“Zorunlu” gündem!

“Dünyanın hiçbir yerinde zorunlu fizik, kimya, matematik dersinin tartışma konusu olduğunu göremezsiniz. Ne hikmetse zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi tartışma konusu olur...”

Eğer dün haberlerde kulağınıza gelmediyse, gözünüze ilişmediyse, sözün sahibinin bütün icraatlarını biliyor olmanıza rağmen yukarıdaki sözlerin sarfedilmiş olduğuna inanamayabilirsiniz. Ama evet kesinlikle doğru, yukarıdaki cümle, 2014 Türkiye’sinin cumhurbaşkanına ait!

Bu sözleri söyleyen Bilal’in babasının öğrencilik yıllarında pozitif bilimlerle ilgili nasıl bir travma yaşamış olduğunu merak edebilir veya bir takım tahminlerde bulunabiliriz.

Ama ben zor olanı seçeceğim ve empati kurmaya çalışacağım. Suyun kaldırma kuvvetinin ya da yerçekiminin fizik kurallarıyla açıklanması ilginizi çekmiyor olabilir. Ya da suyun iki hidrojen ve bir oksijen atomu olarak değil de Allahın hikmeti olarak tanımlanmasını tercih ediyor olabilirsiniz. Ya da iki kere ikinin üç veya beş ettiğini düşünüyor olabilirsiniz. O zaman size çektirilen bu “zorunlu” zulüm neden? Zulüm bununla da sınırlı değil.  Madendeki işçiler, inşaatta çalışan işçiler fıtratları nedeniyle ölüyorlarken, gencecik kardeşlerimize üniversite adı verilen yerlerde, mekanik, statik, elektronik, hidrolik, jeofizik safsatalarının dikte edilmesinin ne gereği var? Halbuki işin kolayı var. Donatalım hepsini din kültürü ve ahlak bilgisi ile, hatta yetmez, bütün orta öğretim kurumlarını imam hatip yaptığımız gibi bütün üniversiteleri de ilahiyet fakültesi yapalım olsun bitsin bu iş. Örneğin Maden İlahiyat fakültelerinde mezun olan gençlerimiz, madencilerimizin cenazesini kaldırabilsin, İnşaat İlahiyat Fakültesi mezunu gençlerimiz de, ölen inşaat işçilerinin arkasından Fatiha okuyabilsin! Başka hiçbirşey yapamasınlar dert değil, dini vecibelerini yerine getirebilecekler ya daha ne olsun...

Bu kadar empati yeter de artar diyerek durayım ve başka bir yerden devam edeyim.

Bundan bir hafta önce yapılan yönetmelik değişikliği ile türbanın ortaöğretime kadar indirilmiş olmasından bahsedelim mesela. AKP’nin 12 yıllık iktidarına, eğitim sistemi sözkonusu olduğunda skandallar ve gerici müdahaleler tarihi desek abartmış olmayız. Türbana önce üniversitelerde kapı açılması ve uygulamanın ilkokul çağındaki çocuklara kadar indirilmesi, imam hatipleşmenin yaygınlaştırılması, sınav skandalları, 4+4+4 ile eğitim sistematiğinin ortadan kaldırılması, gerici kadrolaşmanın yaygınlaştırılması, devlet okullarının içinin boşaltılmasına neden olan yönetmeliklerin devreye sokulması ve aynı zamanda özel okulların maddi teşvik de dahil olmak üzere her koldan devlet tarafından desteklenmesi...

Bu konuda izansızlığın en yakın örneklerinden birisi de 7 bin okul müdürünün görevden alınması ve hala binlerce okulun müdürünün belli olmamasıdır.

Bütün bunlar olup biterken genç nesillerin nasıl yetiştiği konusundaki dertlerin bile hangi hesaplarla gündeme getirildiği işin başka bir boyutunu oluşturmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın, genç kuşakları uyuşturucu bataklığından kurtarmanın tek yolu olarak “dindar” nesiller yetiştirmek söylemi ile özetlenecek bakış açısı anne babalarla ve gençlerimizle dalga geçmek anlamına gelmektedir. Bir yanda uyuşturucu trafiğine göz yumulmakta ve bunun doğal sonucu olarak bu trafiğin getirisinden nemalanılmakta, öbür yanda ise sanki bilinmez ve önlenemez bir “kötülük” varmış gibi dine çağrı yapılmaktadır. Atılan taşlarla pek çok kuş vurulmaktadır...

Neresinden tutarsak tutalım elimizde kalan bu sistemin sadece gericileşme boyutu ile tartışılması ise işin sadece görünen yüzüdür. Gericileşme bir boyut ise parasız ve bilimsel eğitimin esamesinin okunmasının hiçbir nesnel zemininin kalmamış olması ve emekçi halkımızın topyekün “diplomalı” cahilliğe mahkum bırakılması ise işin başka bir boyutudur. Bu nedenle eşit, parasız, aydınlanmacı ve bilimsel bir eğitim talebi son derece yakıcı bir gündem olarak önümüzde durmaktadır.

Bu talep bugün hiç olmadığı kadar devrimcidir...