Ustamın kitabı

Her ikisiyle de aynı yıl, 1997 yılında tanıştım. Ve aradan geçen 18 yılda her ikisiyle de yollarımı hiç ayırmadım.

İkisi dediğim, bir yazar ve bir de kitap. Metin Çulhaoğlu’nu ve onun “Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu” kitabını kast ediyorum.

“Marksizm ve Türkiye Solu”, ilk olarak, 1997 yılının Eylül ayında Sarmal Yayınları tarafından yayınlandı. Zaten çıkmak üzere olduğunu duymuştum; sonra tanıdıklardan beklediğim haberi aldım, kitap dağıtıma çıkmıştı. Kadıköy’ün bir kitapçısında bulduğum kitap, siyah ve gri üzerine turuncu tonlarla bezeli bir kapak ve düşük kaliteli 311 sayfadan oluşuyordu.

Sonra okuma faslına geçtim. İlk sayfalardan itibaren yaşadığım duyguyu ise, sadece “şaşkınlık” sözcüğüyle ifade edebiliyorum. Okudum ve şaşırdım. 18 yıldır okuyorum ve şaşırmaya devam ediyorum.

Marx’ı, Engels’i, Lenin’i yeni yeni okumaya başlayan bir lise öğrencisi olarak, marksizmin son derece zorlayıcı tartışma başlıkları karşısında biraz çaresizdim haliyle. O yüzden “Marksizm ve Türkiye Solu”nu okumaya bir boks maçına hazırlanır gibi hazırlanmıştım. O beni ardı ardına yumruklayacak, ama ben düşmeyip ayakta kalacak ve okumaya devam edecektim.

Öyle olmadı. Ne bir fiske yedim, ne yoruldum, ne de terledim. Şaşkınlığım da bundandı. Metin Çulhaoğlu’nun anlattığı marksizm derin, ama berraktı; onun dili kavramsal, ama duruydu; kurduğu anlatı kapsamlı, ama yalındı. Öğrenmek için, okumak yetiyordu.

Okudum ve her satırından bir şey öğrendim. 18 yıldır okuyorum ve öğrenmeye devam ediyorum.

Dedim ya, kitapla tanıştığım yıl yazarıyla da tanıştım. 1997’nin sonlarına doğru, birkaç yıl önce bu dünyadan göçen çok sevgili Kadir Karabulak, akşam eve gelmemi, beni Metin ağabeyle tanıştıracağını söyledi.

O tarihte Metin Çulhaoğlu 50, ben ise 17 yaşımdaydım. O olgunluğunun zirvesinde yani, ben ise çaylaktan da öte, çocuktum belki de.

Gittim, tanıştım ve kararımı verdim. Üniversite sınavına hazırlanıyordum ve artık hangi kenti tercih edeceğim belli olmuştu. Sınav sonuçlarının ardından Ankara’yı “tek geçtim” ve hala yaşadığım kente, Ankara’ya yerleştim.

Elimde “Marksizm ve Türkiye Solu” ile birlikte, yazarının yanına, ustasının yanına, ustamın yanına geldim.

Çırak olmaya geldim.

18 yıldır okuyorum ve çırak olmaya devam ediyorum.

***

Bu yazıda bir kitap eleştirisi ya da tanıtımı yapmayacağım. Bunu benden daha iyi ve “nesnel” biçimde yapacaklar vardır zaten. Ancak “Marksizm ve Türkiye Solu”, yukarıda saydığım gibi, berraklığı, duruluğu ve yalınlığı ile eşine az rastlanır bir kitaptır. Okurlarının ve gelecekteki okurlarının kitapla ilgili ilk bilmesi gereken de budur bence.

Bir de şu bilinmelidir: “Marksizm ve Türkiye Solu” yazarı ile bütünleşmiştir; kitap ile yazar aynı imbikten geçmiş gibidir. Berraklık, duruluk ve yalınlık, en az kitap kadar, Metin Çulhaoğlu’nun da özelliğidir. O yüzden, kitabı eline alanlar, kitabın arkasında bir yazar olduğunu, bir yazarın kitabının her satırına sinmiş olduğunu da bilmelidirler.

Bu ise bizi şuraya getiriyor: Metin Çulhaoğlu ve kitabı, kendi tabiriyle söylemek gerekirse, “iddialı mütevazılık” adına dikilmiş bir anıt gibidir.

Bir marksist, komünist, devrimci olarak iddialıdır Metin ağabey; hatta çoğu zaman çevresindeki “deli fişek” gençleri bile yaya bırakacak denli iddialıdır. Öte yandan, ne eksik ne fazla, aynı ölçüde mütevazıdır da. Ukalalığın, üstten üstten konuşmanın, çevresini tanrısal bakışlarla süzen kibrin zerresi dahi yoktur onda.

O hep ağabeydir; arkadaş ve yoldaştır.

Bir de Metin ağabeyin kimseyi yüz üstü bıraktığı, kendisi gibi düşünmüyor diye kovmaya kalktığı, dedikodu yapıp yaftaladığı duyulmamıştır. Aksine, o her zaman arkadaşlarının ve yoldaşlarının yanında, arkasında durmuştur. Hep güç vermiş, destek olmuştur. “Yağma Yok, Biz Varız” diyerek hepimizi ayağa kaldırmıştır bir anda ya da “Bolşevizm ‘yeniden’!” ile heyecanımıza cesaret katmıştır.

Sadece yazı yazarak değil, gerçekte de hep yanınızda, arkanızdadır Metin ağabey. Haziran Direnişi’nin en çatışmalı günlerinde, Kızılay’da veya Kennedy Caddesi’nde, polis saldırısı az sonra başlayacakken onu oradan uzaklaştırmak için nasıl bin dereden su getirdiğimi ve yine de başarısız olduğumu bir ben bilirim mesela.

Her neyse, anı anlatmak değil derdim. Ama benim yaşıtlarımın hissettiği bir duyguyu paylaşmak isterim.

Bugün, Türkiye’de devrimci bir atılımı gerçekleştirmek, bir adım ileri çıkmak için cesaret ve irade gösteren bir genç kuşak varsa, bu kuşağın mayasında Metin Çulhaoğlu’nun imzası vardır.

Çünkü Metin Çulhaoğlu’nda, gençleri budayıp kötürümleştirmek yerine, onlara yol ve yordam gösteren, hata yapma payı da bırakıp arayışa ve denemeye sevk eden bir cesaret vardır. Metin ağabeyde devrime, devrimciliğe güven vardır.

Bu yüzden, Metin Çulhaoğlu hep gençtir ve hepimizden gençtir. Yaşıtları, hatta kendinden küçükleri hızla yaşlanırken, o genç kalmayı başarmıştır.

***

2014 yılının yaz aylarında hayli sıkıntılı bir gecede, cebinden çıkardığı bir kırmızı deftere baka baka şunları söylemişti Metin Çulhaoğlu: “Ben siyasete girdiğimde Mehmet Ali Aybar vardı; büyük saygı duydum ama hiçbir zaman Aybar’ın adamı olmadım. Daha sonra Behice Boran vardı; yine büyük saygı duydum ama hiçbir zaman Boran’ın adamı olmadım. Ardından Yalçın Küçük vardı; ona da büyük saygı duydum, ama hiçbir zaman Küçük’ün adamı olmadım. Siz de kimsenin, ben de dahil olmak üzere kimsenin adamı olmayın.”

Adamcılığın, hesapçılığın, fesatlığın “liderlik” ve “örgütçülük” sayıldığı Türkiye sosyalist hareketinde, bugün gerçekleşen devrimci atılımın taşıyıcısı genç kuşağa bir tek Metin Çulhaoğlu’nun maya çalması bu yüzdendir işte.

Metin Çulhaoğlu kimsenin adamı olmamıştır ve kimseden kendi adamı olmasını istememiştir.

Ben ise, belki adamı olamadım ama, çırağı olmaya çalıştım hep.

Ustamı bildim, çıraklık öğrendim.

18 yıldır devam ediyorum.


 
Yordam Yayınları’nın “Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu” kitabını yeniden basması, bu yazıya vesile oldu. Uzun zamandır baskısı tükenmiş olan bir kitap, böylelikle genç kuşaklara yeniden sunuldu. Türkiye’nin eşit ve özgür yarınları için mücadelede en ön safları tutan genç arkadaşlarımın ve yoldaşlarımın “Marksizm ve Türkiye Solu”na hak ettiği ilgiyi göstereceklerine ve dikkatle okuyup inceleyeceklerine inanıyorum. Ülkemizde marksist yayıncılığın yüz akı olan Yordam Yayınları’na ve sevgili Hayri (Erdoğan) ağabeye de bizi bu çok değerli kitapla yeniden buluşturdukları için teşekkürü borç biliyorum.