Salzburg denince yüreği hoplar insanın. Kimi gezi defterine iştahla kaydeder adını tarihi dokusu, doğal yapısı cezp ettiğinden, kiminin gözleri parlar duyduğunda adını Mozart’ın. Kimilerinin ise içi titrer Maxglan toplama kampının kalıntılarını gördüğünde. Alp dağlarının eteğinde yer alan bu şehrin yakıcılığı ilk sakinlerinin hayatını kazandıkları zengin tuz çökeltilerinden mi yoksa Nazi Almanya’sı tarafından ilhak edildiğinde yer yer tutuşmasından mı gelir bilinmez.
Günümüzün gözde turistik şehri Salzburg’un sahte bir güzelliğe sahip olduğunu belirttiği “Neden” adlı kitabında "İki insan kategorisinin, iş yapanların ve onların kurbanlarının yaşadığı şehir, öğrenmek ve eğitim görmek için oraya gelen bir gence ancak acı dolu bir hayat sunabilir; zira orada yaşayan herkes, nasıl bir tabiatı olursa olsun, şehir tarafından huzursuz edilir, eninde sonunda dengesizleştirilir, çoğu zaman da en ölümcül ve sinsice yollardan. (...) İklim ve mimarinin kumpasıyla yaratılan bu şehirli ırkı hep küçük dolaplar peşindedir, budalalık ve aptallıktan başka şey bilmez, şehrin soğuk nemli duvarları içinde vicdansızca işler yapıp melankolik saplantılara kapılır; böylece olur olmaz hekimlere ve cenaze levazımatçılarına bitmek tükenmek bilmez bir gelir kaynağı sağlar," (Bernhard 2015:7) diyerek sarsıntılı yaşamının kapısını aralayan Thomas Bernhard; önce Nasyonal Sosyalizmin, savaşın bitmesiyle de Katolikliğin dişlileri arasında gençliğin, yaratıcılığın ve geleceğin nasıl öğütüldüğünü anlatıyor, çünkü ideolojiler değişmiş olsa da toplumu ele geçiren bağnazlık aynı kalmıştır.
Hollanda’da doğup Avusturya’da büyüyen yazar, “Kiler”de öğrenim görmek için geldiği kentteki sevgi, şefkat ve anlam arayışını dile getirirken II. Dünya Savaşı’nın korku ve huzursuzluk yarattığı atmosferde kaygı ve umutsuzluk doğuran kente mercek tutarak kendini arayıp varoluş amacına kavuşmaya çabalıyor. “Öteki insanları ters yöne giderek buldum; o iğrenç lisede değil, beni kurtaran çıraklık işinde; mantık ilkelerine aykırı davrandım ve memurun oğluyla şehir merkezine yürümek yerine, çilingir kalfası komşumuzla Rudolf-Biebl Caddesi’nden yürümeye başladım; yabani bahçelerden ve şatafatlı villaların önünden geçip burjuva ve küçük burjuvaların okuluna gitmek yerine, körler ve sağır dilsizler kurumlarının önünden, demiryolu geçidinin üzerinden, parsellenmiş alanlardan ve Lehen Tımarhanesi’nin yakınındaki spor sahasının çitlerinden geçip dışlanmışların ve yoksulların okuluna gitmeye başladım, delilerin ve deli ilan edilenlerin okuluna…” (Bernhard 2015: 7)
Yazar "Kiler"de çıraklığın benliğini bulmasına ve insanlarla ilişki kurmasına yardım eden bir yanı olduğunu söyleyip yüzündeki maskeden sıyrıldığı için önceki yaşamının bir yanılgı olduğunu fark ediyor. Akıntının tersine ilerlemesi kimileri tarafından nahoş karşılansa da geleceğe dair umutlanıyor. Beyaz Avusturyalılar tarafından suç oranının yüksek olduğu, aşağılık insanların yaşadığı bir varoş olarak görülen Scherzhauserfeld Mahallesi, Salzburg’un merkezine ‘ideal’ uzaklıkta olan temsili bir ‘araf' niteliğinde.
Bernhard, "Nefes"te ise on yedi yaşında yatmak zorunda kaldığı hastane odasındaki ölüm - kalım savaşını ve hayata devam etme kararını anlatıyor. 'Ölüm koğuşu' dediği hastane odasında "Ölümün bu kadar gündelik bir olgu olduğunu daha önce bilmiyordum," (Bernhard 2016: 21) diye düşünürken ölüm döşeğindeki insanları hissizce yağlayan yiyip içmekten şişmiş olan papaza, insanları yaşatmak yerine bu dini vazifeye kendini adayan hastane görevlilerine öfkelenip "Onları insan gibi değil, kukla gibi görüyor olmam doğaldı; günün birinde bütün insanların kuklaya dönüşeceklerini, çöpe atılacaklarını, gömüleceklerini ya da yakılacaklarını düşünüyordum; daha önceki hayatları nasıl olursa olsun ismine dünya dediğimiz bu kukla tiyatrosunda öleceklerdi. Boru ve iplere asılı bu figürlerin insanlıkla ilgisi yoktu," (Bernhard 2016: 27) diyor.
Salzburg gibi şehirlerde yaşayıp, her şeyi çarçabuk kabullenerek uyum sağlayan kuklalar olmak yerine ters yöne gitmeye, her şeyi bildiğimizi iddia etmektense tekdüzelikten sıyrılıp farklı kalabalıklara karışmaya ihtiyacımız var. İnsanın kendi çizgisini kalıplardan uzaklaşıp hayatın içinde bulacağını haykıran Bernhard sayesinde kendimizden ödün vermeden başkalarına yararlı olabileceğimiz herhangi bir alanın bizi özgür ve mutlu kılacağını, bizlere sunulmuş kalıpları sorgusuz sualsiz kabullenerek değil düşünerek, irdeleyerek kendi içsel doğrumuzu bulacağımızı, dahası iplere asılı figürlerin elbet bir gün yok olacağını anımsıyoruz. Bernhard yakinimizdir, kimi zaman “Başımızı kaldırıp doğruyu ya da doğru görünen şeyi söylediğimize inanmak istediğimiz zamanlar oluyor, sonra başımızı tekrar eğiyoruz.” (Bernhard 2015: 92) Öyleyse korkmayalım sorgulamaktan, tartışmaktan, bağırmaktan. Gerçekleri savunurken, “Öteki insanları ters yöne giderek buldum,” diye haykırmaktan.
* Neden - Bir Değini, Thomas Bernhard, Çev: Sezer Duru, Sel Yayıncılık, Şubat 2015.
* Kiler - Bir Kaçış, Thomas Bernhard, Çev: Sezer Duru, Sel Yayıncılık, Temmuz 2015.
* Nefes - Bir Karar, Thomas Bernhard, Çev: Sezer Duru, Sel Yayıncılık, Ocak 2016.