Yargı reformu 'normalleştirir' mi?

Geçen haftalarda Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifa görünümlü af talebinin kabulü sonrasında “normalleşme” tartışmaları yeniden gündemin merkezine oturdu. Cumhurbaşkanının ekonomi ve hukuk alanında yeni adımlar atılacağı yönündeki açıklamasıyla beraber “yumuşama” veya “normalleşme” yönünde beklentiler yükseldi.

Normalleşme, TDK’ye göre normal duruma gelme anlamını taşıyor. Siyaset dilinde ise bir rejimin veya sistemin yapısal, siyasal, iktisadi ve hukuki düzeninin olağan işleyişi olarak özetlenebilir. Normalleşmeye dönme ise ekseninden “kayan” bir rejimin, eksenine geri dönmesi veya dönemsel olarak olağan dışı davranan sistemin yeniden olağanlaşması olarak tanımlanabilir.

Türkiye açısından 2017 yılında gerçekleşen Anayasa değişikliği referandumuyla birlikte yürürlüğe giren tek adam rejiminin olağan işleyişi/karakteri bugün yaşadığımız sürecin bizatihi kendisidir. Normalleşme beklentisi, her geçen gün artan baskıları, siyasi ve ekonomik krizleri, hukuksuzlukları rejimden bir sapma olarak görmenin ve bunun uzantısı olarak olağana dönme beklentisidir. Oysaki yaşanan tüm sorunlar rejimin bir sapması değil tastamam onun ana karakteridir. Rejim açısından sapılmış bir yol ya da kaymış bir eksen bulunmamaktadır. 

O halde tartışmanın nereden kaynaklandığını tartışmak faydalı olacaktır. Biz sosyalistlere göre, yaşanan sorunlar düzen açısından bir sapma değil tek adam rejiminin bu topraklara giydirmek istediği gömleğin topluma dar gelmesidir. İşsizlik, yoksulluk, adaletsizlik, yaşam hakkının yok sayılması vb. gibi birçok başlık toplumsal öfkenin birikmesine sebebiyet vermektedir. Ülkeyi yönetenlerin yaşadıkları sıkışma ise tam da bu noktayla doğrudan ilişkilidir. Toplumda biriken öfkenin ve tepkinin bir şekilde “gazının alınması” ihtiyacı kendisini her geçen gün daha fazla hissettirmektedir.

Cumhurbaşkanının ekonomi ve hukuk alanındaki yeni adımlara dair açıklamasını Adalet Bakanı’nın yargı reformu, tutuklu yargılamalar ve adalet taleplerine ilişkin açıklamaları izledi. Bu açıklamalar sonrasında HSK tarafından Osman Kavala’nın tutuklanmasına ilişkin kararları veren hakimlerin isimlerinin istemesi ise siyasi tutuklular bakımından bazı dosyalarda tahliye kararlarının verilebileceğinin işareti olarak değerlendirildi. Bizim açımızdan amasız, fakatsız ve bir dakika dahi beklenmeksizin tüm siyasi tutsakların derhal serbest bırakılması gerekmektedir. Kamuoyunda her ne kadar Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş isimleri öne çıkmakta ise de bu isimlerle birlikte milletvekilleri, belediye başkanları, siyasetçiler, gazeteciler, eleştirel paylaşımlarda bulunan ve sokak röportajlarında düşüncelerini açıklayan tüm muhaliflerin özgürlüklerine kavuşması zorunluluktur.

Adalet Bakanının açıklamalarının basın ve kamuoyunda üzerinde yoğunlaşılan kısmı her ne kadar tutuklamalara ilişkin söyledikleri olmuşsa de pek tartışılmayan sözlerinin de değerlendirilmesinde fayda bulunuyor. Burada kastettiğimiz, Bakanın Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endeksindeki yeriyle ilgili soruya verdiği “Benim için en büyük endeks kalbimdir” açıklaması değil elbette. Bakan Gül’ün, Adalet Bakanlığı bütçe görüşmelerinde yargı reformuna ilişkin olarak sarf ettiği “Yerli ve yabancı yatırımcıya,  işletmecilere yönelik bürokratik ve hukuki süreçlerde son yıllarda kaydedilen iyileşme daha da ileriye taşınacak” ve geçen günlerde Hürriyet gazetesine verdiği beyanattaki “Dünyadaki örneklerindeki gibi aile arabuluculuğunu getirmek istiyoruz” sözleri yargı paketiyle getirilmek istenen düzenlemelere dair önemli ipuçları barındırıyor.

Tutuklu yargılamalar konusunu öne çıkartarak yapılacak “yargı reformu” için meşruluk yaratmak isteyen iktidar sahiplerinin esas niyeti ise Bakanının konuşmalarının satır aralarında yer alıyor. Bu açıklamaları, yerli ve yabancı sermayenin önündeki hukuki “engellerin” azaltılması ve arabuluculuk adı altında “yargı dışı çözüm yollarının” genişletilerek, adalet mekanizmasının tasfiyesi sürecinin hızlandırılması olarak özetlemek eksik olsa da hatalı olmayacaktır.

“Normalleşmeden” anlamamız gereken, bakan koltuklarının “yüzlerinin” değişmesiyse eğer, yönetenler açısından aslolan her zaman rejimin bekasıdır. Bu uğurda vezir feda etmekten çekinmeyenler, çokça piyonu da gözden çıkartabileceğinin mesajını vermiştir. Gündemde rejimin otoriter karakterinin değişmesi bulunmadığı gibi, “eskiye dönüş” ya da “yeni olağan” da söz konusu değildir. Yargı reformu adı altında hedeflenen normalleşme olmayıp, birkaç küçük rötuşla kısa günü kurtarmanın hesabının yapıldığıdır.