Bu yazının nedeni yeni tanıştığım bir genç arkadaşım, ama tek olduğunu hiç sanmıyorum. Bir dostumla çay-kahve içip dertleşmek için oturduğumuz mekanda tanıştık onunla. Sohbetin içinde henüz 20 yaşında olduğunu öğrendiğim genç arkadaşım, yan masada arkadaşlarıyla oturuyordu. Sanırım bir kaç kadeh içmenin yarattığı rahatlıkla, “yazılarınızı okuyorum, biraz sohbet edebilir miyiz?” diyerek oturdu masamıza.
Gözleri ışıl ışıl, aydınlık yüzlü üniversitelinin akıllı biri olduğu her halinden belliydi. En fazla yarım saat konuştuk ama adını bile anmak istemediğim sahte sol partilerinden birisinin ve paralel çizgideki yayınların 20’lik bir delikanlıyı nasıl yaşlandırdığını gördük.
Düzenin topyekun değişmesi çok zor, kırıntı kırıntı almaya çalışmalıyız diyordu. Daha bilinen haliyle yazacak olursak “yetmez ama evet” ” tezini benimsemişti. Biz de dilimiz döndüğünce bunun neden yanlış olduğunu anlatmaya çalıştık.
Merak edilmesin, ölmüş eşeği dövmeye niyetimiz yok, “yetmez ama evet” pratik olarak yenilmiş bitmiş bir siyasal akım, uğraşmaya bile değmez, bu yazı onlarla ilgili olmayacak. Zaten genç arkadaşım da o sloganın sonuçta AKP’nin işine yaradığını kabul etmişti. Ancak devrim yerine daha gerçekçi olma, kırıntı kırıntı kazanma fikrinde ısrarcıydı.
Buradan yola çıkarak, çok farklı çevrelerde dile gelen ve belli bir etkisi olan, gerçekçi olma, akıllı olma çağrıları üzerine sohbet etmek istedim.
Hayalsiz insanlar ülkesi
Üniversitede ders verdiğim yıllardaki bir gözlemle devam edelim. Her dönem ilk ders öğrencilerin hayallerini öğrenmek isterdim. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birisinde (İTÜ) ve genellikle son sınıf öğrencilerinin aldığı bir ders verdiğimin de bilinmesini isterim. Maalesef öğrencilerin büyük çoğunluğunun hayalleri aşağı yukarı şunlardan ibaretti; iş, aş, eş, ev, araba vb...
20’li yaşlarda insanların hayallerinin bunlardan ibaret olması, gençliğin önemli bir bölümünü esir aldığını gösterir. Türkiye şu anda bu durumda olmadığından açıkça yazabilirim, hayalleri bunlarla sınırlı olan gençlerin çoğunlukta olduğu bir ülke yenilmiş, geleceksizleşmiş bir ülkedir.
“Aklını kullan”
Pek çoğumuz çevremizden, hatta belki de en yakınlarımızdan mutlaka duymuşuzdur; aklını kulan, hayalci olma!
Bu sözcüklerle başlayan söylevlerde, arkasından mutlaka kendimizi kurtarmak için, köşeyi dönmek için en temel arayış ve taleplerinizden, en insani değerlerinizden vaz geçmeniz istenir. Sohbet uzarsa, bunun doğal ve mantıklı olduğu anlatılır.
Önemli olan şudur, bu yaklaşımda akıl ve mantık, esas olarak hayal kurmanızın önüne bir barikat oluşturur. Biraz iddialı olacak ama insan olmamızın önüne çekilen bir set olarak bile tanımlayabiliriz.
Aşk mı mantık evliliği mi?
Aklı bir kenara bırakmayı önerdiğimizi düşünen kimse umarım çıkmaz. Tam tersi insanın hayallerine ulaşması için mutlaka akılla, hatta kolektif akılla hareket etmesi bir zorunluluktur.
Doğrusu şu soruyu sormaktır, insanın hayallerini büyütmeyen, hayallerini gerçekleştirmek için bir yol sunmayan akıl-mantık ne işe yarar ki?
Özetle, itirazımız, sözde akıllı davranma adına insanları boyun eğmeye ikna edilmesinedir.
Bu tartışmaya en doğal, en insani duygularımızdan birisi olan aşk ile örnekleyerek devam edebiliriz. Bugün gençlere esas önerilen, hayatla “mantık evliliği” yapmalarıdır. Duygularınızı, düşüncelerinizi, yüreğinizin söylediklerini boş verin! Esas olan çıkarlarınızdır ve bu çıkarlar gereği, sevdiğinizi, aşkınızı değil mantıklı olan tercih edin! Söylenen budur, buna isterseniz ahlaksız teklif diyebilirsiniz.
Aşk ve Devrim
Haziran Direnişi başka hiç bir işe yaramamış olsaydı bile, yeniden hayal kurmaya başladığı için çok önemlidir. Şimdi aradan iki yıl geçince yine “gerçekçi” olma çağrılarının yayılmaya başlaması bunu değiştiremez.
Kapitalizm tüm dünyada açık bir ideolojik kriz içerisinde. Kapitalizmin insanlara bir gelecek sunmakta bu kadar zorlandığı başka pek az dönem yaşanmıştır. Bu durumda alternatif gelecek önerilerini “akıl dışı” olarak sunmak dışında bir çare üretmesi pek mümkün gözükmüyor. Onların ne yapacakları belli: Hayallerimizi teslim almak ve korkutmak istiyorlar.
Boyun eğdirmenin en akıllı yolunun bu olduğu sonucuna varmış olmalılar...
Diğer taraftan mesele bizim ne yapacağımıza bağlanmış durumda ve bu başlı başına olumlu bir gelişme.
Daha somut olarak söylersek mesele Türkiyeli devrimcilerin ne yapacağına bağlanmış durumda da diyebiliriz. Türkiye solu eğer tarihine, başka şeyler bir yana birikimine, yarattığı değerlere güveniyorsa teorik alanda ve siyasal süreçlere yaklaşımda cesur olup, hayalleri ile gerçek arasındaki açıyı kapatacak çıkışlar yapmalı.
Tereddütlerin nedeni henüz çok eksiğimiz olması mı?
Öyleyse son cümle Yunus Emre’nin olsun;
“Aşk gelince cümle eksikler biter”