Vicdan

Geçen hafta Hindistan yapımı bir dizi izledim ( Delhi Crime). Gerçek bir olaya dayanan ve polis dosyaları incelenerek oluşturulmuş bir senaryoya sahip. Bir otobüs içerisinde toplu tecavüze uğrayan bir kadına yapılanları ve yapanları araştırmak ve bulmak üzerine dayalı bir dizi. Soruşturma boyunca polisin kadına ve ailesine olan ilgisi, olaya bakışı, harcadıkları olağanüstü çaba, halkın olaya yaklaşımı–belki biraz eklentiler içerse de- beni gerçekten etkiledi. Sonrasında Hindistan’daki bazı yasaların ve bürokratik işlemlerin değiştirilmesine neden olması ise hikayenin özünde doğruluğunu gösteriyor.

Ülkem adına utandım.

Bizde kadına tecavüz ediliyor; giysisi sorgulanıyor, ‘kendisi de istemiş deniliyor. Tecavüzcü (ler) adli takip şartıyla serbest bırakılıyor.

Kadına tecavüz edip pencereden aşağı atıyorlar; “İsteğiyle ilişkiye girmiş” deniliyor. Yapanların serbest kalması için olmadık atraksiyonlar çevriliyor, sosyal medya sayesinde daha ileri gidilemiyor.

Vekil (veya akrabası) çocuğu arabayla ezip öldürüyor; şikayette ısrarcı olan babasını gözaltına alıyorlar.

Tarikat şeyhi 12 yaşındaki kız çocuğunu taciz ediyor; ‘bekaretine zarar gelmedi’ diyor.

Adam yavru köpeği eziyor; ‘ne yani karşıya geçmesini mi bekleseydim’ diyor.

Buna benzer yüzlerce örnek sayabiliriz bu lanet günlerde. O yüzden ülkem adına utanıyorum, yerin dibine giriyorum.

*****

Vicdan, çoğu zaman “iç huzuru veya sıkıntısı vererek kişiyi uyaran ve içinde bulunulan toplumsal koşullarla belirlenen bir yetenek” olarak tanımlanmaktadır. Vicdani duyarlılığı yok olmuş bir insan, dokunma duyusunu kaybetmiş ve sıcak ile soğuğu ayırt edemeyen birisi gibi iyi ile kötü arasındaki vicdani farkı görememeye başlar. Diyalektik anlayışa göre de vicdan, neyin doğru neyin yanlış olduğunu, iyiyi ve doğruyu gösteren içgüdüsel bir sestir ve toplumsal koşulların sonucu olarak edinilir.

Bu ifadelerde “toplumsal koşullar” kısmı, esas önemli, kilit noktaya işaret etmektedir. Ülkemiz tarihinde Cumhuriyet aydınlanması ilerici bir adım olmuş ama sorunu tamamen çözememiştir. Çok partili rejime geçiş sonrasında dini kullanarak oy toplama ve yeniden emperyalistlerin kucağına düşme süreci başlamış ve laikliğe yönelik ileri adımlar atılamamıştır. Din, devlet ve para gücünden ayrılamamıştır. Bu uygun ortamın sonucunda da dinciler giderek palazlanmışlardır. Kadına eziyet etmenin, zina yapan kadını taşlayarak öldürürken erkeğe 30 kırbaç ceza vermenin, kafa kesmenin hiçbir vicdani yanı yoktur ama dinsel açıdan bu “vicdansızlık” olanaklı olabilmektedir. Dindarlar bu çelişkiler içinde yaşamalarına rağmen hala bir ölçüde hoşgörü sahibidirler ancak dinci kimliğe büründükçe bu yanlarını yitirirler. İşte bugünkü “toplumsal koşullar” tam da bu kesimlerin gelişmesini beslemektedir.

Emperyalist destekli vicdansızlık bu topraklara işte bu kesimler tarafından ekildi. Toplumsal genetik yapı bunlar tarafından bozuldu. Vicdansızlar vicdanlıları bu şekilde yok etti veya etmeye çalıştı. Bu oyunu Türkler ve Kürtler birlikte bozmak zorundalar, yoksa vicdansızların dileği olacak ve ülkenin gerçek sahipleri iyice sinecek, kaçacak yer arayacak veya yok olacak.

Bu ülkede vicdan artık sınıfsal bir sorundur ve bir toplumsal örgütlenme işidir. Vicdanı olabildiğince geri getirmek, ona uygun “toplumsal koşullar”ı yaratmaktan geçiyor; bu koşulları iyi, eşitlikçi ve gerçek insanlar oluşturabilir ve bu nedenlerle vicdan Sosyalizmin ta kendisidir.