Yoksulluğun Cinsiyeti

Sonuç olarak yoksulluk yalnızca cinsiyetli bir şey değildir, “kadın yoksulluğu” Türkiye kapitalizminin karakteristik niteliklerinden birine dönüşmüş durumdadır.

Ebru Pektaş

Asgari ücret gündemi ile açığa çıkan konulardan biri de yoksulluğu kavrayışımız.

Burada zihin dünyalarına kazınmış kimi fotoğraflar var. Tekinsiz mahallelerin, izbe yollardan varılan gecekonduların, geceleri türlü yasadışı işlerin döndüğü batakhanelerin, camları buğulu kahvehanelerin olduğu kareler bunlar.

Yoksulluk mahalleye sinen kesif kömür kokusudur, köşe başlarını amele pazarına çeviren işsizlerdir, birikmiş çöp tenekeleri ve sıvası dökülmüş evlerdir, semt pazarında çöp kasalarına yanaşan insanlardır.

Kuşkusuz tüm bunlar gerçektir. Kimileri de yoksulluğu yalnızca böyle algılamaktadır.

Ne ki yoksulluk bir kez böyle resmedildiğinde gerçek büyüklüğü, nasıl da toplumsallaştığı, bir durum ve an’dan çok, nasıl süreç olarak işlediği gözlerden uzaklaşır.

Antagonizma ne kadar keskinse, radikalizm de o kadar garanti olacaktır sanki.

Bu daraltmada, artık hafta sonu sinemaya gidemeyen kentli emekçi ya da iş çıkışı arkadaşıyla iki bira içemeyen beyaz yakalı “yoksulluk” ile ilişkilendirilmez.

Oysaki bunlar kent merkezlerindeki şımarık “küçük burjuvaların” dertleri değildir; bunlar, sistematik biçimde yoksullaştırılan geniş emekçi sınıfların içinden bir kesit sunar.

İşin ilginç yanı yoksulluğu katı biçimde stereotipleştiren radikal söylem ile yoksulluğu arızi bulan liberal söylem, yoksulluğu farklı gerekçelerle de olsa daraltır.

Zira liberal söyleme göre yoksulluk arızidir, marjinaldir hatta sınıftan bile bağımsızdır. Yoksullar evet, o sıvasız evlerin, çıplak damların altındaki talihsiz insanlardır. Bazen yoksul düşer, sonra işlerini doğrultur bu insanlar.

Oysaki günümüzde yoksulluk hem genişlemekte hem derinleşmektedir.

Marksist bir bakış, “yoksulluğu” kapitalist toplumun bütünü içine yerleştirir.  Mülksüzleşme, proleterleşme, yedek işçi ordusu, emeğin yeniden üretimi süreci ve nihayet “toplumsal proletarya” kavramları burada devreye girer.(1)

Günümüz kapitalizminin niteliklerini düşünürsek daha sade bir ifadeye başvurabiliriz: Yoksulluk denildiğinde, gündemdeki asıl olarak işçi sınıfıdır.

İşte burada başka bir sorun daha gündeme geliyor: Yoksulluğun cinsiyeti. Zira yoksulluğu dar algılama kadar cinsiyetsiz algılama da önemli bir sorun.

Konu asgari ücretten açılmıştı, oradan devam etsin.

DİSK raporuna göre kadınların dörtte biri asgari ücret dahi alamıyor. Asgari ücrete erişemeyenlerin oranı genelde yüzde 18 iken kadınlarda bu oran yüzde 25’i aşıyor. Asgari ücret düzeyinde ve daha düşük ücret alanların oranı genelde yüzde 34 iken, kadınlarda yüzde 43’e yükseliyor.

Asgari ücret civarında bir ücret ile çalışan kadınların oranı yüzde 60!(2)

Kadınların yüzde yetmişinin çalışamadığı, çalışanların yüzde yirmi beşinin asgari ücret dahi alamadığı düşünülürse, yalnızca bu veriler bile yoksulluğun kadınlara belki iki kat, üç kat fazla yansıdığını göstermektedir.

Yani yoksulluk dediğimizde işçi sınıfından bahsediyoruz, “yoksulluk içindeki yoksulluk” dediğimizde kadınlardan bahsediyoruz.

Yoksulluğun sınıf dışında bir de cinsiyetli bir prizması var.

Dahası kadınların istihdam ve işçileşme nitelikleri yoksulluğu süreklileştiriyor. Örneğin verilere göre kadınların son otuz yılda istihdam oranı aynı kalmış görünüyor.

“Türkiye’de kadınların istihdama katılım oranının 1988 yılında yüzde 30,6, tam 30 yıl sonra yani 2018 yılında ise yüzde 29,4 olduğunu görüyoruz.”(3)

2020’de bu oran 30.9’dur.

Değişen şey, otuz yıl önce ağırlıkla kırda olan kadın istihdamının artık kentlerde olmasıdır.

Değişen şey, otuz yıl önce kırsal alanda “kendi kendine yetebilmenin” yerini kentte sosyal yardım kuyruğunda yer kapabilmenin almasıdır. Zira kentlere akın ettikçe evlere kapatılan, eğreti işlerin sahibine dönüştürülen, çalışması olsa olsa “eve katkı” kabul edilen geniş kadın yığınları için var kalmanın asgari koşulu, sosyal yardım almaktır.

Yardım kuyruğunda utanmak, kadınların payına düşmüştür. Utanılacaksa kadınlar utanacaktır. Bir takım kişilere ağız eğilecekse, kadınlar ağız eğecektir. Birileri kapıları çarpacaksa kadınların suratına çarpacaktır.

Ücretli emeğin cinsiyetli yüzünde durum farklı değildir. Yoksulluk, düşük ücretler hemşireyi de öğretmeni de vantuz gibi içine çekmektedir. Kamusal alanların tekinsiz ve şiddet yüklü oluşu, kadın yoksulluğunu kalıcılaştıran bir “zor aygıtı” gibi işlev görmektedir.

Hayatta kaldığı için şükretmek kadınların payına düşmüştür.(!)  

Sonuç olarak yoksulluk yalnızca cinsiyetli bir şey değildir, “kadın yoksulluğu” Türkiye kapitalizminin karakteristik niteliklerinden birine dönüşmüş durumdadır.

KAYNAK:

(1)https://ilerihaber.org/yazar/akp-rejimiyle-karakterize-olan-bir-sinif-politikasi-90272

Bu konuda yazılmış en doyurucu makalelerden biri, Metin Çulhaoğlu’nun “Varoşlar ve Kent Yoksulluğu: Sınıf Mücadelesinde Mekan ve Bütünlük Sorunları”dır. Sosyalist Politika, sayı:10

(2)http://arastirma.disk.org.tr/?p=7995

(3)https://kockam.ku.edu.tr/yakin-tarihsel-surecten-gunumuze-turkiyede-kadin-istihdaminin-donusumu/