Mehmet Akif Büyükatalay adlı genç bir Almanyalı Türk sinemacının yazıp yönettiği ve bu yıl Berlin Uluslararası Film Festivali’nde, ilk uzun metrajını çeken yönetmenlerin filmleri arasından belirlenen En İyi İlk Film ödülünü kazanan Oray, dün Başka Sinema zinciri üzerinden ülkemizde vizyona girdi. Almanya’daki dindar Müslüman bir gencin yaşadığı çelişkileri öyküleyen Oray, Büyükatalay’ın bu filmde sergilediği yönetmenlik yeteneğinin takdir edilmesinin yanı sıra Müslümanlar’ı “terörist” olarak kodlayan temsillerin dışında bir film olarak da Almanya’da olumlu eleştiriler almış durumda.
Oray’a ‘aman beni İslamofobik sanmasınlar’ kompleksinden bağışık biçimde yaklaşıldığında ise ortada en hafif ifadeyle “çok sorunlu”, daha açık söylemek gerekirse, bağnaz İslami “cemaatler” üzerinden izolasyonist, içe kapanmacı yaşam tarzını laik bir toplumdaki dindarlar için çıkış yolu olarak gösteren gerici bir film olduğunu ifade etmek gerek.
Ancak o noktaya gelmeden önce yanlış anlaşılmalara yol açmamak için şunu da kaydetmek gerekli ki Oray, örneğin Semih Kaplanoğlu’nun son iki filminden farklı olarak ne didaktizme kayıyor, ne karikatürize temsillere, klişe dikotomilere tamah ediyor, ne de dindar olmayan kesimleri, bireyleri herhangi bir şekilde ötekileştirmeye yöneliyor. Oray doğrudan İslamcı bir film değil, muhtemelen İslamofobik temsillere karşı bir temsil sunma motivasyonu içinde, İslami cemaatlere biatı normalize etmekte beis görmeyen ve sonuçta gerici bir konuma oturan bir film.
Oray, göründüğü kadarıyla çağdaş yaşam tarzını benimsemiş -örneğin tesettürsüz giyinen- genç eşi Burcu’yla yaşadığı bir tartışmanın ardından (bu tartışmanın dindarlıkla ilgili olmadığını, Oray’ın maçoluğundan kaynaklandığını not edelim) gelip geçici bir öfke krizi içinde Burcu’nun telefonuna sesli mesajla üç kez “boş ol” derse de hemen pişman olur. Ama tanıdığı bir hoca ona İslami kurallar gereği artık üç boyunca Burcu’yla beraber olmasının haram olduğunu söyler. Bunun ardından Oray yaşadığı küçük kentten ayrılıp Köln’e taşınır ve buradaki bir cemaatle ilişkiye geçer. Ancak bir yandan aklı da Burcu’da kalmıştır.
Büyükatalay Oray’da film boyunca, yalnızca başkarakter üzerinden değil genel olarak Almanya’daki dindar gençler arasından bir hayli sahici izlenimi veren portreler, onların yaşamlarından yine bir hayli sahici izlenimi veren enstantaneler sunuyor. Başroldeki Zejhun Demirov’un son derece yetkin oyunculuğunun da katkısıyla Oray’ın iç çelişkilerle dolu ruh dünyası izleyiciye başarıyla yansıtılıyor.
Ancak Oray’ın anlatısının bağlandığı noktada bu çelişkilerin çözümünün adresi olarak cemaatin işaret edilmesi filmi bir anda İslami cemaatlere, bu cemaatlerin çekim alanındaki, çeperindeki, içindeki dindar gençlere “ayna tutan” eksenden farklı bir eksene taşıyor. Bunu açımlayabilmek ise için bu noktadan itibaren Oray’ın finalini de ele almak gerek; filmi izlemeyi düşünüp izlemeden önce finalinin doğrudan “ele verilmesini” okumak istemeyenler yazıyı bu noktada bırakmayı tercih edebilirler.
Finale doğru Oray, Burcu’yla yaşadıklarından da ayrı olarak Köln’deki cemaatle ilişkisini karmaşıklaştıran bir dizi başka olayın ardından, yaşamını nasıl sürdüreceği, örneğin Burcu’ya dönüp dönmeyeceği konusundaki tereddütlerinin onu artık bir karara zorladığı noktada cemaate geri dönmeye karar verir ve film, cemaatin Oray’ı tekrar bağrına basmasıyla sona erer.
Filmdeki dramatik gerilimin, cemaate dönüş ve cemaatin Oray’ı tekrar bağrına basmasıyla sonuçlanması zaten anlatısal olarak başlı başına önem taşımakla birlikte Oray’ın bu nihai tercihini sorgulayan bir gösterge de yok bu finalin sahnelenişinde. Bu finali, “yoruma açık” olarak yorumlamak kaçamak bir yorum olur kanımca. Filmin izleyicide bırakması murat edilen his, -örneğin Kaplanoğlu bu filmi çekseydi vereceği- “Oray, sonunda doğru yolu buldu” değil ama “böylesi Oray için daha iyi oldu galiba” hissi… İşte yazının en başında söz ettiğim “normalize etme” durumu tam da bu.
Lütfen kimse kalkıp “ama film, Oray’ın cemaati terk edip Burcu’ya dönmesiyle veya İslami cemaate geri dönmesini yargılayıcı bir tonlamayla sunmasıyla bitseydi bu İslamofobi / elitizm / dayatmacılık / vb. olmaz mıydı?” demesin. Oray’ın geri döndüğü ve filmin geri dönüşünü normalize ettiği sosyal gerçeklik, bir erkeğin ağzından çıkan bir lafla eşini boşayabilmesini öngören bir pratiğe dair bir gerçeklik; bunu öngören bir yaşam biçiminde karar kılınmasının da biraz yargılayıcı bir tonlamayla sunulmasını bekleyelim artık... Ve de normalize edilmesini sorgulayalım, normalize edeni eleştirelim.