Üniversiteye kayyum ve kelepçe, öğrenciye baskın ve işkence

Cumhurbaşkanına üniversitelere doğrudan rektör atama yetkisi 18 Ağustos 2016 tarihinde AKP milletvekillerince bir kanun tasarısıyla meclise getirilmiş, muhalefetin tepkisi üzerine geri çekilmişti. Bundan yaklaşık üç ay sonra 29 Ekim'de yayımlanan KHK ile bu yetki cumhurbaşkanına verilmişti. Melih Bulu'nun, Boğaziçi Üniversitesine kayyum rektör olarak atanmasıyla birlikte üniversiteler yeniden tartışmaların merkezine oturdu. Başta üniversite bileşenleri olan öğrenciler ve akademisyenler olmak üzere tüm kamuoyunun tepkisini çeken bu atama sonrasında  yaşananlarsa rejimin ana karakterini bir kez daha gözler önüne serer nitelikteydi.

Pazar günü sosyal medyada başlayan "kayyum rektör istemiyoruz" şeklinde başlayan tepkiler, ertesi gün üniversite önünde öğrencilerin yapmak istedikleri basın açıklamasıyla devam etti. Toplumsal muhalefetin kadın hareketi dışındaki kısmının uzun  süredir sokakta kitlesel olarak yer alamama sorunsalı 4 Ocak günü üniversite kapısında biriken kalabalıkla birlikte bir nebze olsun aşılıyor, siyasi iktidarı korkusu ve polisin saldırganlığı da bundan kaynaklanıyordu. Gençlik hareketinin sesinin uzun süredir kuvvetli ve kalabalık olarak çıkmamasından cesaretle yapılan kayyum ataması üniversitelerde bu kez beklenenin ötesinde bir hareketlenme yaratmıştı. Tam bu noktada yandaş hesapların da sosyal medyada hedef göstermeye başlamasıyla birlikte okul kapısına yığılan yüzlerce polis, öğrencilere şiddetli şekilde müdahale ediyordu. Ülkemizdeki polis şiddetinin ne ilk ne de son örneği olan bu saldırının uzun yıllar unutulmayacak sembolü olan üniversite kapısına takılan kelepçe ise tarihteki yerini çoktan almıştı.

Okul önünde toplanan öğrencilerin en temel Anayasal hakları olan ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri haklarını kullanmak istemelerine polisler darp ve tazyikli suyla karşılık verdiler. Kayyum atamasını yapan irade için bu müdahale yeterli görülmeyerek öğrencilerin evleri sabaha karşı özel harekat polislerince basılmış, kapılar ve duvarlar kırılarak girilen evlerde bulunanların kafalarına silah doğrultulmuştu. İki gün süren operasyonlarda 45 öğrenci gözaltına alınarak çeşitli şekillerde darp edilmiş, ters kelepçe ve çıplak arama gibi kötü muamelelere maruz bırakılmışlardı. Böylesine bir operasyonun ardından öğrencilere yöneltilen suçlama ise "izinsiz gösteriye katılmak ve polise mukavemet" olarak sıralanmaktaydı.

Hukuksuzluğun, rejimin yeni hukuku olduğunu her fırsatta dillendirmeye devam ediyoruz. Yurttaşların en temel haklarını kullanmaları dahi kolluk kuvvetlerince son derece sert, kural tanımaz ve suç içerecek şekilde bastırılmak isteniyor. Tüm yetkinin tek adamda toplandığı bir siyasal rejimde, kolluk kuvvetleri de elbette sınır tanımaz yetkilerle donatılmakta, bununla da yetinilmeyerek sonsuz bir yargı kalkanıyla korunmakta. Başta Anayasa ve uluslararası sözleşmeler olmak üzere tüm yasal düzenlemeler uygulamada tepe taplak edilmekte, temel hak ve özgürlükler yok sayılmakta buna karşın aykırı tüm seslerin bastırılması için yandaş basın, kolluk görevlileri ve yargı organları tek ses olarak yol almakta. Söz konusu müdahaleler öğrencilerle de sınırlı kalmıyor, eyleme destek veren CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, önce Cumhurbaşkanı sonra İçişleri Bakanı tarafından "terörist" ilan edilirken, HDP milletvekili Oya Ersoy da yandaş basın tarafından hedef gösteriliyor. 

Toplumda biriken rahatsızlıkların ve tepkilerin farkında olan iktidar sahipleri, muhalif kesimleri mümkün oldukça yalnızlaştırma, kriminalize etme ve "terör" söylemiyle hedef göstermek için kendisine her yolu mübah görmekte. Kullanılan dilin ve yaşatılan şiddetin söz konusu tepkilerin büyümeden baskılanması dışında bir anlamı bulunmuyor. Yirmi yıla yaklaşan iktidarlarında üniversitelerdeki tüm koltukları ele geçiren güç sahipleri buna rağmen öğrenci gençliği hala ikna edemiyor, kapsayamıyor ve en önemlisi sindiremiyor. Yasal mevzuatlarla ve KHK'larla yapısal değişiklikleri kolaylıkla "halledebilenler", sıra ideolojik hegemonya kurmaya geldiğinde yaşadığı tıkanıklığı ise bir türlü aşamıyor. Bugün üniversitelerde yeniden yeşerme emareleri gösteren dayanışmacı ve özgürlükçü ruh birilerini fazlasıyla rahatsız etmeye ve korkutmaya devam ediyor.