Yeterince dürüstseniz, mutsuz olabilirsiniz...

İnsanı yavaş yavaş delirten şeylerden söz edeyim demiştim geçen yazımda. Başlangıcı "iç ses"le yapmıştım. Bu hafta da "mutsuzluk" ve "sarılma / dokunma yoksunluğu" üzerine odaklanalım. Mutsuzluk, en amiyane tabirle böğrünüze bir öküzün oturup kalkmamasıdır. TV ekranına boş boş bakarken en yakınlarınızla bile konuşmaya mecaliniz kalmıyorsa, durumu sağaltmanın elinizden gelmeyeceğini bilseniz de uykusuz geçen gecelerde vicdan muhasebesi yapıyor, yemek yerine kendinizi yiyor, elinizdeki kitabın tek cümlesini yüz kez okuyup hiçbir şey anlamıyorsanız, evet mutsuzsunuzdur. Büyük acılar yaşayan insanlar bir süre sonra alışırlar bu duruma, mutluluğa şüpheyle yaklaşırlar, azıcık gülümsediklerinde bile ürkerler, acılarının üstesinden gelemedikleri için (ki bazı acılar dayanılmazdır kuşkusuz) karşısındaki insanları da incitip mutsuz etmeye başlarlar.

Aslında insanın fabrika ayarı mutsuzlukla ilintilidir. İnsan kendisini mutlu edecek bir uyaran karşısında durum değiştirir, ancak bu uyaran ortadan kalktığında normal moduna geri döner. Terk edilmek, işten çıkarılmak, yakınını kaybetmek veya kaybedebileceğini düşünmek mutsuz etmez insanı, bu durumlar kişiyi mutlu eden uyaranları ortadan kaldırır, sıradanlığa iter, kimi zaman depresyona sürükler. Tuhaf ama mutsuzluk; dürüst, sevgi dolu, merhametli olmanızla da doğrudan ilişkilidir. Bukowski'nin dediği gibi "Yeterince dürüstseniz, mutsuz olabilirsiniz."

"Melankolinin münasip düştüğü zamanlar vardır!" diyerek hüznü insana yakıştırır Wilhelm Schmid "Mutsuz Olmak" adlı kitabında. Bazen iç sesimizle hemhal olmak, bazen ağlamak, bazen acı çekmek, bazen de sevdiğimiz kişinin kederine ortak olup dertlenmektir münasip olan. Mutluluğun metalaştırıldığı günümüz dünyasında mutsuzluk hepimiz için ortak bir histir, farklı olan deneyimlerimiz ve bu deneyimlerin anlam arayışımızdaki yeridir. Dahası "Mutluluk çok defa mutlu tesadüfün eseridir... En sevdiğiniz yemeği fazla sık yerseniz, memnuniyetten ziyade bıkkınlığı teşvik edersiniz. Seks elbette mutlu eder, ama yokluğu varlığından daha fazla zaman tutar. O'nun dokunuşunu hissetmek üzere her Yeni Kişi'nin peşinde koşan bin bir zahmetle kendini yeni baştan bulmaya girişmelidir."

KÜNYE: Mutsuz Olmak: Bir Yüreklendirme, Wilhelm Schmid, Çeviren: Tanıl Bora, 11. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2019.

 

W. Schmid'in “Dokunmanın Gücü Üzerine” adlı kitabı da, dokunma ve onun insan hayatındaki rolü üzerine hazırlanmış derinlikli bir kitap. Özellikle dokunmanın önemini yeniden keşfettiğimiz Coronalı günlerde, bizi dokunma üzerine farklı şekillerde düşünmeye sevk ediyor. Örneğin; kendine dokunmayı “benliğin duyusallığı”, birbirine dokunmayı “aşka hep yeni bir başlangıç”, gülmek ve gülümsemeyi “hissedilen dokunuş”, susmayı “derinden dokunan” ve okuma sanatını “düşünsel dokunuş” olarak adlandırıyor yazar. Dahası gülmek ve susmak üzerine fikirleri ve onların dokunma ile bağını sorgulaması kitabın ilgi çekici diğer noktalarını oluşturuyor.

KÜNYE: Dokunmanın Gücü Üzerine, , Wilhelm Schmid, Çeviren: Tanıl Bora, 1. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2020.

Cildimizin altında yaklaşık beş milyon dokunma reseptörü vardır. Acı, sıcaklık ya da basınç hissettiğimizde bu reseptörler nöronlara sinyaller gönderir. Temel görevi bedeni korumak olan bu reseptörler acı çekiğinize ya da haz aldığınıza dair sinyaller gönderdiğinde beyniniz uygun bir biçimde tepki gösterir. Hayatın olmazsa olmazları; hava, su, gıda, barınak, giysi ve tabii ki sarılmaktır. Her birimizin duygusal açıdan şefkate ihtiyacı olduğu gibi fiziksel açıdan da şefkate ihtiyacı vardır. İçten, şefkat dolu, sıcacık bir sarılmanın rahatlatıcı etkisi yadsınamaz. Sarıldığımızda acılar bir nebze de olsa azalır, mutsuzluklar daha katlanılır hale gelir, kızgınlıklar, korkular ve kaygılar hafifler. Sarılmak, en zifiri günü bile aydınlatır.

Ezcümle biz insanlar sürekli mutlu olmak adına çabalarken çok yoruluyoruz. En büyük mutluluk anları kederin dindiği anlardır, unutuyoruz. Ters giden, sıkıntı veren şeyleri üzerimizde bir yük gibi taşımak ve kendimizi kurban olarak  görmek yerine çözüm üretmeye çalışmamız gerektiğini, çözemiyorsak da her mutlu anın tadını çıkarabilmeyi göz ardı ediyoruz. Ve sarılmak... İnsanlık kadar eski olan bu hareket iki bedenin kavuşmasından çok daha fazlasını ifade eder. Sarılmak, "Ben yanındayım!", "Seni seviyorum!", "Sevincini paylaşıyorum!", "Üzülmene dayanamıyorum!" gibi pek çok cümlenin eyleme dönüşmüş halidir. Bu sebeple önce kendinize, sonra sevdiklerinize sarılın; güzel sevmeyi bilin. Dürüstlük, sevgi ve merhamet mutsuzluk getirse de, delirmekten korkmayın derim.