Zorunlu bir tekrar: Dindar mı, kindar mı?

Soruyorum, çünkü hâlâ anlayabilmiş değilim.

O yüzden tekrar soruyorum.

Sizin söylem biçiminizle anlayabilen olduğunu da sanmıyorum.

Ya da korkuyorum.

Kendilerini sizin söyleminizin büyüsüne kaptırarak ‘yanlış’ anlayanların sonunda oluşturabilecekleri ‘kindarlar’ ordusundan korkuyorum.

Çünkü her şey bugünkü gibi sürdürüldüğü takdirde, yol başka bir yere varmayacak. İnsanlık tarihinde varabildiği, hiç görülmemiş.

Neden, biliyor musunuz?

Toplumlarda genç kuşaklara yönelik olarak ‘dindar gençlik yetiştirmek’ diye insanca bir hedef olamaz da, onun için.

Yönettiğiniz devletin resmi eğitim politikasında din ve inanç özgürlüğüne yer verebilirsiniz. Buna akıl sahibi kimsenin itirazı olmayacaktır. Çünkü neye inanacağını seçmek de en temel özgürlüklerden biridir. Hele dinsel inanç gibi, kişi ile Tanrısı arasındaki en mahrem ilişkiyi dile getiren bir inanç söz konusu ise!

Herkesi inancında özgür bırakmak ve onun bu özgürlüğünü, konusu bizimkinden ne kadar farklı olursa olsun, bizim de paylaştığımız bir inancı korurcasına korumak.

Hayatında bunu en temel ahlâk ilkesi edinmiş bir insan, ancak ‘uygar insan’ diye nitelendirilebilir.

O halde tekrar ediyorum: Resmi eğitim politikasında geleceğin yetişkinleri olacak genç kuşaklara böyle bir özgürlük düşüncesine de yer veren devletler, ancak ‘uygar’ diye nitelendirilebilir.

Ama ‘dindar gençlik yetiştiren devletler’ diye nitelendirilemez. Çünkü ‘dindar gençlik yetiştirmek’, ancak genç kuşakları eğitimlerinde zorla bir dine inandırma çabası ile eşanlamlı olabilir. ‘Dindar gençlik yetiştirmek’, ne  olursa ve ne pahasına olursa olsun gençleri bir dine inanmaya zorlamaktır. Böyle toplumlarda inanç özgürlüğünün yanında inanmama özgürlüğünün de var olabilmesi ve inananlar toplumunda kendine insanca bir yer bulabilmesi söz konusu değildir.

Öte yandan yönettiğiniz toplum, büyük çoğunluğu inananlardan oluşma bir toplum ise eğer, o toplumu kendi siyasi hedefleriniz doğrultusunda eğitmeniz de çok kolaylaşır. Çünkü din alanında koyu bağnazlığın yoğunluğuna vardırılmış bir inanç, yalnızca dinle sınırlı kalmaz. Başka deyişle, inancın bağnazlığı bulaşıcıdır. Böyle toplumlarda yaşayanlar, kendilerini bir kez inanmanın esrikliğine ve ödünsüzlüğüne kaptırdıktan sonra, artık her alanda ve her konuda kendi inançlarını egemen kılmayı kutsal bir hedef, bir misyon olarak benimseyeceklerdir. Çünkü onlar, eleştirel düşünmenin yanından bile geçmediği bir potada yoğrulmuşlardır. Ve bu nedenle sonunda, hangi alanda olursa olsun, kendilerininkinden farklı inançlara sahip olanları anlamaya çalışmak yerine, onlara kin bağlayacaklardır.

Bu noktada sakın : “Biz, işi asla o noktaya kadar vardırmayız; kin tutmaya varma eğilimini sergilediği anda inancı da frenleriz…” gibi bir savunma yapmaya kalkmayın. Çünkü insanlık tarihi boyunca bunu başaranlara hiç rastlanmadı. Başkalarına inançlarından ötürü kin tutmayı başlangıçta yeterince ciddiye almayanlar, sonunda hep kendi yarattıkları kin denizlerinde boğulup gittiler! Hem de çoğu kez ne olduğunu bile anlayamadan!