Bu, yalanlar ve iftiralar üzerine kaleme aldığım son yazı.
Bundan böyle, çok gerekli olmadıkça, yalanlar ve iftiralar üzerine yazmayacağım. Çünkü yazılması, hem de tekrar tekrar yazılması gereken gerçeklerin sayısının baş döndürücü bir hızla arttığı bir ülkede yaşıyoruz.
Ama bu yazı gerekli, çünkü ‘kurumsal’ bir yalan üzerine.
Ya da şöyle diyelim : Bir kurumun yalan söylemekte ne kadar ileri gidebileceği üzerine.
Dolayısıyla da tam anlamıyla ibretlik.
Birkaç gün önce “NHA Tiyatro Bölümü Yönetim Kurulu” imzalı bir yazı, daha doğrusu bir çağrı metni yayınlandı. Yazı şöyle :
“Sevgili Öğrencilerimiz,
Öncelikle son zamanlarda çok sık karşılaştığımız bir soruyu cevaplayalım; Hayır, okulumuz kesinlikle kapanmıyor. Yeni bir yapılanma ile çok daha heyecanlı, coşkulu, istekli olarak yolumuza devam ediyoruz…
Her ne kadar Ahmet Cemal Hoca örneğinde yaşadığımız iftiralar, asılsız ithamlar, karalamalar sürse de bunlara en güzel cevabın birlikte yolumuzda yürümek olduğuna inanıyoruz.
Yeni bir öğretim yılında hep beraber ve çok güzel şeyler yapmak, paylaşmak dileğiyle…
25 Ağustos Pazartesi saat 14: 00 da tüm öğrencilerimizin katılımını beklediğimiz bir toplantı yapacağız. Hepinizi bekliyoruz…”
Evet, bu kadar.
İlk paragrafla başlayalım mı? Şu cümle ile örneğin : “Hayır, okulumuz kesinlikle kapanmıyor.” Buradaki ‘okulumuz’ sözcüğü ile belirtilmek istenen, herhalde Nâzım Hikmet Akademisi. Bir ‘Akademi’ye elbette ‘okul’ denmez. Ama kapısında ‘Akademi’ yazan bir kurum ‘okullularla’, yani ‘okullu’ olmaktan öteye gidememişlerle dolu ise eğer, o zaman hiçbir tabela orayı bir ‘Akademi’ye dönüştüremez!
Neyse, biz asıl önemli olan noktaya gelelim ve buradaki ‘okul’un aslında NHA olduğunu kabullenerek, ‘kesinlikle’ kapanmadığı söylenen bu kurumdan geriye ne kaldığına bakalım.
Nâzım Hikmet Akademisi, bundan altı yıl kadar önce Sosyal Bilimler, Edebiyat, Müzik, Sinema ve Tiyatro olmak üzere, beş bölümden oluşan bir Akademi kimliği ile ülkemizin eğitim hayatına adım atmıştı.
Yolun bir yerinde önce ‘Sosyal Bilimler Bölümü’ kapatıldı.
Ben bir yıl önce hocalığa başladığımda, ‘Sinema Bölümü’ ismen vardı.
‘Edebiyat’, ‘Müzik’ ve ‘Tiyatro’ bölümleri çalışmaktaydı.
2013-2014 akademik yılının sonunda, final sınavlarının bitişinden bir gün sonra, NHA’nin Kadıköy’deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin binasının ikinci katındaki bütün sınıflarına o zamanki TKP yönetimi tarafından el konuldu ve öğrenciler bir günde kapıdışarı edildi. Bu arada Müzik Bölümü’nün piyanoları dahil, Akademinin eğitim araç ve gereçleri de kilit altına alındı. Kısa süre sonra piyano çalışmak üzere gelen bir öğrencimize de: “Şimdi yaz tatili, ne çalışacaksın?” tarzında son derece ‘müzikal’ bir yanıt verildi!
‘Geçici’ olduğu bildirilen bu el koymanın gerekçesi olarak, soL Gazetesi’nin parasal güçlükler nedeniyle kiraladığı yerden çıkmak zorunda olması gösterilmişti. Sonbaharda, Akademi’nin eğitime başlama zamanı geldiğinde, el konulan sınıflar ve odalar iade edilecekti.
Şu anda ‘el koyma’ durumu sürmekte. Üstelik öğrencilerin eski mekânlarına girmeleri de yasak. Kapıda nöbetçi var.
Fazla uzatmayalım. El koymanın daha ilk gününden itibaren, başta parti içi iktidar çekişmeleri olmak üzere, çeşitli nedenlerle bu durumun ‘geçici’ olduğuna asla inanmadığımdan, yazın sonuna doğru ‘Ahmet Cemal Kültür Atölyesi’ni (ACKA) kurdum ve açıkta kalan öğrencilerimi oraya davet ettim.
Büyük bir sevinç ve coşku ile kabul ettiler.
Kendimize güzel bir mekân bulup kiraladık. Her işini kendimiz görerek yerleştik. 1 Eylül Pazartesi günü çalışmalarımıza başlıyoruz. Eski Akademi’deki Müzik ve Edebiyat bölümleri şimdi ACKA’da. Tiyatro Bölümü’nün öğrencilerinin çoğu da bizim Tiyatro Bölümümüzde.
Dolayısıyla, ‘kesinlikle kapanmadığı’ söylenen NHA’nden geriye yalnızca ‘yarıdan az bir Tiyatro Bölümü’ kaldı. “Yeni bir yapılanma ile çok daha heyecanlı, coşkulu, istekli olarak” yoluna devam edeceği bildirilen ‘okul’, işte bu.
“Ahmet Cemal Hoca örneğinde yaşadığımız iftiralar, asılsız ithamlar, karalamalar”a gelince,
Örneğin ben, hiçbir zaman ve hiçbir öğrencime NHA’nin veya Tiyatro Bölümü’nün kapandığından söz etmedim. Ama kuruma yönelik eleştirilerimi de öğrencilerden – daha ACKA kurulmazdan çok önceden beri – saklamadım. Sanırım bu eleştiriler şimdi iftiralar, asılsız ithamlar, karalamalar diye nitelendirilmekte.
Hep yinelediğim bir söze burada da başvuracağım: “Gerçek nedir?” sorusunun yanıtı, ancak “Gerçek, hiçbir yalana benzemeyen bir şeydir” olabilir. Ve bu yanıta kulak vermeyip gerçek ile yalanı özdeşleştirmeye kalkışmak, ne kişileri ne de kurumları hazin yazgılarından kurtaramaz.
Tıpkı NHA’ni de kurtaramadığı gibi!