Yeşilçam döneminde çekilen yerli korku filmlerinin sayısı yaklaşık olarak bir elin parmakları kadardı. 2004’ten bu yana ise Türkiye sinemasında eşi benzeri görülmemiş bir korku filmleri patlaması yaşanıyor. Öyle ki artık bir ‘Türk korku sinemasından’ sözetmek mümkün. 2004’ten sonra uzunca bir süre her yıl birkaç yerli yapımla süren ve yavaşça ivmelenen bu süreç 2014’te 10 dolayında Türk korku filminin vizyona girmesi ile yadsınamayacak bir şekilde furya halini almıştı. Geçen yıl ise Türk sinemasında korku filmi üretimi bir misli arttı (*).
Yeşilçam döneminde yok sayılabilecek bir janrın günümüzde güldürü filmleri ve romantik filmlerden sonra sinemamızın 3’üncü temel janrı haline gelmesi üzerine düşünmeye değer. Yerli korku filmleri furyasını değerlendirmeye başlamadan önce bu furyanın ana gövdesini İslami motifli korku filmlerinin oluşturduğunu akılda tutmak gerek. Örneğin geçen yıl vizyona girdiğini kaydettiğimiz 20’den fazla Türk korku filminin yalnızca altısı dinsel motifler içermiyor ve bunlar da gişede en az iş yapan ürünler! Dolayısıyla dinsel içerikli olmayan filmler furyanın yalnızca çeperinde yeralıyorlar ve herhangi bir belirleyicilikleri yok. Düşük gişe gelirleri bir yana dinsel içerikli olmayan bu filmlerin çoğunun aynı zamanda korku ve gerilim karması olduğunu da eklemek gerek.
İslami motifli filmlerin belirleyici ve sürükleyici olduğu bir furyanın 2004’ten sonra peydahlanması ile siyasi arenada AKP’nin yükselişi arasında ilişki kurmak ilk elde akla gelmesi doğal –ve belli kayıtlar düşülerek haklı- bir düşünce. Böylesi bir ilişkiyi açımlamaya girişmeden önce 10 küsur yılda korku filmleri furyasının yaşanmasıyla bağlantılı ve gözardı edilmemesi gereken bir diğer faktörü de gündeme getirmek gerek. Örneğin bir dönem furya halinde kovboy filmleri dahi çekmiş Yeşilçam sinemacılarını korku filmlerinden uzak tutan kaygı, bu janrın gözlerine kestiremedikleri özel efektlere bağımlı bir janr olduğu düşüncesiydi muhtemelen. Oysa 2000’lerden sonra bilgisayar temelli özel efekt olanağının artık Türkiye’de de gerçekleştirilebilir olması, korku filmi çekmenin önündeki maddi zorluklardan birini ortadan kaldırmış oldu.
Öte yandan Türkiye’de İslami motifli korku filmlerinin yaygınlaştığı dönem ile siyasi İslam’ın iktidarının örtüşmesi de tesadüf olamayacak kadar manidar bir örtüşme kuşkusuz. Sinema mecrasındaki İslami korku filmlerinin mevcut İslamcı hegemonya inşa süreçleri ile nasıl ve ne düzeyde eklemlendiklerini incelemek için geçen yılın İslami korku filmleri yeterince geniş bir örneklem sunuyor.
Korku/gerilim karması olanlar hariç geçen yıl vizyona giren 19 yerli korku filminin 17’si dinsel -veya dinsel çağrışımlı- motifleri ön plana çıkaran filmler. Kuşkusuz Batı sineması ve popüler kültüründen aşina olduğumuz vampir, zombi ve hatta Batılı anlamda hayalet gibi korku motifleri ne Anadolu’nun folklorunun, ne de Türkiye yurttaşlarının çoğunun dinsel inançlarının ve diğer batıl inançlarının asli unsuru değiller, Türkiyelilerin bu motiflere aşinalığı var ama küreselleşen popüler kültür üzerinden. Dolayısıyla Türkiyeli bir sinemacının doğaüstü öğeler içeren bir korku filmi çekmeye giriştiğinde cin ve benzeri unsurlara yer vermeyi tercih etmesinde muhakkak siyasal İslamcı bir ajanda ile hareket ediyor olması gerekmez. Önemli olan bu motifleri nasıl bir anlatı bağlamında kullandığıdır.
Cin ve benzeri motiflerin ön plana çıkarılmasıyla lanse edilen 17 korku filmine baktığımızda bunların çoğunda belirgin bir İslamcı mesaj kaygısı görülmüyor (hatta birkaçı ortodoks sünni İslam’la aralarına mesafe koymak istercesine anlatılarını Anadolu’nun, Orta Doğu’nun İslam-öncesi inançlarıyla ilişkilendirmeye yönelmiş durumdalar). Ancak azımsanmayacak bir bölümünde ise tam da İslamcılığın en net tezahürlerini görüyoruz. Örneğin geçen yıl bu köşede eleştirisini paylaştığım Ezan (**) bunlardan biriydi. Ezan düşük yapım kalitesi sebebiyle olsa gerek gişede hüsrana uğradı ama en az onun kadar gerici nitelikte başka korku filmleri oldukça yaygın gösterime girdiler ve de azımsanmayacak izleyici rakamlarına ulaştılar. Ezan ve benzerlerinin ortak paydası, yalnızca İslami motiflere yer vermeleri değil, hatta İslami söylemlere vurgu yapmaları da değil, “inançsız” bireyleri eleştiren anlatılara sahip olmaları. 246 salonda gösterime girip 170 bine yakın izleyici çeken Üç Harfliler 2: Hablis ve 190 salonda gösterime girip 93 bin seyirciye ulaşan Azem 2: Cin Garezi böylesi filmler. Bu arada bu iki filmin şaşırtıcı olmayan bir diğer ortak paydası ise örtük de olsa misojinist yönelimler içermeleri. 203 salonda gösterime girip 100 binden fazla izleyici ile buluşan Şeytan-ı Racim 2: İfrit ise herhangi “inançsız” bir karakterin kötülenmesini içermese de İslami söylemlerin, İslami bir motife yer veren bir korku filminin anlatısının gerektirdiğinin çok daha ötesinde vurgulanmasıyla İslamcı olarak nitelendirilmesi gereken bir diğer yerli korku filmi örneği. Bu filmlerin İslamcı kültürel hegemonya inşa süreçlerine dahil olma işlevi taşıdığına kuşku yok. Dolayısıyla siyasal İslam’ın iktidarıyla belirlenen günümüzde İslamcı sinemanın artık Emine Şenliklioğlu tarzı “mağduriyet” anlatıları içeren melodramlarda değil, bambaşka bir yerde, korku sineması içinde başgösterdiği tespit edilebilir.
(*) Öte yandan vizyona giren Türk korku filmi sayısı 2014’ten 2015’e ikiye katlanmış olsa da bu filmlerin toplam bilet sayısı, korku sineması eleştirmenlerinden Murat Kızılca’nın da bir yazısında işaret ettiği üzere, 2 milyon dolayında sabit kalmış durumda. Bu veriyi, Türk korku filmlerine ilginin artık doruk noktasına, yani aynı zamanda doygunluk noktasına varmış olabileceği şeklinde yorumlamak mümkün.
(**) http://ilerihaber.org/yazar/bu-ezan-ki-sehadeti-neyin-temeli-31132.html