“Atina'daki yangında yaşamını yitirenlerin derin üzüntüsü içindeyiz. Yunanistan'daki kemer sıkma politikalarının küçülttüğü itfaiyenin ve kamu kaynaklarının önemini bu acı deneyimle bir kez daha hatırlatıyor, herkesi kardeş Yunan halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz.”
Sıradan bir açıklama gibi aslında Türkiye İşçi Partisi’nin Yunanistan’daki yangın “felaketi”ne ilişkin kısa açıklaması. Ama açıklamada altı çizilmesi gereken ifadeler var. “Kemer sıkma politikalarının küçülttüğü itfaiyenin ve kamu kaynaklarının önemi”(!) işyerlerindeki ölüm ve yaralanmalar değil, yaşamın akışı içinde kaza, felaket, facia dediğimiz olayların büyük bir kısmının aslında ekonomi politik alt yapısı olduğunun kısa ve öz ifadesi.
Kamu güvenliği denen şey adı üstünde kamunun güvenliğinin korunmasıdır. Akla askeri, polisiye önlemler değil, tam da bu köşede sürekli üzerinde durduğumuz, piyasanın her yere nüfuz etmesi sonucu ortaya çıkan kitlesel ölüm ve yaralanmalar gelmelidir. Piyasa ekonomisi adı üstünde piyasanın egemenliğini başat kabul eder, toplumun güvenliği bir amaç değil bir maliyet kalemidir. Bunun için de denetimin, kamusal denetimin hemen hemen yok sayılması gerekmektedir. Bu piyasacı anlayış, yandaş firmalara peşkeş çekilen ihaleler ve gerici ideolojilerle birleştiğinde karşımıza birbirine benzer kitlesel felaketler çıkacaktır.
Davutpaşa’daki imalathanenin patlaması da, Çorlu’daki tren “kazası” da, Soma’da yaşadığımız en büyük işçi katliamı da ve en son videoları yayınlanan Sütlüce’deki toprak kayması sonucu çöken bina da; hepsi ama hepsi aynı şeyi işaret etmektedir: Piyasa önceliklidir, kamusal denetim piyasa kuralları için ayakbağıdır!
En basit örneği Beyoğlu Sütlüce Fuadiye Sokak`ta bulunan 4 katlı bir binada görebiliriz. Bir inşaat mühendisi ve öğretim üyesi olarak derslerimde sanırım bundan daha iyi bir örnek bulamam. Binanın çökmesine, yanındaki inşaatın temel kazısı sırasında yaşanan toprak kaymasının neden olduğu anlaşılıyor. Binanın 1994`te inşa edildiği, kaçak ve ruhsatsız olduğu belirleniyor. İmrahor Caddesi üzerinde bulunan komşu parselde devam eden temel kazısı ve yağan yağmurlar nedeniyle istinat duvarının yıkıldığı, sabah 10.00 gibi kaymanın fark edildiği, boşaltılan binanın saat 12.00 sularında tamamen çöktüğü tespit ediliyor, temel kazısı devam ederken apartman sakinleri tarafından yapılan uyarıların, inşaat sahipleri tarafından ciddiye alınmamış olmasıdır. Doğru olan hiç bir şey yok!
Çorlu’daki fotoğraf da farklı bir şey söylemedi bize, gördük izledik.
Şu an yine acıyla, bu kez de komşumuzda izliyoruz. Kemer sıkma denen şey, emekçilerin alınteri olunca, kemer sıkma denen politika en temel kamusal denetimlerden ve toplumun güvenliği için yapılması gereken yatırımlardan kısıntı olunca, yaşananlar ne felaket, ne facia, adlı adınca kapitalizmin katliamları oluyor.
Teknoloji gelişiyor (o kesin); bilim ilerliyor (ki bu bence tartışılmalı) ama neden işçi sağlığı ve iş güvenliği ve aslında ondan bağımsız düşünemeyeceğimiz, toplumun güvenliği (deprem, sel, yangın gibi her türden durumda) hep geriden geliyor ve hatta geriliyor. Neden işyerlerinde ölüm ve yaralanmalar en gelişkin kapitalist ülkelerde dahi bir süredir azalmıyor, veriler yerinde sayıyor?
Birinci neden piyasa, piyasa ekonomisi. Kamusal denetim mekanizmalarının gerilemesi, yok olması.
İkinci neden yine piyasa ekonomisinin bir parçası. Bu kez denetim mekanizmaları değil, kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi, ihaleler yoluyla peşkeş çekilmesi.
Üçüncüsü ise, belki Yunanistan’da, ABD’de veya pek çok Avrupa ülkesinde pek rastlamayacağımız veya az rastlayacağımız bir konu: dinci gericilik, onun getirdiği kadercilik. Piyasacılıkla her zaman paralel büyüyen dinci gericilik dendiğinde, Türkiye’yi kıyaslayacağımız ülkeler Bangladeş, Pakistan, Mısır, biraz uzağa gidelim Endonezya, Malezya, Hindistan ve tabii ki Ortadoğu ülkeleri… Ölümün sıradanlaştığı, kaderin gündelik yaşamın içkin kavramlarından birisi olduğu emekçi cehennemi ülkeler. İşte tam da burada, bu köşede defalarca altını çizdiğimiz “laiklik olmadan işçi sağlığı ve iş güvenliği olmaz” tutumumuza “kestirmeci” tutumumuza kıskançlıkla sarılmak zorundayız. İstediği mühendislik eğitimini alsın, istediği teknolojinin en büyük nimetlerinden yararlansın, olaylar, olgular, süreçler arasındaki ilişkiyi kurdurmayan bir eğitim sisteminin, dinsel referanslarla da birleştiğinde yetiştirdiği teknik bir eleman, bir kamu görevlisi, bir yerel yönetici ne dersek diyelim “piyasanın” bir parçası olacaktır. Kimi zaman bilerek ve isteyerek, kimi zaman boyun eğerek, kimi zaman farkında olmadan ilahi adalete biat ederek. Piyasa Türkiye gibi ülkelerde, gerici referansları kullanmak zorundadır, onları referans alan bireyler yaratmak zorundadır. Bu vıcık vıcık rezil piyasacılık bilimsel olarak bize şunu işaret edecektir:
-Daha fazla işçi ölümü ("iş kazası" ve "meslek hastalıkları" ile)
-Daha fazla büyük "kaza" (bina çökmesinden, tren devrilmesine, doğal gaz kazanı patlamasından, LPG tankerlerine, üst geçit çökmesinden, yollardaki en ufak yağmur sonrası çökmelere, hafriyat kamyonlarından, basit trafik “kaza”larına vs.)
-Daha da büyük "felaketler". Soma, sel baskınları, sözde doğal olayların yarattığı kitlesel ölümler vs.
Bugün Yunanistan ile Türkiye halklarını birleştiren şey, piyasacılığın insan yaşamını hiçe sayıp yok etmesidir. Bizi daha talihsiz kılan ise, bu piyasacılığa eşlik eden gericilik, biat kültürü ve kaderciliktir.