Yamalı düzen

Düzenin siyasal kriz başlıkları üzerine bir değerlendirme yaparken geçmişe dönük bir kaç noktanın altı çizilmeli.

12 Eylül, en büyük tehdidi sol olarak görüyordu. Cunta, solun ve sosyalist hareketin gücünü kırmak ve etkisizleştirmek için fiziken ortadan kaldırma yolunu seçmişti. Aynı zamanda iktisadi anlamda sıkışmasını, 24 Ocak kararlarıyla ekonomide serbest piyasanın egemen kılınması ile çözdü. Bir yandan piyasalaşma diğer yanda Türk-İslam sentezi adıyla gericilik... Solun karşısına dikilecek güç gerici ideoloji olmuştu.

80’li yıllar, 12 Eylül düzeninin partisi olan takunyalı ANAP’ın iktidarında çürüme, yozlaşma, yolsuzluk, rüşvet, piyasa egemenliği altında aynı zamanda dinci gericiliğin yükselişe geçtiği bir dönem olarak anılmalı.

12 Eylül rejiminin düzlediği bir zeminde ortaya çıkan dinci gericilik, düzenin yeniden yapılanmasında ihtiyaç duyulan ideolojik boşluğa oturmasıyla yetinmemiş, aynı zamanda yeni bir siyasal güç olarak bir kriz başlığı haline dönüşmüştü. Bunun yanı sıra Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne çözülemeyen Kürt sorunu, 90’lı yıllarda farklı bir siyasal hareket olarak düzenin krizinin merkezine oturmuş, bunu toplumsal sonuçları itibariyle yoksullaşma olarak tarif edilebilecek bir ekonomik kriz izlemiştir. Siyasal İslamcılık, Kürt siyaseti ve ekonomik kriz, 12 Eylül düzenin karşılaştığı kriz başlıkları olarak not edilmelidir.

Kürt sorunu bağlamındaki kriz dinamiği savaşla çözülmeye çalışıldı.

Düzenin omurgasını tehdit edecek bir boyuta gelen siyasal İslamcılığın iktidara gelmesi, iktidardan uzaklaştırılmasıyla çözüldü.

Ekonomik kriz, emperyalist güçlerin kontrolünde ele alındı.

12 Eylül sonrası düzen, yeni bir restorasyon hamlesiyle kriz başlıklarını belli ölçülerde erteleyecekti. Siyasal düzlemde atılan bu adımların toplumsal karşılıkları ise boş bırakıldı. Askerlerin öncülüğünde gelişen bu restorasyon sürecinin toplumsal ve yapısal sınırları açıktı.

90’ların ikinci yarısı ve 2000’lerin başında yaşanan bu süreç, Türkiye açısından yeni bir dönemin kapısını açmış, ülkenin 12 Eylül sonrası yaşadığı dönüşüm ve iki kutuplu dünyanın bitişi bu yeni dönemin temel parametreleri olmuştur.

Restorasyon sürecinin gayri-meşru çocuğu olarak doğan AKP, bir yandan toplumsal tabana basan bir gericiliğin, bir yandan sermaye sınıfının çıkarlarının ve diğer yandan uluslararası emperyalist güçlerin genel hedeflerinin bir bileşkesi olarak iktidara gelmiştir.

AKP eliyle yeni bir düzen inşa edilmiş, bir karşı-devrim süreci adım adım işlemiştir.

Bugün “yeni bir Türkiye” tartışılmakta ve AKP tarafından önerilmektedir. Yeni Türkiye, yeni bir anayasa ve yeni bir siyasal rejim konsensüsüdür.

Bu tartışmalar bağlamında, dünden bugüne yaşanan gelişmelere baktığımızda sermaye düzeni açısından dinci gericilik ya da siyasal İslamcılık artık bir kriz başlığı olmaktan çıkmış, tersine düzenin bizzat kurulduğu temel direklerden biri haline gelmiştir. Bunun resmi kurumsal ayaklarından biri örneğin en başta Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Düzenin tarihsel sürekliliğini ise 12 Eylül darbesinin sahibi ordu üstlenmiştir. İttifak budur.  

Düzen açısından ciddi bir kriz başlığı olan Kürt sorunu ise, bugün “yeni Türkiye” bağlamında bir yere oturtulmaya çalışılmaktadır. Bu açıdan Kürt siyasi hareketinin “yeni Türkiye düzenine” entegrasyonu anlamına gelen müzakere sürecinin düzen açısından karşılığı buradan okunmalıdır. Kürt siyasi hareketinin müzakere sürecine biçtiği anlam, beklentileri ve “konumu” ise başka bir değerlendirme konusu olarak ayrıca ele alınmalıdır.

“Yeni Türkiye”de dinci gericilik bir kriz başlığı olmaktan çıkmıştır. Kürt sorunu ve siyasi hareketinin bu süreçte nasıl bir dönüşüm ya da direnç göstereceği, bir kriz başlığı olarak durduğu yer araftadır.

“Yeni Türkiye”nin kuruluşu ve konsensüsü aranırken, ana halka olarak anayasa merkeze oturacaktır. 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkacak tablo bu konuda nasıl bir yönelime gireceğini net olarak gösterecektir. Ancak “yeni Türkiye”nin  ana karakterinin piyasacılık, gericilik ve emperyalizme bağımlılık olacağı konusunda her hangi bir tereddüt yoktur.

Böylesi bir niyet, düzen arayışı ve beklenti ile ülke gerçekleri arasında birebir paralellik bulunmuyor. Özellikle Türkiye kapitalizmin yapısal sorunları ve kapsama alanı, bölgesel dış politik gelişmeler, ülkenin ilerici toplumsal damarlarının ikna olmaması bu “paralel olmama” durumunun bir kaç başlığı olarak görülmelidir.

“Yeni Türkiye” boş bir kağıda imza atmayacaktır. Dünün getirdikleri, ülkenin yapısal ve toplumsal sorunları kabarık bir bakkal defteri gibi orta yerde duruyor.

Öncelikle, sermayenin, emperyalizmin ve düzen siyasetinin beklenti ve niyetlerinin hayata geçmesi için basit bir denklemle değil, çok değişkenli bir denklemin birbirine bağımlı parametreleriyle ilgilidir. Burada mutlak bir konsensüs değil ciddi siyasal gerilimler ortaya çıkacaktır. Özel olarak “yeni anayasa” gündemi, böylesi bir gerilimin ana noktalarından örneğin yalnızca birisidir. Düzen siyaseti, bu parametrelerin belirleyici altında istikrarsız bir siyasal modele doğru evrilebilir.

Kapitalizmin dünya ölçeğindeki krizi, Türkiye açısından da belirleyici bir faktör olacağından, emekçi sınıflara dönük yeni bir saldırı düzenin hedeflerinden biridir. İtalya, İspanya ve Yunanistan’da ortaya çıkan bu durum, radikal demokrat bir sol yükselişe neden olmuştur; Türkiye açısından da benzer bir emekçi dinamiği beklenmelidir. Düzen, bugün kapitalizmin iktisadi anlamda daraldığı bir ortamda emekçi sınıfları “barış içinde bir arada yaşatacak” kapasiteden mahrumdur.

Türkiye’nin Cumhuriyet’ten bugüne biriktirdikleri suya yazılmamıştır. Toplumsal yapıda ilerici birikim ve özgürlükler alanı topluma yeni bir elbise biçmeye kalkanların önündeki en büyük engeldir. Bugün yeni bir cumhuriyet, laik bir düzen, özgürlük talebinin büyük bir toplumsal zemine sahip olduğu bilinmeli, bu zemin üzerine “AKP Türkiyesi”nin sorunsuz yerleşeceği asla beklenmemelidir. Yeniden kaleme alınan Milli Güvenlik siyaset belgesinin birinci maddesi tam da bu yüzden yazılmıştır. Halktan korkmaktadırlar.

Kürt sorunu, bir burjuva anlaşmayla ele alınabilir, ancak bir çözüme ulaşması sınıfsal karakteri açısından zordur ve mutlaka yeni bir evreye taşınacaktır. Kürt sorunu, Türkiye kapitalizminin yetenekleri ve olanakları açısından mas edilemeyecek kadar toplumsal ve ideolojik olarak büyük hacimli bir problemdir.

Alevilerin, ayrı bir inanç olarak görülmeden, gericileştirilerek asimilasyonu mümkün olmayacaktır. Alevi toplumsallığı, bir yandan gericileşmenin tahakkümü altında büyük bir kuşatma altındayken, diğer yandan bu kuşatmayı yaracak bir gerilim biriktirmektedir.

En büyük kriz başlığı ise ideolojiktir. İslamcılık denenmiştir ve budur. Liberalizmin şapkasından çıkaracağı yeni bir tavşan kalmamıştır. Emperyalizm, yeni bir dünya sunamıyor. Sermaye, yalnızca kar etmek zorundadır. AB masalı bitmiştir. Arap Baharı çökmüştür. Tarihin sonu, medeniyetler çatışması gündemde değildir.

“Yeni Türkiye” bir siyasal proje olarak karşımızdadır.

AKP ile biçilen elbise ülkemize dar geldi. Patlayan yerleri yamalayarak düzenin yol alması isteniyor. Mesele budur...