla kongreye gitmek istememesi ve bu çabasını çeşitli kılıflarla ambalajlaması ile açıklanamaz elbette.
Bunlar var ama bunların gerekçeleri, nedenleri de var.
Bu hizip neden ortaya çıktı?
Neden kimi kadrolar tasfiye edilmeye çalışıldı?
Partinin merkezi seslenme araçlarını ve örgütsel mekanizmalarının neredeyse tamamını elinde tutan, bunların nasıl şekilleneceğinin belirlenmesinde yetki sahibi olan bu ekibin tasfiye hamlesi neden başarılı olamadı? Neden binlerce partili bu tasfiyeye karşı çıktı?
Bu sorulara oldukça psikolojik yanıtlar verilebilir.
Paranoya ya da kibir kavramlarını kullanarak açıklamalarda bulunabilirsiniz.
Haklı yanları da olur... Ama öyle yapmayalım.
Biz öyle yapmadık.
Çok kızdık, çok üzüldük, belki ağzımızdan yanlış sözcükler de çıktı ama süreci tarif etmek söz konusu olduğunda psikolojik etmenlere bağlı kalmadık.
Bizim tezlerimiz var.
Tezlerimizin en başında şu yazıyor: Dünya ve elbette Türkiye, yeni bir dönemin sancılarını yaşıyor. Uluslararası kapitalist-emperyalist sistem çok ağır bir krizden geçiyor.
Bu bir iktisadi kriz.
Bu bir politik kriz.
Bu bir ideolojik kriz.
Bu bir uygarlık krizi...
Bu kriz, en başta işçi sınıfı olmak üzere, sosyalist siyasetin müdahale edeceği ya da sesleneceği bütün toplumsal kesimler için bir yeni durum ifade ediyor.
Son 5 yıldır dünyanın birçok ülkesinde yaşanan ve yaşanmaya devam eden toplumsal-politik hareketlilik, bu kriz halinden azade düşünülemez.
Ve bu kriz sosyalizmin bir üst kerteye ulaşabileceği bir yeni döneme işaret ediyor.
Şimdi sorumuz şudur:
Türkiye Komünist Partisi'nin "merkezi aklı" olduğunu iddia edenler, bu krizi ve krizin beraberinde getirdiği olanakları doğru şekilde tanımlayabilmiş midir? Tanımladıysa, TKP'nin bir siyasi parti olarak gereğini yapmasını sağlamış mıdır?
Hayır!
Gericiliğe karşı hakiki bir mücadeleye girişmezseniz...
Bütün dünya komünistleri, sosyalistleri güvencesiz çalışma ve entelektüel emeğin yaşadığı kriz üzerine çalışmalar yaparken, siz taş üstüne taş koymazsanız...
Cumhuriyet mitingleri sırasında merkezi kadrolarınız, kadınları "laikçi teyzeler” ya da “'yaşam tarzıma karışamazsınız' diyen histerik genç kızlar" diye tanımlarsa...
TKP'nin en değerli birikimlerinden biri olan gençlik içerisindeki örgütlenmeyi sağlayan kadroları öcüleştirirseniz... Bu birikimden korkarsanız... Bu birikimi daha ileriye götürmenin yolları üzerine düşünmezseniz...
Ortadoğu'daki toplumsal hareketliliği anlamaya çalışırken merkeze koyduğunuz kavram "emperyalizmin oyunu" olursa...
2 Haziran 2013 gecesi, Türkiye'de yer yerinden oynuyorken yaptığınız değerlendirmenin merkezinde "'derin devlet işi', "Seferberlik Tetkik Kurulu örgütledi'" gibi cümleler varsa... Haziran Direnişi'nde gözünüzü diktiğiniz temel güç CHP olmuşsa...
"Bu dönemki stratejimizin merkezinde CHP'yi yarmak var" şeklindeki (en hafif tabiriyle) sığ değerlendirmelerle kadro yetiştirmeye kalkıp, yaptığınız işi elinize yüzünüze bulaştırırsanız...
Komünist partilerin İkinci Dünya Savaşı'nın ardından yaşadığı en büyük problem olan siyasetsizliği aşmanın yolları üzerine düşünmezseniz...
Militan eylemle, Marksist düşünce arasına bariyerler inşa ederseniz...
Türklerle Kürtlerin farklı yönlere baktıkları her durumda Türkiye'de devrimin kaybedeceğini anlamazsanız...
İdeolojik mücadelenin yalnız sol liberalizme karşı verilmeyeceğini, hatta liberalizmin kriz yaşadığı bir dönemde başka önceliklerin de olabileceğini unutursanız...
Teorik-politik-ideolojik üretiminizi, kadro politikanızı Türkiyeli bir eksen üzerine yerleştirmez, yaşadığı topraklara yabancı bir sol algısını derinleştirmeye hizmet ederseniz...
İçinden geçtiği dönemi anlayamamış, anladığınız noktalarda dahi gereken yanıt üretememiş olursunuz.
Öyle de olmuştur...
Yukarıda sayılanların tamamını tek bir kavrama da sığdırabiliriz: İktidar düşüncesinden uzaklaşmak.
Siyasi mücadele çocuk oyunu değildir. Zor kararlar almanız gerekir. İktidar düşüncesinden uzaklaştığınızda, karar anlarında korumacılık ağır basar. İktidarcılık arayıştır. İktidarcılık müdahaledir. İktidar düşüncesi yoksa orada sakınma, korunma vardır. Ve bu bazı dönemlerde meşrudur.
Sorun şu ki, böyle bir dönemde değiliz... Sosyalizme alan açan bir bunalım döneminde güya örgütünüzü, güya kendinizi korumaya kalktığınızda, işte böyle ağır bir tokat yersiniz! Artık kimse sizi koruyamaz.
***
Türkiye Komünist Partisi'nde yaşanan ayrışma, özgün yanları olan ancak asla psikolojik ve örgütsel basitlikle açıklanamayacak öncü bir ayrışmadır.
Komünist partiler kriz dönemlerinde yeniden doğarlar. Kuraldır...
Türkiye'nin komünistleri, dün Halkın Türkiye Komünist Partisi tarafından Haliç'te düzenlenen Suphiler anmasıyla, ayrışma sürecinin tamamlandığını, yeni ve sağlıklı bir doğumun gerçekleştiğini kanıtlamıştır.
Doğum aşaması tamamlanmıştır.
Şimdi ve bir an önce serpilip gelişme evresine geçilmelidir.
Geçmiş olsun, salonlardaki işimiz bitmiştir...