Afrin notları ve emperyalizm kıskacında Şam-Rojava uzlaşması

Afrin'e yönelik Saray saldırısı vesilesiyle ortaya çıkan kısmi belirsizlik, Suriye'nin politik aktörleri arasında vuku bulması beklenen karşılıklı gereksinim ve muhtemel "kudret savaşları" fonunda beliren mecburiyetler...

Tüm bunlar, bir merakı güncel konjonktürde en önemli sorulardan biri haline getiriyor: Şam'da muhkim Esad hükümeti ve Rojava'da konuşlanmış Kürt otoritesi arasındaki bir anlaşmanın (sonuca odaklı müzakere) koşulları ortaya çıkmış mıdır? 
Soruyu biraz daha genişletelim; Şam'a göre de işgal niteliği taşıdığı belirtilen ve başarılı olduğu takdirde; cihatçı terörizmi büyüteceği ve hatta ABD temsilcisinin de dikkat çektiği gibi, nitelik olarak "IŞİD tarzı"nın alan bulacağı söylenen AKP-TSK saldırısı, emperyalizmi de bölgeden dışlayacak bir Şam-Rojava uzlaşmasına zemin hazırlar mı?
Afrin saldırısıyla başlayan sürecin, söz konusu ettiğimiz bu sorunun cevabına yönelik kimi verileri öne çıkardığı söylenebilir...

*****

Buraya döneceğiz ancak önce, (gözden kaçırmamak adına) Afrin'e bakarken bölgeye dair saptayabileceğimiz birkaç notu yazalım.

1- AKP Afrin'e belirgin olan iki amaçla operasyon yapmıştır. Bunlardan ilki, Suriye'de paralı asker olarak kullandığı ve elindeki tek (ve elbette sonuca etkisi sınırlı) koz olan ÖSO'ya güvenli bir alan yaratmaktır. Dikkatlerden kaçmasın; Afrin'e dönük operasyon Şam'ın İdlib'i cihatçılardan temizlemeyi ciddi olarak gündemine aldığı ve bu konuda ABD ile Rusya'nın da anlaştığının kapalı kapılar arkasında konuşulduğu bir döneme denk gelmiştir.
İkincisi ve bize göre ilkinden de önemli sayılabilecek gerekçe ise, Saray'ın iç siyasette bir yeni "milli mutabakat"a, baskı (zor) olanağına ve siyasal-toplumsal alanda düzenlemeye ihtiyaç duymasıdır. "Bölücülük", "sınıra saldırı", "terörizm" karşıtlığına ve bunların hepsinin yedirilebileceği "Kürt düşmanlığı"na yaslanmak, daha önce birçok kez tecrübe edildiği gibi bulunmaz, hatta yegane birleştirici unsurdur. 
Ne gam ki, böyle giderse bir gün elden ele dolaşan tarih kitaplarına şunu yazacaklar: "Muhalefeti susturmak istiyorsan, nereden başlayacağını biliyorsun." Ve iktidar her zamanki gibi önce Kürtlerle sosyalistleri götürmeye başlamıştır...
Şöyle özetleyelim: Afrin'e operasyon, Saray'ın iktidarı için atılmış "gösterişli bir barut"tur. İyi kullanılamazsa "son barut" olma olasılığı mutlaka vardır..
AKP'nin bu son saldırısı, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında başlattığı savaşla da benzerlik taşımaktadır: "İktidarı elinde tutmak istiyorsan saldır, senin için gerileme olasılığı yok... tamamen kaybedersin."

2- Bu yazımızda ve henüz detaylandırmanın sınırı olduğunu bilerek bir öngörümüzü yazabiliriz: AKP açısından yaklaşık iki yıldır sürdürüldüğünü söyleyebileceğimiz ve ABD ile Rusya arasında salınarak bölgede güç ve pozisyon elde etme arayışı olarak tanımlanabilecek konumun geçerliliği bitmek üzeredir. Şüphesiz ki, Ortadoğu koşullarında normalden fazlasıyla devamı sağlanabilecek bu konum, AKP'nin her başarısız denemesinde bir yeni bağımlılık zorlamasıyla karşılaşması ve tavizlerde bulunmasıyla sonuçlanmaktadır.
Şunu da ekleyelim, bize göre, kısa sürede bitmesi beklenen Afrin girişiminin sonrasında daha esaslı bir "yeni savaş" başlamak üzeredir. AKP'nin Suriye'den tamamen sökülüp atılmasına yol açacak ve muhtemelen ÖSO'nun elinde tuttuğu noktaların Suriye ordusu tarafından alınmasını hedefleyen bir süreç ve Türkiye ile Suriye'nin karşı karşıya geleceği bir yeni savaş... AKP'nin sözünü ettiğimiz "arada dur fırsat yarat" pozisyonunu da iyice işlemez hale getirecektir.

3- Rusya'nın bölgesel hegemonya arayışında, ABD'den geri kalmayacak bir emperyalist emeller ülkesi olduğu, son süreçte yaptığı tercihler ve örtük açıklamalar dikkate alındığında yeterince ikna edici biçimde ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği'nin sonrası dönemde, uluslararası güç dengelerinin ve emperyalist hiyerarşideki dizilimin tam oturmadığını söylemek hala daha mümkündür. Ancak yine erken bir öngörü olarak; dünyamızın o sürecin sonuna yaklaştığı da iddia edilebilir.
"İlişki-çelişki diyalektiği" sadece Kürtler için değil, Ortadoğu'daki birçok politik aktör için geçerlidir. Yani, "Kimseye tam bağlanma, herkesle işbirliği yapabilme becerisini göster." 
Rusya'nın Afrin sürecinde takındığı tavır, Kürt tarafının bir pazarlık basıncı olarak da dile getirdiğinin aksine, bir "ihanet" değil bölgedeki mevcut pozisyonuyla tutarlıdır. Türkiye ile kalıcı olmadığını bildiği ancak henüz sonlandırılması gerekli olmayan ilişkisini korumaya, ABD'nin "sınır ordusu" girişimini başarısızlığa uğratmaya, öte yandan Kürtleri bütünüyle kaybetmeden ABD'den kopararak kendine mecbur etmeye çalışmıştır. Bana sorarsınız Kürt hareketinin özgünlüğü ve ABD etkisi düşünüldüğünde başarı şansı düşük bu pozisyonun stratejik ve yerleşik bir karakter kazanması da mümkün değildir. 
Türkiye'nin Suriye'ye yerleşme çabası ise, Tahran ve Şam'ı fazlasıyla rahatsız edeceği için ve yine bununla birlikte Moskova bir NATO ülkesine tam olarak güvenemeyeceği için kabul edilebilir değildir. Üç ülkeden de, gittikçe artan tonda ve netlikle itirazların yükselmesi kaçınılmazdır.

4- ABD açısından Türkiye'nin Suriye sınırını geçmesi, göz yumulabilir ve YPG-ABD işbirliği hesaba katıldığında ancak belli bir noktaya kadar tahammül gösterilebilecek bir hamledir. ABD'li yetkililer tarafından yapılan birçok açıklama bu söyleneni doğrular niteliktedir. Rusya'nın kontrolündeki bir bölgede NATO'ya ve son tahlilde ABD'ye bağımlılık arayan, "kullanışlı özne" olmaya çalışan Türkiye'nin etki sahibi olması ABD açısından objektif olarak avantaj sağlamaktadır.
Bununla birlikte, ABD cephesinde 'Erdoğan'ın yönetmediği bir Türkiye' arayışı ise henüz gündemden düşmemiştir...

*****

Şam-Rojava uzlaşması mümkün mü? sorusuna dönebiliriz.

Şam'ın, Afrin harekatını ilk günlerin aksine daha net ifadelerle karşıya alması ve bununla birlikte, son olarak bugün Afrin Özerk Yönetimi'nin Suriye hükümetini Afrin'e sahip çıkmaya çağırması... Suriye'nin geleceğine dönük birleştirici adımların atılabileceğini ve iki güç arasında olası uzlaşma potansiyelini göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Ancak "Şam-Rojava uzlaşması mümkün mü" sorusunun cevabını verirken, herhangi bir anlaşma arayışını etkileyecek ve muhtemel olarak geciktirecek bazı faktörler olduğunu da ekleyelim.

Afrin'e saldırı başlamadan birkaç gün önce, Kürt yetkililere, Rojava ve Şam arasındaki ilişkinin seyri açısından kritik önemde başlıkları içeren iki soruyu açıkça sorup şu yanıtları almıştık:

1- Esad hükümeti ile anlaşmanız mümkün mü?
Yanıt: "Esad bizimle anlaşmak istiyor ancak İran engelliyor. İran da Türkiye gibi Kürtlerin Suriye'de statü kazanmasıyla sıranın kendi ülkesine geleceğini düşünüyor."

2- Rakka ve Deyrezor'da Demokratik Suriye Güçleri'nin ele geçirdiği alanları Şam hükümetine bırakacak mısınız?
Yanıt: "Hayır bırakmayacağız, oralar ancak sadece Kuzey Suriye'nin statüsünün değil, bir bütün olarak Suriye'nin yeniden yapılanmasının gündemi olabilir."

Son üç gündür Afrin'in kurtarılması için yapıldığı söylenen anlaşma haberlerini bir de bu parametreleri dikkate alarak okuduğumuzda, Şam ve Rojava arasında fonksiyonel ve geçici bir uzlaşmanın sağlanabileceği ancak kalıcı bir anlaşmanın sağlanamasının sancılı olacağı da görülebilir. Örneğin Rakka ve Deyrezor gündemi, çözülmesi gereken önemli bir soruna işaret etmekte ve DSD ile Suriye ordusu arasında çatışmalara vesile olabilecek özellik taşımaktadır.

Hem Rojava hem de Şam cephesinden bakıldığında, kalıcı ve çözümü hedefleyen bir ittifak ve Suriye devletinin yeniden yapılanması söz konusu olduğunda; İran, Türkiye, ABD ve Rusya'nın çıkarları, süreci zorlaştıracak etkileri ve çatışma yaratabilecek müdahale olanakları devreye girmektedir. Bu açıdan, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov'un "Kürtlerle Şam'ın diyaloğunu ABD engelliyor" sözü ne kadar doğruysa, Kürt siyasetçilerin "İran engelliyor" sözü de o kadar doğrudur.

Ancak bu tabloda şu da açıkça görülüyor; Suriye halkları arasında gerçek bir ortaklığın, barışın ve demokratik bir gelecek arayışının sağlanabilmesinin tek koşulu; Türkiye gibi İran'ın, ABD'nin ve Rusya'nın da bölgeyi terk etmesini sağlamaktır. Afrin'de yaşananlar da göstermiştir ki, her kapitalist devlet gibi bu devletler de halkların eşitliği, özgürlüğü ve barış içinde birlikte yaşamasıyla değil, ayrıcalıklı sınıfların çoğu zaman savaştan beslenen çıkarlarıyla ilgilenmektedir.

Hiçbirisi "yoksulların yıldırım saçan Zeusu" değildir...