Cinsel azınlıklar: Bar tuvaletlerinden sokaklara ve akademik fantezilere
Bir zamanların sokaklardan, getto barlarından, teftiş edilen tuvaletlerden yükselen eşcinsel çığlığı, ‘80/90’larda akademik mecrada düşünsel sözcülerine kavuştu. Bugün bildiğimiz adıyla queer teori.
LGBTİ+ bireyler, dünyanın pek çok ülkesinde, Stonewall ayaklanmasına (28 Haziran 1969) göndermeyle haziran ayı boyunca çeşitli etkinlikler, yürüyüşler düzenliyor malumunuz. Biz de ucundan tutup, katkı olması niyetiyle önümüzdeki birkaç yazıda bu konudaki kimi tartışmalara bakacağız.
Öncelikle LGBTİ+ gündemleriyle pek de bağı olmayanlar için 'zorlu bir alan' olduğunu belirtmek gerekir. Sözgelimi şöyle göz ucuyla LGBTİ+ yayınlara, sitelere, yazarlara, çizerlere baktığınızda karşınıza, sizi neredeyse Fransız yurttaşı olduğunuza ikna edecek bir dil çıkmaktadır.
Burada neler yoktur ki...
Heteronormativite, normatif, performatif, queer, natrans, cis kadın, cis erkek, cisgender, cross-dressing trans erkek/kadın, transgender, monolojik maşist ekonomi, fallogosantrizm, heteronormatif çeviri vs.
Bu kavramların çok da yaygın olduğu söylenemez. En azından hiç kimse dolmuşta, ‘müthiş biri yaa… monolojik maşist imlemenin dışından konuşmasına bayılıyorum’ türünden bir diyaloğa şahit olmamıştır; market reyon görevlisinin cisgender bir birey olduğunuz için alış-verişinize yardımcı olduğu ya da mahalle muhtarının heteronormatif tavırlarının esnafın diline düştüğü duyulur şeyler değildir. Hoş olabilirdi…
Ne var ki yalnızca ‘bu kavramlar hayat içinde değil, anlaşılmaz, karmaşık’ demek bir eleştiri sayılamaz. İşçi sınıfı siyaseti ve Marksizm içinde de kimi zaman son derece içrek, jargon olmuş kullanımlar mevcuttur. Kuşkusuz burada aslında bir kimlik ören, ‘şifreli bir dili’ kırmadan girmenin mümkün olmadığı alt evrenler, özel dünyalar yaratma kaygısı vardır ve eleştirilebilir...
Peki nasıl tanımlayalım?
LGBTİ+ (Lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) meselelerinin henüz daha giriş aşamasında bile bazı zorlukları var. Alfabeden sürekli harf çalmaya ahdetmiş bir halleri olduğu bile düşünülebilir. Geçen yüzyıl başında tıbbileştirici/katalogcu bir adlandırmayla hemen tamamı için ‘homoseksüel’ kavramı kullanılırken, bugün lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve interseks bireylerden bahsediyoruz. Hatta özenle yanına artı koyarak dışlanmış bir kimlik olmamasına gayret ediyoruz. Nitekim özellikle kuzey ülkelerinde örgütlenmeye başlayan ‘aseksüel bireyler’ bu artıya dahil olmuş görünüyor.
LGBTİ+ bireyler için literatürde kullanılan kavramlardan biri: ‘cinsel azınlıklar’. Azınlık konumu, bu kadar çok ve çeşitli cinsel kimlik düşünülünce tartışmalı hale gelse bile olsa, ezilme ve baskıya işaret etmesi bakımından anlamlıdır. Oysaki bugün LGBTİ+ bireyler konusunda elinizi attığınız her yerde karşınıza aynı kavram çıkmaktadır: Queer teori
AKADEMİK FANTEZİLER Mİ?
Cinsel azınlıkların, politik görünürlüğü için bir milat vermek gerekirse bu kuşkusuz Stonewall Ayaklanmaları olacaktır. 28 Haziran 1969’da Stonewall’da eşcinsel/trans barlarında başlayan ve altı gece süren isyan dalgası cinsel azınlıkların mücadelesinde çok önemli bir uğrağı temsil etmektedir. Gey ve lezbiyenlerin küçük gruplar halinde örgütlendikleri ve genelde görünmez olan denemelerini bir kenara bırakırsak, Stonewall’da getto barlarından yükselen, ezilmeye, polis tacizine karşı günlerce süren direniş tüm cinsel azınlıklar için cesaret vericiydi.
Tüm bunların gerisinde, ilerleyen yazılarda tekrar değineceğimiz gibi, kapitalizmle birlikte özel bir kriminal vakıaya/kimliğe dönüşmüş olan ‘eşcinsellik’ bulunmaktadır. Daha yakın dönemleri hatırlatacak olursak; ABD’de 1950’li yıllarda eşcinsel olmak işten atılma nedeniydi, homofobi mitleri öylesine güçlüydü ki bar tuvaletinde fazla zaman geçirmek, eşcinsel olarak ‘damgalanmanıza’ yol açabilirdi. Amerikan Psikiyatri Birliği, eşcinselliği ruhsal ve zihinsel bir hastalık kategorisinden 1973 gibi geç bir tarihte çıkarmıştı.
Eşcinsel ayaklanma, tüm dünyada öğrenci hareketinin, savaş karşıtlarının, radikal feminizmin yükseldiği bir dönemde kitlesel isyan dalgasını yükselten bir etki yarattı.
Cinsel azınlıklar, ideolojik planda, radikal feminizmin kimlik ve tanınma talepleriyle duygudaşlık kursa da kadın odaklı kurtuluş reçetelerini, kadın-erkek ikiliğini sorunlu/yetersiz bulmaktaydı. Sorun ve tanımlama için beklenen çıkış, tam da ‘68 kökenli kimlik temelli hareketlerin ve bu arada kadın hareketinin de geriye çekildiği bir dönemde yakalanacaktı. Bir zamanların sokaklardan, getto barlarından, teftiş edilen tuvaletlerden yükselen eşcinsel çığlığı, ‘80/90’larda akademik mecrada düşünsel sözcülerine kavuştu. Bugün bildiğimiz adıyla queer teori.
1990’lı yıllarla birlikte kullanılagelen, queer kavramı, esasta argo bir ifadedir. Queer, gay erkekler için kullanılan acaip, tuhaf, ‘ibne’ anlamlarına gelen bir sözcüktür. Bu anlamı bir tersine çevirme stratejisi içinde kullanan ‘queer teori’nin kuramsal kaynakları ise bir o kadar kompleks görünmektedir:
Burada eklektik biçimde pek çok şey bulabilirsiniz; Fransız post-yapısalclığı, post-lacancılık(Kristeva,Butler, Irigaray); psikanalizin Foucault’cu metodolojisi, ‘normatif’ kavramı, performans, yapıbozumu, G. Deleuze, politik olarak Laclau ve Mouffe’un ‘yeni toplumsal hareketlerle’ anılan radikal demokrasiciliği vb.
Biraz sadeleştirmek anlamında şunu söyleyebiliriz: queer teorisinin çıkış noktası, düşünsel ana yatağı büyük harflerle POSTMODERNİZMDİR. Hatta denilebilir ki çürümeye yüz tutmuş postmodernizmin en direngen tilmizi queer teoridir. Bu elbette giderek daha fazla beş benzemeze dönüşen queer teoriyi çöpe atmak anlamında değildir ama iyi bir eleştiri ya da katkı için anlamlı bir zemin tanımlaması gerekmektedir.
Queer teori/politika etrafında oluşan, tüm o tumturaklı laflar, cinsel azınlıklar için ne ifade etmektedir? Cinsel kimliğinden dolayı çalışamayan, yoksullaşan, şiddet gören, sürekli ve sürekli gizli bir hayatı, şizofrenik bir yarılmayı yaşamının merkezine kuran eşcinseller, lezbiyenler, translar için ne ifade etmektedir? Cinsel azınlıklar, ‘kimlik siyasetine’ daraltılmalı mı? Nefret söylemi eleştirisi, yaşam ve çalışma hakkı, cinsel kimliğini özgürce ifade edebilme hakkı, özgürlükler, zorunlu biçimde liberter bir alanın kodları mıdır? Cinsel azınlıklar, sınıf politikasıyla ilişkilendirilebilir mi ya da tersine sınıf politikası cinsel azınlıklar için ne ifade eder?
Bu sorularla bir dahaki yazıya devam edelim...