'Yeniden baştan çıkarılmaya hazır mısınız?'

Doktora üç soru:

İktidar halka "Sen kimsin?" diye hitap edip duruyor. Siyasal İslam, bu topraklarda bir kimlik sorgulamasını neden istiyor?

İki yıl önceki tanzim kuyrukları ve bu kez Bahçeli'nin askıdaki ekmekleri... Dayanışma böyle bir şey mi?

Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Charlie Hebdo ile girişilen "İslam Savaşı" gündemde... Bu 'savaş' naraları hangi derin toplumsal travmaya sesleniyor?

 

SEN KİMSİN?

Türkçede bu ve benzeri soruları vurgulu söylediğinizde soru olma halini iptal edip bir yanıta dönüştürürsünüz: “Sen bir hiçsin!” Dolayısıyla bu türden sorular, soranla sorunun muhatabı arasında ortak bir duygu birliği yaratmaktan çok kişiden teslimiyeti, kabullenmeyi, otoritenin gücünü tanımayı talep eder. 

Soruyu sorma gereksinimi hisseden de koşulsuz teslimiyetini bildirmiş olur. Kime? Adına konuştuğu varsayılan gruba…

Zaten bu türden durumlarda hemen hep soruyu soran, soruya maruz kalan ve sanki sahnede değilmiş gibi davranan bir lider, onun grubu vardır. 

Soran da cevaplayan da ona bağlılığını bildirir. Aslolan onun yüceliğidir, diğerleri onun dolayımıyla, onun için vardırlar. 

Hemen tamamı erkek ya da bazıları savaş gibi ‘erkek işler’de başarı göstermiş kadınlardan ibaret örnek kişilerle özdeşleşmeyi hedefleyen kurgusal işler bu ‘hiç’i pek güzel duyururlar. En nihayetinde varlığınızın, bu dünyada bir değerinizin olması bir başka yücenin varlığıyla mümkündür. 

Malum son on yılın hikayesi; ‘kandırıldık!’ Birçok kişi ve grup, siyaset sahnesinde yaşadıkları serüvenin bir süre sonra toplum karşıtı bir hal olduğunu anladığında dönemin güçlüleri tarafından kandırılma anlatısına sarıldı. İktidar ve lideri de dahil… Hatta şöyle bir garabet de ortaya çıktı; kandırılanların kandırdığı kandırılmışlar listesi! 

Ruhsallık bilgisiyle söylersek iktidar oyununda varolanların rekabeti ve o güçten kana kana pay almak isteyenlerin ise baştan çıkarılma süreci vardı. Özellikle kültür endüstrisinde bu baştan çıkmaya, istismara göz yummaya dönüştü. 

2010 referandumu arifesi ve sonrasını Türkiye’de siyaset sahnesinin bizzat siyasetin olanaklı olduğu zemini inkar süreci olarak da görebiliriz. 

Yaşayan, olağan yaşamın içinde dişiyle tırnağıyla hayatı kurmaya çalışan hiç kimsenin değerini teslim etmeyen “Sen kimsin?” sorusu bu inkarın bir yüzüdür. 

Bu arada bir dönem baştan çıkmış ve şimdi sistemle bütünleşmesi sorunlu hale gelmiş olanları tekrar içeriye kabul törenlerine gereksinim duyuluyor olsa gerek. 

Bu sorunun gündeme taşınmasının bir de bu değeri var: “Yeniden baştan çıkarılmaya hazır mısınız?”

 

DAYANIŞMA ÜZERİNE

Dayanışma, benim anladığımca, öncelikle üretim süreciyle ilgilidir. Bunun en iyi örneklerinden biri köy ekonomisindeki imecedir. Köylü imeceyle komşusunun tarlasındaki ürünü kaldırıp harman etmek zorundadır çünkü görece kapalı bir ekonomide o ürün herkesindir. Bunun sezgisi vardır köylüde. Sınır kavgalarında bir karış toprak için kardeşini vurur, fakat o toprakta ortaya çıkmış ürün için de seferber olur. 

Üretim süreçlerinde izi olmayan her ‘dayanışma’ eylemi, askıya ekmek bırakmak olsun, makarna kömür dağıtmak olsun… ekmeği bırakanın gücünü pekiştirme çabasından başka çok az şeydir. Bir tür aşağılamadır. Bir itiraftır da… 

Evlerde çocukların erişemeyeceği yerlere asılır değerli olan neyse… Bir halkı çocuk gibi görmek, olağan yetenekleriyle erişemeyeceği şeyi bahşetmek gibi bir yanı da var. 

Türün çocukluğuyla düşünürsek efendi ile kölenin hali…

Fakat milliyetçilik de epey budur; geçmişte orada bir yerlerde olanın güzellemesiyle şimdi burada olanın aşağılanması.

 

İDEOLOJİK SATIH

Fransız Devrimi ve yarattığı toplumsal dönüşümün temel belirleyicilerinin başında din karşıtlığı var. Bir Fransız yurttaş için bu karşıtlık, dinsel olanın eleştirisi içinde yaşadığı toplumsal sistem için yapısal bir şeydir. 

Charlie Hebdo vakası, bizde nasıl bir infial yaratmışsa, hatta saldırgan bulunmuşsa orada da verilen tepki saçma bulunuyordur sanırım.

Bu toz bulutu içinde gördüğüm bir uygarlık krizi içinde olduğumuz. 

Sağ popülist liderlerin, siyasetlerin öncülüğünde halklar kendilerini en güçlü hissettikleri duruma çekiliyorlar. Fransa için bu cumhuriyet ve tarihsel olarak onun karşısına yerleşmiş kurumlarla çatışmalar, bizim içinse gaza ideolojisi… 

Cumhuriyet fikri ve pratiğinin, ülkemizde çok büyük oranda Fransız etkisi taşıdığını ve gaza ideolojisinden bir vazgeçişi de temsil ettiğini unutmayalım. 

Fransa’nın emperyal etki alanının çok önemli bir bölümünün müslüman halkların yaşadığı coğrafya olduğunu da unutmayalım. 

Yani bu hem bizde hem Fransa’da aynı zamanda içeride bir ideolojik mücadele….