Ulus, halk, sınıf: Akıl vermek mi? Verilebildiği kadar, alınabildiği kadar!

Tarih öncesinden tarihe geçiş, sınıfların ortaya çıkışıyla oldu. Sınıfların tarihi bu anlamda, tarihin tarihidir. Ama halklar ve uluslar için, modern dönemi beklemek gerekir. Gerçi, Helen Ulusu ya da Atina Halkı gibi kavramlar kullanılmıştır. Bu da bir uyumsuzluktan çok, ilk “küçük burjuvaların”, “bireyin”, “demokrasi” ile birlikte, Antik Yunan’da erken ve geçici olarak belirmesi nedeniyledir. Helenler kendi dilleri ve kültürleri konusunda adeta “ulusal” bir bilince sahiptiler.

Halkların tarih sahnesine çıkışı ise, toprak kölelerinin, ister serf, ister reaya deyin, “özgür köylülere” ya da “özgür işçilere” dönüşmesiyle oldu. İşte bu nedenledir ki, Lenin, “halk” deyince, köyde ya da kentte, çalışan kitleyi anlıyordu sadece. Diğer değişle, köylülerle, işçilerin toplamını. Daha teorik söyleyelim, “yönetilen sınıfları”. Halkın karşısına ise, bugün sanılacağının aksine, “elitleri” değil, “yönetici sınıfı” koyuyordu. Elitler, çoğu küçük burjuva, “yönetici sınıfa” dahil ya da yakındır.

“Ulus” ise, yeni yönetici sınıfın oluşması, kendini halkın hem temsilcisi, hem de yöneticisi yapmasıyla gelişti. Ulus, modern kapitalist toplumda, burjuvaziyle halkın toplamını, birlikteliğini anlatmaktadır.

Burada neler üst üste bindi, özetleyelim:

Halklaşma, feodal dönemin serf ya da reaya’sının ya özgür-küçük köylüye ya da, işçi sınıfına dönüşmesi anlamına geliyordu. Eş zamanlı olarak, feodallerin yerine de, burjuvazi-kapitalist sınıf geçmeye başlıyordu. Geçmeye çalışırken de, halklaşma sürecine kendi yükselişini ekliyor, onu uluslaşma ile tamamlıyordu. Bu da, halklaşma, uluslaşma ve modern sınıfların oluşum süreçlerinin farklı olmakla birlikte birbirine bağlı ve eş zamanlı olduğunu göstermektedir. Fakat, ortak yönleri, yeni hakim sınıfın ilk gelişimi ve zamanla iktidara yükselişine, “yönetici sınıf” haline gelmesine bağlı olmalarıdır.

Burjuvazinin, ya da kapitalist sınıfın, yönetici sınıf haline gelmesiyle, halklaşma ve uluslaşma süreçleri de tarihsel olarak sınırlarına ulaşır. Bizzat bu aşamada, modern sınıf mücadelesi başlar. Bu süreç, önceki “halklaşma” ve “uluslaşma” süreçlerinin ötesine, yanına ya da tümüyle dışına, “sınıflaşma” sürecinin konulmasıdır.

***

Türkler nerede? Önce halk sonra da ulus olduklarını söyleyebiliriz. Peki ya Kürtler, onlar nerede? Örneğin, bir Türk, kendini Türk(iye) Halkının mı, Türk Ulusunun mu, yoksa Türk(iye) işçi sınıfının parçası olarak mı görüyor? Kürtler, halk mı olmaya çalışıyorlar, yoksa, daha ileriye geçimiş de, “ulus” mu olmaya çabalıyorlar? Elbette, “ulus” olmak önce “ulus-devlet” gerektiriyor. Bu nedenle, Kürtler en azından Türkiye Kürtleri, daha halk aşamasındadır.

Bu yazının sahibi anlaşılacağı üzere, Kürtlere akıl vermeye çalışmıyor. Sadece Kürtlere sorular sorup, kendi mücadelelerinin gidişi ve gelişimini ne kadar anladıklarını, kavramsallaştırdıklarını öğrenmeye çalışıyor, sorular soruyor. Çünkü hem bölge, hem Türkiye için, halkların, sınıfların hareketi, kaderi, karşılıklı etkiden öte, karşılıklı olarak bağımlıdır. Hepsi, bir değil, pek çok bütünün içinde hareket ediyorlar.

***

Şimdi, yazının “Kürtlere sorular” kısmına gelelim:

Kürt hareketine liderlik yapanlar, bu hareketi bir “halklaşma” mı yoksa “uluslaşma” hareketi ve süreci olarak mı görüp, kavrıyorlar?

Diğer deyişle, bu hareket onlar için köylü ve işçi Kürtlerin “halk” hareketi midir? Ya da, içinde ve gittikçe başında Kürt burjuvazisinin olduğu bir “uluslaşma” hareketi mi?

Soruyu sorularla ayrıntılı hale getirelim:

PKK ilkini, HDP ikincisini mi, anlıyor ve temsil ediyor? Örneğin, HDP ve BDP içinde, Kürt halkının “dışında ve üstünde”, kapitalistler, tüccarlar, işadamları, ya da kapitalistmiş ağalar da var mıdır?

Kürt “ağalarına” ne olmuştur? Onlar kapitalist mi oldu, ya da çoğu hem ağa hem kapitalist durumunda mı? Öte taraftan, “marabalar”, onlar eski ağalara ya da diğer kapitalistlere çalışan işçilere mi dönüştü?

***

Türkiye sosyalistleriyle Kürt hareketi arasındaki ilişkinin geleceği hakkında sorular daha zor sorulardır. Çünkü Türkiye’nin Türkleri (eğer böyle bir ayrım yapabilirsek); hem halklaşma hem de uluslaşma sürecinin sınırlarına kadar geldiler. Kürtlerde ise bu iki süreç yakın zamanda başlamış bulunuyor.

İlişkinin geleceği hakkında olasılık ve olanak çoktur. Yapılması gereken öncelikle, sınıfsal aşamaya geçen Türklerin, “halklaşma” aşamasında bulunan Kürtleri tutup kendine çekmesidir. Yoksa Kürtler kendi burjuvazilerinin liderliğinde “uluslaşma” sürecine girip, tüm Türkiye’yi de zaten o sınıra çoktan gelmiş aşamaya mı saplayacaktır.

***

Halk mı, ulus mu, sınıf mı?

Kürtler için süreç ilkine işaret ediyorsa, Kürt Halkını Türkiye Halkı içinde düşünüp, sınıfa geçmek mümkündür. Burada, Türk işçi sınıfı ile Kürt Halkının ittifakı olanaklıdır.

Yok, eğer ikincisine, “ulus”, “uluslaşma”ya doğruysa mücadele, Türkler zaten gelmiş oldukları o aşamaya çakılıp kalacaklardır. Burada, uluslaşma sürecini tamamlamak üzere olan Türklerin “milliyetçiliği” ile Kürtlerin “uluslaşma” süreci karşı karşıya gelecektir.

Kürtler kendi burjuvazisi peşinde ve önderliğinde “ulus” haline gelmeye çalışacaksa, Türkler, ayrı, sadece kendi başlarına, sınıf aşamasına geçmeye çabalayabilir. Böyle bir gidişi ise, Türk milliyetçiliği önden kesmeye çalışırken, Kürtlerin uluslaşma süreci geriden çekecektir.

***

Sadece son zaman zarfında olanlara bakalım: Soma maden “faciası”, sonra Kobani olayları, protestoları, (arada Validebağ olayları); sonra Ermenek’te maden “faciası”, sonra Kobani’ye yardıma “gönderilen” Peşmergeler... Bir sınıf, bir halk, bir ulus, üç farklı süreç.  Bir yerde işçilerin “köpek” kadar değeri yoktur. Bir yerde, bir “halkın” köpek kadar değeri yoktur. Bir yerde ise, bir halk “ulus” haline gelmeye çalışıp, en azından bir “köpek” kadar değerli olmaya çalışmaktadır?

***

Yazının başlığı kapsamında son bağlantımız, Kürtlerle AKP arasında geçen “müzakereler”dir. Bağlantımızı sadece şu soruları sorarak yapalım:

Anayasaya “Kürtler de vardır” dedirtmek için mi?

Anayasaya, “Kürtçe de Türkçenin yanında resmi dildir, devletin eğitim kurumlarında Kürtçe de eğitim yapılabilir” dedirtmek için mi?

Ceza yasalarına, “Abdullah Öcalan önce ‘rahat’ sonra “beraat’ etsin” diye mi?

Ya da, Anayasaya, “şu bölgede”, “Özerk Kürt Bölgesi kurulabilir” dedirtmek için mi?

***

Buysa tüm mücadele, halk değil, “ulus” amaçlanıyor demektir. O da, ancak, Kürt burjuvazisinin “yönetici sınıf” haline gelmesiyle olur. Her türlü müzakereye, ittifaka açık olmak, hatta, mahkum olmak anlamına da gelir.

Oysa ben, yoksul Kürtleri, işçi Kürtleri, köylü Kürtleri, maraba Kürtleri, sosyalist Kürt aydınlarını tercih ederdim... Ya halk olsun, ya da, en iyisidir, sınıf olsun... Ya halklar yanyana gelsin, ya da insanlar sınıf olsun... Uluslaşma neye yarar ki?

***

Akıl vermek mi? Verilebildiği kadar, alınabildiği kadar!