Washington DC’de olan Washington DC’de kalmaz...

Vegas’ta olan Vegas’ta kalabilir, itirazımız yok. Ama ABD’nin başkenti için bu söz maalesef geçerli değil.

Washington DC’de yaşananlar da bir tür kumardı belki ama hepimizin gözü önünde oynanan bu tehlikeli oyunun olası sonuçları üzerine düşünmemiz gerekiyor. 

Önce ne olduğunu kısaca sıralayalım:

ABD Kongresi, Kasım ayında yapılan başkanlık seçimlerinin sonuçlarını tescil etmek için toplandı. 

Kongre binası önünde bir miting yapan Donald Trump ise aralarında beyaz ırkçıların da bulunduğu kalabalığa “Yenilgiyi kabul etmeyeceğiz, artık buna daha fazla katlanmayacağız” şeklinde seslendi ve Kongre binasına yürüyeceklerini söyledi. Kongre’deki oturumu yöneten yardımcısı Mike Pence’e, seçimlerde usulsüzlük olduğu gerekçesiyle tescil sürecini durdurması çağrısı yaptı.

Twitter’dan da mesajlar vermeyi sürdüren Trump, Pence’i ülkeyi ve anayasayı koruma cesareti göstermemekle suçladı. 

Trump taraftarlarının bir kısmı Kongre binasına girdi. İçeride yaşanan çatışmada dört kişi hayatını kaybetti. Yaklaşık 200 yıldır ilk defa Kongre binası basılmış oldu. Kongre çalışmalarına ara verildi.

ABD’nin seçilmiş Başkanı Joe Biden, kameralar karşısına geçerek demokrasinin tehdit altında olduğunu söyledi. Cumhuriyetçiler de dahil olmak üzere çok sayıda üst düzey ABD’li siyasetçiden sert kınama açıklamarı yükseldi. NATO’dan, İngiltere ve Almanya dahil uluslararası kamuoyundan demokratik seçimlerin sonuçlarına saygı gösterilmesi minvalinde demeçler geldi. 

Trump, bir süre sonra taraftarlarına düşük perdeden de olsa eve dönme çağrısında bulundu. 

Mike Pence’in emriyle Ulusal Muhafızlar devreye sokuldu. Başkomutan sıfatı taşımasına rağmen bu emri Trump’ın vermediği öne sürüldü. Washington ve çevresinde sokağa çıkma yasağı uygulaması başlatıldı. Kongre binasına giren en az 13 kişinin gözaltına alındığı duyuruldu. 

Kimi patron örgütleri dahil olmak üzere, Pence’e anayasanın 25. değişiklik maddesi çerçevesinde kabinenin çoğunluğunu da yanına alarak Trump’ı görevden alma yetkisini kullanma çağrısı yapıldı. 

Bu saydıklarımız bir Amerikan filminin senaryosu değildi, gözlerimizin önünde cereyan eden gerçeklerdi.

Şimdi herkes, bundan sonra ne olacağını konuşuyor. 

Her şeyden önce, kapitalizmin demokrasi ve siyaset alanında derin bir krizi yaşamakta olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Yalnız ABD'de değil, onlarca ülkede bugün neo-faşist hareketler iktidarda veya iktidara göz kırpıyor ve bu hareketleri bizzat emperyalist-kapitalist dünya düzeni kendi elleriyle yaratmış durumda. Art arda gelen ekonomik buhranlar, göç dalgaları ve emperyalist bağımlılık ilişkilerinde yaşanan güven bunalımları yeni tür bir faşist dalgayı sermaye sınıfının bir kesimi için kurtarıcı güç haline getirdi. “Kaosu bastırma” ve “istikrar” arzusu...

Ancak yine aynı düzenin, o düzenin asli unsurlarından olan kimi sermaye kesimlerinin, kendi elleriyle yarattıkları ve fazlasıyla da işe yarayan canavarlarını ehlileştirme/hizaya sokma arayışında olduklarını görebiliyoruz. Gerilim de bu noktada başlıyor.

ABD seçimleri, 70 milyon Trump oyunun yanı sıra Biden’ın başkanlığı kazanmasıyla da bu gerilimi net bir şekilde ortaya koymuş oldu. Yalnız ABD seçimleri de değil, Avrupa Birliği’nden gelen sinyaller, Batı’da Çin ve Rusya ile ilişkilere dair farklı yöntem arayışları söylediğimiz gerilimin başka yansımalarıydı. 

Emperyalizm, hiyerarşinin hâlâ en tepesinde olan ABD’den bu gerilimi, kördüğümü çözecek hamleler bekliyor. Kendisi yeterince kutuplaşmış ABD’den bu kılıç darbesini beklemek ne kadar gerçekçi bilinmez ama dün yaşananların bir itki sağlayacağını söyleyebiliriz. Belki daha doğrusu, ilham arayan varsa gün bu gündür...

Kongre binasının basılmasının, bir tür 11 Eylül etkisi yaratacağını öngörmek mümkün. İkiz Kuleler'e yapılan saldırının en ciddi sonuçlarından birinin Washington’dan dünya geneline uygulanan ideolojik şiddet olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi de benzeri şiddette bir hamle için zemin neredeyse hazırdır. 

Washington DC’de yaşananlar için bir sorumlu arayışına çıkılacağı ve projeksiyonun üzerine çevrileceği ilk ismin Trump olacağı açık. Dosyayla ilgilenen savcının nasıl bir suçlama yöneltebileceği hakkında ise en uç senaryolara hazır olmak gerekir. ABD’de yeni yönetim, yaşananları elbette Trump ve destekçileriyle hesaplaşma için bir fırsat görecek. Dahası, söz konusu hesaplaşmanın uluslararası boyutu da olacağını öngörmek mümkün. “Seçimleri kaybetse de iktidarı elinden bırakmak istemeyecek diktatörler” temasının çokça işleneceği, “demokrasi ve özgürlük” çağrılarının bol keseden atılacağı bir yeni dönem yaşamaya hazır olalım. Ve tahmin edileceği gibi, bu söylemin Ankara ile ilişkileri etkilemesini bekleyebiliriz. 

Birleşik Devletler’de Demokratların sahtekarlığını, ABD dahil pek çok ülkede “diktatörlüklere” ve yeni-faşist eğilimlere kendilerinin kapı aralamış olmasını burada uzun uzun tartışmayacağız. O bakımdan ABD’den “bir demokrasi dalgası” yaratmasını elbette beklemiyoruz. Dahası, yeni sürecin ABD’de sonuç alıcı olup olmayacağı, belki de aksine ciddi kurumsal ve toplumsal bir dirençle karşılaşacağı dahi söylenebilir. Ve dahi, tek tek her ülkenin kendi iç dinamikleri, bu dinamiklerin ne yönde ilerleme eğiliminde oldukları da genel tablonun belirleyicileri olacak. 

Yine de, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, açık ki, Washington DC’de olan orada kalmayacak. 

Her ikisi de köhne, yıkık dökük bir düzeni temsil eden eski güçlerin kapışmasına tanık olacağız.
 
Dünya ise devrimini arıyor... 

Bu kapışmanın bir tarafı, devrimin öznesi olabilecek halk kitlelerini belli ki kendi yedek gücü sayıyor ama pekâlâ yanılıyor olabilir.

Çünkü o taraf, bugün tüm dünyada halkların nasıl bir yoksullaşma, güvencesizleşme; insanların nasıl bir yalnızlaşma; gençlerin nasıl bir geleceksizleşme girdabında olduğunu hesaba katmıyor. 

Öfkelileri kendi hanesine yazıyor ama bugünkü hiddetin dokusunu, rengini, ritmini bilmiyor. 

Uzun lafın kısası, fırtınalı günler geliyor. Kim sağlam duracak, kimi dökülecek göreceğiz...