Yazmasam deli olacaktım

“Yazmasam deli olacaktım”; Sait Faik’in bu sözünü hepimiz biliriz de, hangi öyküsünde, neyi anlatmak için yazdığını çoğumuz bilmeyiz. Bağlamından kopartılmış bu söz pek hoşumuza gider. Bir yazarın işi yazmak olduğuna göre, yazmasa deli olması, işini tutkuyla yapan bir yazar için en olağan söz olsa gerektir deyip geçeriz. Bana öyle geliyor ki “yazmasam deli olacaktım” sözü bir yazarlık tavrının açıklayıcısıdır. Öyle herhangi bir yazıcının değil, insanı iyi ve kötü yanlarıyla bilen, iyiye doğru yol almasından sevinç duyan, kötüye saplandıkça derin bir üzüntüye kapılan, iyiliğin ve güzelliğin toplumsal ilişkiler içinde doğduğunu ve geliştiğini bildiği için, her yazdığında bu ilişkilerin iyiliği ve güzelliği geliştirecek yönde değişmesi gerektiğini vurgulayan bir yazarın yazarlık tutumunun anlatımıdır.

Yazı yazmak hırsı

Sait Faik’in bu tümcesi, “Haritada Bir Nokta” öyküsünün son tümcesidir. Öykünün son bölümcesi, şöyledir: “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” (Sait Faik, Son Kuşlar, s. 51, Varlık Yayınları, 1956, İstanbul)

Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” arıyordu; herkesin birbirine sevgi ve saygı duyduğu, kardeşçe, arkadaşça, dostça ilişkiler içinde yaşadığı, yardımlaşma ve dayanışmanın yaşamın olağan niteliği olduğu bir ada düşü kuruyordu. Bu adada yazar, namuslu insanlar arasında yaşamanın dinginliğiyle yazı yazmaya bile gerek duymayacaktı. “Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi?” Demek ki, Sait Faik’in yaşadığı toplumda, yazı yazmak, öteki insanlardan ayrıcalık ve üstünlük kazanmak için girişilen hırs dolu bir etkinlikti. Öykünün ortalarında bunun açıklamasını buluruz: “Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusunu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvafakiyetler, şöhretler düşünmeden, ‘Düşünürsem Allah canımı alsın!’ düşüncesile yeniden bulabilirsem kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım.” (s. 49) Yazar için insanların kardeşçe yaşamayı becerdikleri bu ütopya adasında artık yazı yazmak gereksizdir. Hiçbir ayrıcalık düşünmeden, en insani itkilerle bile olsa, yazarak, yaşamın sıradan ve olağan akışının dışına çıkmak ona doğru bir iş olarak görünmez. Öykünün sonunda, yazara, “yazmasam deli olacaktım” dedirten gerçek, bu kararın yıkılışıyla daha da sarsıcı olmaktadır. Ne olmuştur da, yazı yazma isteğine “kötü huy” diyecek ölçüde, ondan uzaklaşmaya karar veren yazar, “yazmasam deli olacaktım” demiştir?

Yazarın düşledikleriyle gerçek arasındaki uçurumu ortaya koymak için yazıdan başka aracı yoktur. Düşlediklerini gerçeğe dönüştürmek için de yazı bir gereklilik olarak karşımıza çıkar. İnsanı iyi ve doğruya yöneltmek için eğitim işe yarıyorsa, yazısız bir eğitim olamayacağına göre, yazarın ve yazının insanın toplumsal niteliğinin temel geliştiricileri olduğu söylenebilir.

Sait Faik’in dostluk ve dayanışma adası

Sait Faik’in benöyküsel anlatımla yazdığı öyküdeki yazarın ondan başkası olduğunu hiç düşünmeyiz. Öyküyü onun yaşama ve yazarlığa ilişkin görüşlerinin bir açıklaması olarak okuruz. Yaşamının olgunluk çağında bu adaya inmişti, biran ütopyasını bulduğunu düşünmüştü. Adalılardan biri gibi yaşayamasa da onların arasına karışmıştı. Arkasından dedikodular eksik olmuyordu. Yoksul ve namuslu insanların adasında, düşünü kurduğu kardeşçe ilişkilerin yaşanmadığının belirtilerine bir süre görmezden gelerek direndi. Yazmayı bırakıp onların arasında sıradan bir yaşam sürdürmeyi denedi.

Öykünün başında haritadaki adada bulmayı düşlediklerini şöyle betimler: “Haritada ada görmiyeyim. İçimde dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir. Hemen gözlerimin içine bakan bir köpek, hemen az konuşan, hareketleri ağır, elleri çabuk, abalar giyinmiş bir balıkçı, yırtık bir muşamba kokusule beraber küpeşte tahtaları kararmış, boyası atmış, ağır ve kaba bir sandal, sandalın peşini bırkmayan bir kuş, ağ, balık, pul, sahilde harikulade güzel çocuklar, namuslu kulübeler, kırlangıç ve dülger balığı haşlaması, kereviz kokusu, buğusu tüten kara bir tencere, ufukları dar sisli bir deniz…” (s. 46) Bu düşsel ada, tam bir ütopya adasıdır. Haritadaki noktadan yazarın imgeleminde yaşamın bütün zenginliğiyle yaşandığı bir yere doğru büyür, gelişir, yazarın yaşam felsefesinin ışıklarıyla canlanır.

Sait Faik şöyle devam eder: “Orada, dört tarafı su ile çevrili yerde insanların büyük, sağlam dostluklar, sağlam adaleler, namuslu günler ve gecelerle birbirlerine sokulmalarını, yardımlaşmalarını buyuran rüzgârlar, fırtınalar, deniz canavarları, kayaları günlerce, haftalarca döğen dalgalarla ancak tabiatın buyurduğu şekilde yaşanabileceğini, sıkı ve sağlam adalelerin çelimsizlere yardım için, keskin aklın daha kör, daha mülayim, daha gürültüsüz ve yavaş akla, hatta akılsıza arkadaşlık için verildiğini, çorbanın çorbasızlarla taksim edilmek için mis gibi koktuğunu öğreten, belki de öğretmeden öyle iyi, öyle mübarek anadan doğulduğunu hayal ettiren bir düşünce ile haritalardaki maviliğin ortasında, kocaman kıtaların kenarındaki büyük denizlerin bir tarafına kondurulmuş adalara bakar kurar dururdum” (s. 46-47) Sonunda, düşlediklerini yaşayabileceğini umduğu bir adaya çıkmıştır.

Pay meselesi

Yazarın düşledikleriyle gerçek arasındaki uçurumu ortaya koymak için yazıdan başka aracı yoktur. Düşlediklerini gerçeğe dönüştürmek için de yazı bir gereklilik olarak karşımıza çıkar. İnsanı iyi ve doğruya yöneltmek için eğitim işe yarıyorsa, yazısız bir eğitim olamayacağına göre, yazarın ve yazının insanın toplumsal niteliğinin temel geliştiricileri olduğu söylenebilir. Sait Faik, düşlerini insanların analarından iyi ve doğru doğabilecekleri günlere doğru geliştirse de gerçekte, bunların öğretilebileceğini, eğitimle geliştirileceğini düşünür.

Haritadaki noktadan çıkarak yazarın imgeleminde canlanan ada ile, büyükşehrin insanı alçaltan birçok ilişkisi ve yaşam sahnelerine katlandıktan sonra orta yaşında çıktığı gerçek ada arasında çok az benzerlik vardır. Yazar başlangıçta bunları eksiklikler, küçük kötülükler, katlanılabilir çirkinlikler olarak görmeye çalışır. “Onların arasına seyirci sıfatile sessizce karışarak oldukça mes’ut yaşadım. Şehre bile inmiyordum.” diye yazar. Ama nereye kadar sürdürebilir bunu. “Yalnız pay meselesinde çirkin hâdiseler geçtiğini işitiyor, onu da duymamazlığa geliyordum.”

“Pay meselesi”, insanlığın ezeli ve belki de ebedi tek sorunu olabilecek paylaşım sorunu, yazarın dayanma sınırlarını yıkacaktır. Bir sabah balıktan dönen teknedeki kaptan ve tayfalar arasında geçen balıkların paylaşım sahnesine tanık olan yazar, gördüğü haksızlık karşısında, kalem kâğıda sarılacaktır. Adaya balık mevsimi olunca gelen ve teknelerde hiçbir ücret almadan, yalnızca dönüşte birkaç balık almak için çalışan adamlardan birine yapılan gaddarlık karşısında yazarın yazmaktan başka çıkış yolu yoktur. Balıklar tayfalar arasında paylaşılmaktadır. “Üçer tane alanlar oldu. Dışardan gelen bir tane versinler diye bekledi. Yüzünde tatlı bir gülümseme ve çalışmaktan doğabilmiş hafif bir kırmızılık vardı. Bu kırmızılık pay dağıtan adamın elinde tek balık kalıncaya kadar adamın yanağında durdu. Sonra birdenbire uçtu. Yüzündeki gülümseme önce tehlikeli bir halde dondu. Sandım ki böyle, bütün ömrünce böyle donuk bir tebessümle kalıverecek adam.” (s. 50) Yalnızca balık vermemekle kalmazlar, adama bir de hakaret ederler. Balıkçı kahvesinden duruma karşı tepki gösteren birini de azarlarlar. Bu sahneyi izleyen yazar, iyi yürekli olduğunu umduğu tayfaların tepki göstermesini, durumu düzeltmesini bekler. Tam tersine, onlar da dışardan gelen adama bir balığı çok görmüşlerdir.

Okumasam deli olacaktım

Bu sahne yazarın düşlerini yerle bir eder. Yardımlaşma, paylaşma, kardeşlik hiçbirinden eser kalmadığını görmüştür. Adam, gözüken vapura doğru, “küçük adımlarla bir şarlo gibi seğirterek” uzaklaşırken yazar kâğıt kalem almaya koşar.

“Yazmasam deli olacaktım” tümcesi bu sahneden doğmuştur. Yazarın toplumsal bir haksızlık karşısında, bunu açıklama, tepkisini gösterme gücünün yoğunluğunu, derinliğini anlatır. Edebiyatımızın Sait Faik türünden büyük yaratıcıları, insanın haksızlıklar, çirkinlikler, kötülükler karşısında ezilmesinin kader olmadığını, bunun değişebileceğini göstermek için yazmışlardır. Belki de en büyük korkuları bunu yazamamak, insanlara gösterememekti.

Bugünlerde, Sait Faik’in adasına giderken, yanınızda “Haritada Bir Nokta” öyküsünü de götürün. “Pay meselesi”nin hiç olmadığı kadar toplumu ve insanı çürüttüğü bu koşullarda, “yazmasam deli olacaktım” diyen yazarlara o kadar çok ihtiyacımız var ki. “Okumasam deli olacaktım” diyen insanlara onlardan da çok ihtiyacımız var. İnsani bir toplumu kuracak bilinç ve kararlılığa her şeyden önce okur yazarlık kapısından girilir çünkü.