Sadece 3 günü kalan bir referandumun yapılıp yapılamayacağına dair tablo hala netleşmiş değil.
Bırakın “kusursuz” olanını, sade bir plan yapmanın bile lüks sayıldığı Ortadoğu siyasetinde, aktörlerin karşılıklı kurdukları ilişkileri, değişen müttefikleri, çıkar çatışmalarını, atılan kazıkları gösterecek bir matris oluşturmak kolay değil.
Ve şüphesiz ki bölge siyasetinin “normal”inden bahsediyoruz...
Bağdat ve Erbil’den karşılıklı olarak yapılan son açıklamalardan anlaşılan ise, perde arkasında gönülsüz, mecburen ve kısa süreli de olsa bir uzlaşmaya varılmış olduğu. Buna göre, referandum 25 Eylül’de yapılacak ancak, etkisiz kılınarak yeni bir diyalog kurulmaya çalışılacak.
Bu sonuç Barzani açısından, böyle yalnız bırakılmışken ideal olmayan ama yeğ tutulabilecek bir karar demek. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) referandum tartışmalarıyla, bağımsızlık talebini ve Bağdat-Erbil krizini uluslararası bir nitelik kazandırarak dünyanın gündemine yerleştirmeyi başardı. Kürt rakiplerine değil emperyalist müttefiklerine güvendi ve yarı yolda bırakıldı, risk aldı, tepkileri gördü lakin sonuç itibariyle bir merhale daha kat etti.
Öte yandan, Barzani’den topu rakip takımın ceza sahasına sokmuşken bırakıp geri dönmesini beklemek çok mantıklı değil. Şu koşullarda referandumu yapmaktan vazgeçmesi gerçekten intihar etmesi anlamına gelir.
*****
Peki ama şimdi “savruk” ve “müsrif” bir aktör muamelesi yapılan Barzani bu yola nasıl girdi, “bağımsızlık referandumu” alelacele ve kendi başına verilmiş bir karar mıydı?
Çok uzak değil, bir yıl önce ve yine Barzani referandum, bağımsızlık söylemlerini açıkça dile getirmişken üstelik Erbil-Bağdat arasındaki kriz tepe noktasındayken AKP iktidarının kaygısızca Barzani'yi desteklediğini hatırlıyoruz. AKP temsilcileri o dönem şimdiki performanslarının tam aksine Erbil'i değil Bağdat hükümetini kriz çıkarmakla ve İran yanlısı olmakla suçluyordu. Irak Kürdistanı'ndaki bağımsızlık arayışlarına dair yapılan tüm politik analizlerde, Türkiyeli yetkililerin her ne kadar “Irak'ın toprak bütünlüğünden yanayız” söylemi olsa da, bağımsızlığa engel olmayacağı, bilakis bağımsızlığın Türkiye için avantajlı bir durum yaratacağı vurgulanıyordu.
AKP temsilcileri ise bu tespiti doğrulayacak açıklamalardan geri durmadı. AKP Genel Başkan Yardımcısı olarak Yasin Aktay bu yılın Ocak ayında şu sözleri sarf etmişti; “Irak, hem tek başına söz sahibi olmak isteyecek hem de bütçeden Kürdistan Bölgesi’ne düşen hakkı vermeyecek. Bu doğru değil. Bu, Kürdistan Bölgesi’nin Irak’tan ayrılmasına büyük bir sebebiyet verebilir... Türkiye ile Kürdistan Bölgesi arasındaki ilişkiler 2016 yılında gayet güzeldi, 2017 yılında daha da güzel olacak. Şimdi söylemde doğalgaz ile ilgili anlaşmalar var. Bunlar en kısa zamanda gerçekleşecek.”
AKP iktidarı o zamanlar “bağımsızlık istiyoruz” diyen Erbil yönetimine öfkeyle karşılık verip sınırları kapatmadı, tatbikata başlamadı, ambargo uygulamadı, hatta ve hatta o sıralar (Şubat 2017) şimdi İslamcı ve ulusalcı basının el birliğiyle hakaret edip küçümsediği Barzani Türkiye'yi ziyaret ettiğinde IKBY bayrağı Ankara'da göndere çekiliyordu. Kerkük’te Irak bayrağının yanında Kürdistan bayrağı göndere çekildiğinde ise Türkiyeli yetkililer sadece “yadırgamak”la yetiniyordu.
Sözün kısası, Erbil'in Bağdat'tan uzaklaşmasının önemli nedenlerinden biri de; AKP'nin mezhepçi ve piyasacı bir tutumla, Irak-İran-Suriye ortaklığını “Şii birliği” tehlikesi olarak görüp açıktan KDP hükümetini desteklemesiydi. “Destekleme” ifadesi eksik olur; istikrarlı biçimde yatırım yapmasıydı.
Barzani yola işte bu güvenle çıktı. Kürdistan’ın adını tarihe yazdırmayı planlayan lider adayı Barzani, 2015 baharında ABD’yi ziyaret edip güvence almış ve hemen sonra yaz aylarında Bağdat'tan ayrı petrol satışına başlayacağını duyurmuştu. Barzani bu duyuruyla “bağımsızlık” yolunda çok önemli bir adım attığının şüphesiz ki farkındaydı ve masadaki anlaşmada diğer imzalar ABD ve AKP'ye aitti. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı tarihlerde “Kürdistan'ın kurulması Irak’ın iç meselesidir” açıklaması yapıyordu.
Erdoğan ve AKP; Kerkük petrolünü Basra üzerinden kendi kontrolünde taşımak isteyen İran'a karşı, Kürt uluslaşma mücadelesinde üstünlük elde eden PKK ve PYD'ye karşı, Bağdat'ın desteklediği Şii güçlere karşı, Türkiye'nin şemsiyesi altındaki cihatçılarla savaşan Şam hükümetine karşı... Tüm bunlara karşı Kürt yönetiminin 45 milyar varillik petrol rezervine ve 3 trilyon metreküplük doğalgaz kaynağına itibar etmeyi en akıllı “plasman” sayıyordu.
AKP hükümeti Kuzey Irak'tan gelen (statü olarak kaçak) petrolü Ceyhan'da devralıp ABD ve İsrail'e pazarlıyor ve Barzani'ye yüzde 17 payını verip, paranın geri kalanını Bağdat hükümetine teslim etmek yerine Halkbank'ın kasalarında rehin olarak tutuyordu.
Şimdi tekrar özetleyelim, Erbil bağımsızlık sevdasına öyle kendi kendini gaza getirip tutulmadı. ABD, Türkiye, İsrail çeşme başında kaş yapan köy delikanlıları gibi Barzani'yi baştan çıkarıyordu...
Yani şimdi Mesud Barzani büyük bir hayal kırıklığıyla Tayyip Erdoğan'a dönse ve “Beraber yürüdük biz bu yollarda, ama sen şimdi ?” dese yeridir.
*****
Devam edelim; ne oldu da Arap ülkelerine karşı müttefik gördüğü Barzani’ye desteğini sunmakta beis görmeyen İsrail dışındakiler Erbil'i yalnız bıraktı ve AKP karlı çıkacağı söylenen bir girişimi neden baltaladı?
EMPERYALİZMİN IRAK’A ARMAĞANI: BÖLÜNME SENARYOLARI
Iraklı Kürtlerin siyasal gelişimi ve statü arayışları söz konusu olduğuna, iki ana tarihsel dönem tanımlanabilir: Bunlardan biri 70 yılı aşkın bir süreyi kapsar ve Birinci Paylaşım Savaşı'ndan emperyalizmin Irak'ı işgal edip Saddam Hüseyin'i devirdiği 2003 yılına kadar uzanır. Bahsedilen tarihsel kesit uzundur ama bugünü anlamak için öncelikli değil. Kürtlerin devletleşmesi açısından bu dönemin en kritik momentinin 1991 yılındaki emperyalist saldırı (Körfez Savaşı) olduğunu ve Irak Kürt hareketleri nezdinde dönem tanımının “bağımsızlık” değil “federalizm” arayışıyla yapılabileceğini belirtip geçelim.
İkinci dönem ise 2003 işgaliyle başlar ve Kürtler açısından bağımsızlık hayalinin gerçeğe dönüşebileceği koşulları yaratmıştır. Baas iktidarının yok edildiği, Irak'ın bütünlüğünün ortadan kalktığı, siyasette ve toplumsal yaşamda mezhebi ve etnik ayrımların ortaya çıktığı, kozmopolit Bağdat'ın insanlarının kendisini artık Bağdatlı olarak değil, Kürt, Arap, Sünni, Şii olarak tanımladığı bir döneme geçilmiştir.
Irak Kürtlerinin bağımsızlık arayışı da bu koşullarda güçlendi. Bölünmüş bir Irak, emperyalizmin desteği ve para getirecek petrol-doğalgaz kaynakları... Kısacası Barzani iktidarının bağımsızlık söylemi 3 haftalık bir geçmişe sahip değil. 2014 yılında Kerkük'ün Kürtler tarafından yönetilmeye başlamasından sonra açıktan ve korkusuzca ifade edilen bir talep. Ve elbette açık bir emperyalist destekle, emperyalizmin yeni bir Ortadoğu planının parçası olarak...
Yukarıdaki soru hala geçerliliğini koruyor; durum böyleyken AKP ve ABD neden referandum girişimine karşı bir tutum aldı?
Türkiye’nin tutumunun büyük ölçüde iç siyasi dengelerin getirdiği zorunluluklardan kaynaklandığı anlaşılıyor. AKP’nin tavrında, bölgede referanduma en sarih (ve samimi) karşı çıkışı gösteren İran’la sağlamaya çalıştığı yakınlığın etkisi olduğu açık. Ancak bundan daha önemli olan ise, Erdoğan’ın başkanlık seçimlerine kadar ihtiyaç duyacağı sağcı-milliyetçi kesimin desteğini koruma kaygısıdır. Bunlarla karşılaştırıldığında “Kürtlerin Irak’ta devletleşmesi Türkiye’deki Kürtlere örnek olur” tezi önemsiz kalıyor. Aksine AKP açısından Barzani’nin liderliğini tüm Kürtlere kabul ettireceği bir ulus-devlet modeli PKK ve Rojava’ya karşı sigorta niteliği taşıyordu.
Dolayısıyla AKP’nin bir süre kapalı kapılar arkasından da olsa Barzani hükümeti ile ilişkilerini koruması, “mecburiyetini” ve “elindeki kozları” anlatarak ilişkilerin devamını sağlayacak bir düzlem yaratmaya çalışması kaçınılmaz görünüyor. AKP’nin Barzani ile anlaşması ise çok meşakkatli olmayacaktır. Erbil’in Bağdat’a rağmen petrol satışını gerçekleştirmek için Ankara’yla anlaşmak dışında seçeneği yok. Olgunlaşmamış tek varsayım, Rojava üzerinden yeni bir hat yaratmak (ABD açısından ideal olan bu) ancak bunun şu aşamaya kadar politik ve fiziki koşulları oluşmuş değil.
BARZANİ’NİN KUMARI; ELİNDE NE KALDI?
Erbil ve Bağdat arasındaki ilişkilerin kopmasına yol açan iki faktör var ve birisi daha açık görülebilir; petrol gelirinden elde edilen paranın paylaşılmasında yaşanan anlaşmazlık. Diğeri ise, İran'a yakınlaşan Bağdat yönetimine karşı ABD-Türkiye destekli bir Erbil yönetiminin güçlendirilerek ileri sürülmesi.
Barzani riskli bir deneme yaptı; Irak Kürdistanı’nda etkili olan Kürdistan Yurtseverler birliği (KYB); Goran Hareketi, Komal ve PKK’nin karşı çıkmasına rağmen “bağımsızlık referandumu” kozunu, birçok değerlendirmeye göre erken bir hamle olarak sahaya sürdü. Nitekim büyük ölçüde yalnız bırakıldı. Şimdi Irak’ta kısa süre içinde, diğer siyasi hareketlerin Barzani’yi “ülkeyi ateşe atmak”la suçlamalarına ve “Kürt ulusal birliği”nin öneminden dem vurmalarına tanık olacağız.
Öte yandan KDP, bu referandumla bağımsızlık elde edeceğini hiç düşünmedi ve söylemedi. Sadece bir kapıyı daha açmayı ve “Başkan Barzani”nin içerde yaşadığı siyasi sıkışmayı aşmayı hedefliyorlardı. İlki oldu sayılabilir, ikincisinin başarılıp başarılmadığını ise kısa sürede göreceğiz.
*****
Değinilmesi gereken iki nokta daha var:
Bunlardan birincisi, Türkiye’deki Kürt hareketinin referandum tartışmalarına yaklaşımı: “Bağımsızlık referandumu” PKK açısından Barzani’nin güçlenmesine ve Kürt ulusal hareketleri üzerinde hakimiyet kurmasına yol açacağı öngörüsüyle istenmeyen bir adımdı.
HDP ve DBP’den birbiriyle çelişen açıklamalar yapıldı. HDP daha çok destekler pozisyon alırken, DBP Parti Meclisi imzalı 9 Eylül tarihli açıklamada, “25 Eylül’de Güney Kürdistan'da yapılması planlanan referandumu Kürtlerin özgürlük ve statü talebini küçük bir ulus devletçik ile boğma çabası olarak görüyoruz” ifadeleri kullanıldı.
PKK adına ise Duran Kalkan, Selahattin Erdem imzasıyla 11 Eylül’de Yeni Özgür Politika’daki yazısında şu sözcüklerle referanduma karşı olduklarını gösterdi, “…KDP’nin devlet kurma çabaları Kürtleri özgürlüğe ve kurtuluşa götürmez. Bu çaba ancak yeni bir diktatörlük yaratır ki, o da yeni bir baskı ve sömürü sistemi demektir…”
Fakat tüm bu açıklamalara rağmen, AKP’nin ve Türkiyeli milliyetçilerin KDP-Barzani karşıtlığı yapması nedeniyle, Kürtlerin Barzani’ye anlık da olsa yakınlık ve sempati duyduğunu gözlemleyebiliyoruz…
*****
Son değinimiz ise sosyalistlerin konuya yaklaşımına dair: KDP öncülüğündeki bağımsızlık denemesi, son çözümlemede emperyalizm güdümlü bir “kendi kaderini tayin etme hakkı” arayışıdır ve desteklenmesi söz konusu olamaz. Barzani iktidarının şimdilik yalnız bırakılmış olması bu gerçeği değiştirmez. Barzani iktidarının temsil ettiği çizgi, AKP gibi emperyalizme kökten bağımlı, kapitalist bir nitelik taşıyan ve nihayetinde emekçi Kürt halkının çıkarlarını temsil etmeyen bir karaktere sahiptir.
Sosyalist tutum niteliklidir. Sosyalist tutum anti-emperyalisttir, ırkçılığa ve işçi düşmanlığına karşıdır. Sosyalistlerin ülkemizi de ilgilendiren bir ulusal meselede ABD tarafından kurulmuş bir gerici parti olarak AKP ile; Kürt düşmanlığından beslenen ulusalcı-faşist zihniyet ile; emperyalizmden beslenerek muvaffakiyet arayan Kürt milliyetçiliği ile ve bölgeyi kanla uslandırmaya çalışan emperyalizm ile aynı safta olması ihtimal dahi değildir.
Ancak sosyalistler, her halkın kendi kaderini emperyalizmden bağımsız ve eşitlikçi koşullarda belirleme hakkını savunmakla da mükelleftir. Bu sorumluluk bölgede ve Türkiye’deki tüm Kürt yoksulları için de geçerli olmak zorundadır…