Yanarken
Çünkü hepimiz yangınlı ufukların dumanlı perdesinde mızrakları göğü yırtan atlılarız. Işığın ve ateşin kaynağı güneş orada bizi bekliyor.
İçten içe yanıyoruz kaç zamandır. Sonra alevler taşıyor, içimizden dışımıza çıkıyor, etrafa sıçrıyor, kül oluyoruz hep birlikte. Sahi ne zaman başladı yangın bu topraklarda. Karadeniz’de onbeşlerle mi, yoksa öncesinde mi, İzmir’de mi, Van’da mı?
Geçmişin derinlerinde bir zamanlar ateşin evcilleştirilmesi, egemenlik altına alınması insanın Tanrısal güç kazanmasıydı, bu yüzden demirciler ilk simyacılardı. Ateşe söz geçirmek, ateş ustası olmak kolay değildi. Mitolojiler ateşin nasıl zorluklarla elde edildiğinin anlatılarıyla dolu. İnsanlık ateşi hak etmiyordu çünkü insan için ateş her şeyden önce silahtı ve tüm bir tarih insanla ateşin ilişkisi üzerine kurulageldi.
Şairimiz Emirhan Oğuz, Ateş Hırsızları Söylencesi adlı destansı şiirinin bir bölümünde şöyle yazar: ‘ateşi çalmaya gittim / ve yenildim, ricat yollarından geri çekiliyorum bayraklarımı toplayarak’. Ateşle insanın ilişkisi tam da budur. Bugün de insanlık telefonlarıyla, bilgisayarlarıyla hayata karşı yenik, sadece bunun farkında değiliz. Yanılsamalarla uygar, gelişmiş olduğumuzu sanıyoruz.
Uzun hastalıktan çıktığımda sevgili Levent Turhan Gümüş’ün ‘daha kaç bahar yaşayacağız, baharlar yaşlandıkça daha değerli olur,’ demesi kulaklarımda; ama, artık ilkbaharın güzelliğini içimde tutuşan kaygıdan yaşayamıyorum. Temmuz gelecek ve ardından ağustos ve tutuşacak güzelim ormanlar, börtü böcek, kaplumbağalar, kuşlar. Korunamayacaklar. Her yıl, her yaz olan bu! Savaş uçaklarına, savaş gemilerine varını yoğunu veren devletlerin gelecekte uğruna savaşamayacakları koskoca çölleri olacak adına bölünmez ülke dedikleri. Susuzluktan, açlıktan ayakta duramayacak askerler, komutanlar… Yangınların çıkma nedeni tam da bu zaten, derin kaygım tam da bu! Tek umudum yağmurlar.
En son Datça yangınının trafodan çıktığı raporlandı. Elektrik bir ateş. Ateş enerjinin evcilleştirilmiş hali, her evcilleştirme, köleleştirmeyi de içinde barındırır. Ateş büyük bir enerji kaynağı, beden sıcaklığımız 36.5 dereceden 38 dereceye çıkınca ne hale geliyoruz değil mi? Trafonun aşırı ısınması yangına neden olmuş, ateşle oyun oynanmayacağını öğrenmeye nasıl da direniyor sermaye. Prometeus’a, Agni’ye saygı duymadıkları için çıkıyor bu yangınlar. Hatta kendi köklerinin ateş tanrısı Alaz’ın adını bile bilmiyorlar.
Geçen yıl da aynı dönemde aynı yerde çıkmıştı, nüfus on katına çıkıyor bu aylarda ve altyapı kaldırmıyor. Özel elektrik kurumlarıysa kârlılıklarından kısıp yapmaları gerekeni yapmıyor. Masa başında ülkeyi parsellemek nereye kadar? Ateşle oyun bir yere kadar!
Bu yangınlar bize içimizdeki yangını da anımsatıyor. Nasıl yangında insanlar canla başla mücadele ediyor, daha fazla kaç ağacı kurtarırız diye uğraşıyorlarsa, dostlar, yoldaşlar da birbirini yakmaktansa birbirinin yangınının dermanı olmalı.
Hint felsefesinde başlangıçsız, bitişsiz, sonsuz oluş hali dört çağdan oluşur. Bu çağlar altın (aydınlık) çağdan karanlık çağa doğrudur. Şu an içinde olunan çağ ise karanlık çağdır. Aydınlık çağda ateş aydınlatır, ısıtır. Karanlık çağda ateş yakar, her yeri karartır. Dolayısıyla ateşle ilişkimiz yaşamımızı doğrudan belirler.
Bu çağ ya da sonsuz zaman döngüsü inancına göre, içinde hali hazırda olunan bu karanlık çağdan bir süre sonra yeni bir döngüye, tekrar aydınlık çağa girilecek. Sonra her şey sil baştan. İnananlar için güzel tabii bütün bunlar, hele ki güzel günlerde de yaşayacağına inancında bir şüphe yoksa, ama asıl konu bugün bu hayatta bu çağ dönüşümünü gerçekleştirebilmek, bilinmezlerle oyalanmaktansa biliniri dönüştürebilmek. Çünkü hepimiz yangınlı ufukların dumanlı perdesinde mızrakları göğü yırtan atlılarız. Işığın ve ateşin kaynağı güneş orada bizi bekliyor. Nâzım’ı analım feyz alarak. Hep birlikte, dayanışmayla çıkacak sonunda karanlıklar aydınlığa.