Ya hayat biterse?

Son günlerde yine bir soru inatlaşmaya başladı kafamın içinde: “Ben neden örgüt ve örgütlenme tartışmalarına giderek daha az ilgi duymaya başladım? 

Kafamın içinde bir soru var diye yan gelip yatacaklardan değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Hele kendi ürettiğim veya kafamda kendiliğinden üreyiveren sorular bağlamında. Onlara yanıt bulmadan önümü göremiyorum. Yanıt bulmazsam eğer, elbet bitecek bir hayatın arkasından rüzgârlara yenik düşmüş sonbahar yaprakları gibi havada dolanan ve yanıtını bulamamış sorular kalsın istemiyorum. Yanıt bulmak için yeterince çaba harcamadığım sonucuna vardığımda, sanki azalmaya başlıyorum.

Yazımın başındaki sorunun yanıtı için, her zaman yaptığım gibi, yine dönüp içime baktım. Evet, yineleme gereğini duyuyorum: “…her zaman yaptığım gibi…” Çünkü artık yetmiş üç yılı geride kalan bir hayat yolu boyunca, atılmış ya da atılamamış hiçbir adımımın sorumluluğunu kendimin dışındaki alemlerde aramadım. Benim için bugüne kadar hayatımda ne ‘kader’, ne ‘şans’, ne ‘talih’, ne de ‘şu falanlar yok mu…’ oldu. Kendimin sorumluluklarını yüklenme bağlamında hep acımasız bir benmerkezci oldum. 

Yerine getirebildiğim ya da getiremediğim, ama bana düşen bütün sorumluluklarımın tek bir öznesi ve ‘faili’ oldu: BEN ! 

Şimdi de öyle.

O halde çıkalım yola yanıt aramak için. 

Ha, evet, bir de şu yol meselesi –

Bugüne kadar bir yola, herhangi bir yola çıkmam gerektiğine inandığımda, ‘yola nasıl çıkmalıyım?’ sorusunun girdapları yüzünden zaman yitirdiğim de hemen hiç olmadı. Yola çıkmak gerektiğinde, önce yola çıktım. Çünkü aslında hayatın, hepimizin hayatlarının hep bir yolda olma hali olduğu gerçeğini – belki de hayatımın çok erken dönemlerinde türlü yollara zorla itilmiş olduğum için! – erken öğrenenlerdenim. Hayat bir yoldur, yolda olma halidir, ve bu halin tek bitiş noktası, artık olmama halinin, yani ölümün başladığı noktadır.

Bilge Muhsin Ertuğrul da herhalde bunu çok iyi bildiği için vermişti o ünlü yanıtını. “Öbür gün öleceğinizi bilseniz ne yapardınız?” sorusuna şöyle karşılık vermiş tiyatronun büyük ustası: “Yarın hemen bir tiyatro daha kurardım! 

Budur işte!

Emeğin hakkını vermek, budur. İnsanın ne yapması gerektiğini bilmesi, budur. Yapmak. Yani ‘eylemek’. Yola hemen çıkmak. Teori gerekiyorsa, onu da büyük ölçüde yolda, yani giderken ve yolun kazandırdığı deneyimlerle oluşturmak.

Yollar, insanı bir yerlere götürdükçe, böyle olduğuna inanıldıkça ‘yol’ diye anılmaya hak kazanır. Hep dönüp aynı yerlere gelmek ve bu arada neredeyse hep aynı sözleri, aynı sloganları yinelemek, yolda olmak diye değil, ancak dolanıp durmak diye nitelendirilebilir.

Ve işte, kafamdaki bu düşüncelerin ışığında yazımın girişindeki soruya yanıt aradım, ve şunları buldum, yine kendimden yola çıkarak:

Peki ben, hayatımda, günlerimde ne yapıyorum ki, başka şeylere zaman ayırmayı giderek abes buluyorum?

Evimde kurduğum tek kişilik atölyede, sürekli kitap, yazı ve düşünce üretiyorum. Artık yaşadığı zamanlarının tarihi kan ve ateşle yazılmaya başlanmış bir ülkede, düşünmekte direnmeyi yolda olabilmenin en doğal koşulu sayıyorum.

Evdeki tek kişilik atölyem, müthiş zaman alıyor. Son zamanlarda bitkinlik anlarını da giderek daha çok yaşıyorum. Beden sağlığım uyarı üstüne uyarı gönderiyor. Ama ben, artık onunla, yani bedenimle bir yarışa girdiğimin çok iyi farkındayım. İstiyorum ki, bu yarış bittiğinde, ölüm gelip çattığında ve bedenim: “İşte seni yendim!” diye zafer naraları atmaya başladığında, köşemden kıs kıs güleyim ve şöyle diyeyim : “Sen öyle san! Çünkü ben, dediğin gibi, artık bittim, zaten bitecektim, ama bitmeden önce bütün bitirmek istediklerimi de bitirdim! Bittim diye, beni bitirdin diye sakın boşuna sevinme! Çünkü ben, zaten bütün hedeflerin önüne geçtim!”

Ha, bir başka atölyem daha var.

Şu dış dünyadaki. Geçen yılın sonunda eğitim gördükleri kurumun kapıları önüne konan öğrencilerim için kurduğum atölye.

O, sandığımdan çok daha çabuk gelişti ve kökleşti. Birkaç gün önce hazırlık dönemimizi bitirdik ve artık çok-hocalı dönemimize başladık. Eğitim kadromuz birbirinden değerli hocalarla zenginleşmekte. Öğrenciler ise o atölyeye layık olduklarını çoktan kanıtladılar. Ben tek kelime söylemeden, sessiz bir iş bölümü ile her şeyi götürmekteler. Atölye, artık gerçek anlamda onların oldu. Kalkıp bana: “Öbür gün öleceğinizi bilseydiniz ne yapardınız?” diye soracak biri çıksa, sanırım ben de şu kopyayı çekerdim: “Hemen yarın, bir atölye daha kurardım!”

Kısacası, ben yoldayım, ve o yüzden yolun işlerinden başkasını düşünemiyorum. Geride bıraktığım her şey işlemekte. Ve ben artık, ne zaman olacağını bilmediğim sessiz, sakin, külrengi bir ölümün getireceği huzurun düşünü kurmanın lüksünü yaşıyorum!