YÖK’ü yazmak çok sıkıcı ama…

Gerçekten de öyle. Her seferinde artık bu konuda okumayacağım, yazmayacağım diyorum ama olmuyor. Üniversitelerde özellikle yeni bir eğitim dönemi başladığında öyle şeyler yaşanıyor ki, kararımı erteliyorum. Bu yıl da farklı olmadı. Beni harekete geçiren, üniversitelerin yeni eğitim dönemi açılışının “külliyede” yapılıp, katılan “bilim insanlarının” tebessüm (en uygun sözcük bu) dolu yüzlerle selfie yapması olmadı, sanıldığı gibi; bunu kanıksadık çünkü.

Geçen hafta okuduğum bir haber beni yine YÖK’ü yazmaya zorladı. Biliyorsunuz, lisans eğitimini yurtdışında yapan öğrencilerin diplomalarının geçerli olabilmesi için YÖK’ün denklik vermesi, bunun için de bazen ek ders alınması şart koşuluyor. “İlmi Hüviyet Tespit Sınavı” adını verdikleri sınava bu yıl eczacılık alanından, dersleri tamamlayan 50 kişi başvurmuş. Ancak sınav için 40 kişilik kontenjan ayrılınca sınava girmek için bekleyen 50 kişi arasında kura çekilmiş ve kaybeden 10 kişiye yine de harcı yatırıp sınava gelmelerini, eğer kurada kazananlardan gelmeyen olursa sınava alınabilecekleri söylenmiş!1 Şimdi diyeceksiniz ki, 50 kişiyi sınav yapacak bir mekân yok mu? İşte bu da YÖK aklı, daha doğrusu kendi sözleriyle “yeni YÖK” aklı çünkü 2014 yılında Yekta Saraç’ın başkanlığı ile birlikte yeni YÖK döneminin başladığını söylüyorlar. Bunu açık açık Yükseköğretim Politikalarında Yeni YÖK kitabında yazmışlar. Aslında kitapta döneme yeni sıfatını eklemeyi gerektirecek bir şey yok; bursları artırmak, Bologna sürecinde başarılı olmak, kalite kurulunun kurulması vs. vs. var; yani hep bildiğimiz şeyler diye düşünüyordum ama denklik sınavı örneğindeki gibi yeni YÖK’ü okumak yetmiyormuş, izleyip görmek gerekiyormuş.

Buna ayrıntı denilebilir, YÖK yükseköğretimi kendi deyimiyle “seçkinci bir anlayışla yeniden kurguluyor” denilebilir; o zaman ben de yüksek, seçkin parametrelere bakalım derim: Her yıl olduğu gibi bu sene de Nature dergisi tarafından yapılan araştırmada dünyanın en iyi bilimsel kurumları belirlenmiş. En üst düzey bilimsel makalelerin değerlendirildiği bu sistemde 2018 yılı için 60473 makale ele alınmış. Burada Türkiye’nin payı ise toplam 70 yayın, yani binde 1.16! Ayrıca Türkiye’den ilk 500 içine giren hiçbir üniversite olmadığı gibi, buraya girenlerle aramızdaki fark da çok büyük; Türkiye üniversitelerinin en iyilerinin bile bu listede yer alabilmesi için üst düzey yayın sayısını 4-5 misli arttırmasını gerekiyor. Çekya Türkiye’nin üç katı kadar, İran ise iki katı kadar yayın yapmış. Türkiye’nin 70 makalesinin 53’ünü 15 üniversite üretmiş ki bu, geriye kalan 190 üniversitenin toplam 17 makale ürettiği anlamına geliyor. Yani bu üniversiteler her 11 yılda ancak bir tek ciddi yayın yapabilecek güçteler.2 Seçkincilikten kastedilen bu olsa gerek.

Yeni YÖK’ün iyi tarafları da var elbette. Örneğin, çok sayıda kitap yayınlıyor ve biz de yaptıklarını takip edebiliyoruz. Örneğin, Kadınların Mesleki Eğitimi ve Kadın İstihdamı adlı kitapta 2017 yılındaki bir sempozyumun bildiri özetleri yer alıyor. İlk anda olumlu gibi görünse de YÖK başkanının sonrasında

“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinin, toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve toplumca kabul görmediği hususunun göz önünde bulundurulması gereği ortaya çıkmıştır. Bu istikamette tutum belgesinde de gerekli değişikliklerin yapılmasına yönelik olmak üzere bir müddetten beri YÖK bünyesinde çalışma yürütülmekte idi. Bugün itibarıyla tutum belgesinde, ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramı çıkarılarak güncelleme yapılmasına ilişkin çalışmalar son aşamasına gelmiş olup bundan sonra adalet temelli kadın çalışmaları anlayışı içerisinde belirleneceğini”3 dediğini biliyoruz. Yani sempozyum boşa düşmüş oluyor. Evet bu da tarihe not düşmenin başka bir yönü ama bu kitap aynı zamanda “nasıl bildiri özeti yazılmamalı” konusunda da bir örnek olarak okunabilir. Gerçekten hiç abartmıyorum, pdf formatı YÖK sitesinde var; açın bakın.

Benzer bir kitap da Göç ve Eğitim. İnsan diyor ki, “vay be, YÖK böyle önemli bir sorunda da duyarsız kalmamış”. Kitapta konuyla ilgili düzenlenen bir forumda yapılan konuşmalar yer alıyor. Bence tek olumlu nokta, çok sayıda Suriyeli öğrencinin Türkiye’de eğitimlerine devam edebilmeleri ama toplam Suriyeli sayısına bakıldığında bu sayı yine çok düşük. Tabii bunları okurken, eğitim hakkından söz ederken, barış imzacısı olduğu için atıldığı Ankara Üniversitesi’ne öğrenci olarak dönmesi engellenmeye çalışılan Cenk Yiğiter aklına geliyor insanın ister istemez.

KÜNYE: YÖK yayınları satılmıyor, kurumdan istenebilir, sitelerinde PDF şekli var.

-Yükseköğretim Politikalarında Yeni YÖK.
-Kadınların Mesleki Eğitimi ve Kadın İstihdamı.
-Göç ve Eğitim

Kitapta YÖK’ün en üst düzey yöneticilerinden Zeliha Koçak Tufan, Dünya Sağlık Örgütü’ne atıfla “mültecilerin sağlığı olmadan halk sağlığı olmaz” diyor. Bu sözlere katılmamak olası değil de, peki Türk Tabipleri Birliği’nin 2018 yılına kadar hep söylediği ve yakın anlamlı “savaş bir halk sağlığı sorunudur” sözleri   nedeniyle hapis cezası almasına ne demeli? Ceza alanları, en azından içindeki akademisyenleri savunmayan YÖK’e ne demeli?  Bu kitap da diğer YÖK kitaplarından farksız: iyi bir başlık, kötü bir içerik, yanlış bir uygulama. Bu kitabın benim için ilginç yönü, Kızılay genel müdürünün uzmanlık alanının İslam tarihi olduğunu öğrenmem oldu. Ben de ne bekliyorsam?

Bu göç meselesi, özellikle akademiyle bağlantıları nedeniyle önemli. Çünkü göçler ya ekonomik nedenlerle olur ya da doğrudan savaştan kaçanlar göç eder. Savaş ile akademi arasında ise şizoid bir ilişki vardır; bilim bir yandan savaşın yol açtığı sorunlara çözüm ararken, diğer yandan da savaş makinaları üretimine katkıda bulunur (atom bombası örneği gibi). Elbette bu sadece YÖK’ün veya Türkiye’nin sorunu değil. Örneğin, 1947 Nobel fizik ödüllü Appleton, İlim ve Millet isimli konuşmasının önemli bir kısmını buna ayırmış ve savaşı kazanmada bilimin önemini anlatıyor, savaşla (savunmayla diyor kendisi) ilgili çalışmalara daha fazla kaynak ayırılması gerektiğini söylüyor. Türkiye’de de ODTÜ’nün ismi bu işte fazlaca geçer. Anımsıyorum, yıllar önce Amerikan savaş uçağı pilotlarının eğitimi için kullanılan bilgisayar programlarının ODTÜ’de hazırlandığının duyulması üzerine konu bir süre kamuoyunda tartışılmıştı.

KÜNYE: İlim ve Millet. Edward Appleton. Yapı Kredi Bankası Yay., 1962. Sahaflarda 3-15 TL.

Bu arada Uluslararası Silahlı Kuvvetler Muhabere Elektronik Derneği’nin varlığından ve bunun Türkiye şubesi bulunduğundan haberdar oldum. Bu dernek Dünyada ve Ülkemizde Silahlı Kuvvetler Endüstri Üniversite İlişkileri konulu bir konferans düzenlemiş ve yine ODTÜ’den Nevzat Yıldırım’ın konuşmasını kitap haline getirmişler. Dernek amacını “NATO gibi, hür dünyanın güvenliğinin teminat altına almak için kurulmuş organizasyonların idamesine destek sağlamak” olarak belirliyor ve kendilerinin “politika ile ilgisi bulunmayan bir dernek” olarak tanımlıyor.  Bu sözleri yorumlamak bile gereksiz ama sanırım akademisyenler de bu oyuna geliyor.

KÜNYE: Dünyada ve Ülkemizde Silahlı Kuvvetler Endüstri Üniversite İlişkileri. Uluslararası Silahlı Kuvvetler Muhabere Elektronik Derneği Türkiye Şubesi, 1991. Bulması güç, meraklısıyla paylaşabilirim.

Elbette ODTÜ’ye bu kadar yüklenmemek gerek; etki-tepki örneği, kendisi de bir ODTÜ’lü olan Nail Eren’in İki Sıfır Sıfır isimli karikatür albümü bu konuyu eleştiren karikatürlerle başlıyor ve akademinin diğer sorunlarıyla sürüyor. Özellikle akademi ile ilgilenenlerin edinmesi gerek diye düşünüyorum.

KÜNYE: İki Sıfır Sıfır. Nail Eren. ODTÜ yay., sahaflarda 20 TL.

Eren’in albümünü bir yana bırakırsak, bugün hep olumsuzluklardan söz ettim; sanki okuduğum kitaplar sadece bu tipten olanlarmış gibi. Değil tabii ki, güzel kitaplar da okudum ama bir miktar ayrıntı sayılabilecekleri için birer cümleyle bahsederek bitireyim; var olduklarının bilinmesi bile önemli bence:

Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi: Kemal Beydilli’nin bu araştırması 1776-1826 arasını ele alıyor ve İTÜ’nün öncülü sayılabilecek bir kurumla ilgili başka yerde bulunamayacak belgeleri gün yüzüne çıkartıyor. İbrahim Müteferrika sonrası ilk ciddi matbaayı anlatan başka bir kitap da yok. Ya da ben bilmiyorum.

66. Kuruluş Yıldönümü Anı Kitabı: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kuruluş yıllarına ait anıları da içeriyor. Resmi tarihte yer almayan anılar için elde bulunmasında yarar var. Belki de bu anılar ışığında, elbette burada yer almayanlarla birlikte, fakültenin tarihi yeniden yazılmalı.

Kültür Mirası Müzesi: Boğaziçi Üniversitesi’ndeki müzenin açılış konuşması. Bence her üniversitede kendi tarihinin müzesi olmalı. Başlangıçta önemsiz gibi görünse de değeri yıllar sonra anlaşılır.

Türkiye’de Bir Yapı Araştırma Enstitüsünün Organizasyon Çalışma Tarzı ve Vazifeleri: Wolfgang Triebel’in 1963 yılında İmar ve İskân Bakanlığı için hazırladığı bir rapor. Bildiğim kadarıyla bütünüyle yaşama geçirilmemiş ama genel olarak bir enstitü nasıl kurulmalı konusu için bile okunabilecek ciddi bir çalışma.

Tarihi bilmek, bugünü değerlendirmeyi kolaylaştırıyor.

KÜNYELER:

-Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi. Kemal Beydilli, Eren Yay., 1995. Etiket fiyatı 120 TL.
-66. Kuruluş Yıldönümü Anı Kitabı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yay., 2003. Sahaflarda 16-50 TL arası.
- Kültür Mirası Müzesi. Boğaziçi Üniversitesi Yay., 1986. Bulması güç, meraklısıyla paylaşabilirim.
-Türkiye’de Bir Yapı Araştırma Enstitüsünün Organizasyon Çalışma Tarzı ve Vazifeleri. Wolfgang Triebel, İmar ve İskan Bakanlığı Yay., 1963. Bulması güç, meraklısıyla paylaşabilirim.
 

1http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/1592994/Kurasiz_sinav_yok.html

2https://sarkac.org/2019/09/turkiyenin-bilim-dunyasindaki-yeri-nature-index/

3https://www.birgun.net/haber/toplumsal-cinsiyet-yok-u-rahatsiz-etti-247477