Bu çocuklar hep gülüyorlar, onların gülüşüne düzenlenmiş suikasta biz ağlıyoruz. Sanki doğuştan getirdikleri bir gülümseme var yüzlerinde. Abdocan’ın gülümsemesi, Ali İsmail’in, bu kısa dünyasındaki, büyük çözümlerin bilincine varmışçasına akıllı, kabına sığmayan gülüşü, Berkin’in kapkara kaşlarıyla bütünleşen çocuk sevinci… Mehmet ile Medeni’nin delikanlı gülüşü… Nuh Köklü’nün, kırkına dayanmış dünyasındaki hiç kaybolmayan çocuk saflığını dışavuran dingin ve saklı gülümseme, yirmi yaşındaki Özgecan’da dünyaya derin bir akılla bakarken taşan gülüş. İşçi sınıfının genç çocuğu Etem’in çatık kaşlarının silemediği gülümsemesi…
Bu çocuklar, onları tanıdığımız kısacık bir zamanda hepimize gülerek bakıyorlar ve biz ağlıyoruz.
Ahmet Atakan, hayat felsefesini yazdığı duvarın önünde ağırbaşlı bir gülümsemeyle bakıyor dünyaya. Bir poz ancak bu kadar samimi ve bu kadar simgeleşmeye açık olabilir.
Onlar, gülen bir Türkiye’nin, geleceğin Türkiye’sinin dipten gelen dalgasının köpüklenişinin habercileri.
Yeni değil, geri Türkiye
Kavramların çarpıtılmasına, ağzına almaya layık olmayanların dillerinde çar çur edilmesine hiçbir zaman teslim olamayız. Yeni Türkiye de, burjuvazinin yıllarca kemirdiği cumhuriyetin yıkıntıları içinde yeniden Osmanlı şeriatını meşrulaştırmaya çalışanların demagoji teranesi değildir. Yeni Türkiye bizimdir ve 1923 Cumhuriyetinin üzerine örtülen kara çarşafları yırtarak, zalim sermaye sınıfının iktidarını yıkarak kuracağımız ülkedir.
Bu çocukların gülüşü, yeni Türkiye’nin gülümsemesidir. Geleceğin bize gülüşüdür. Umut yüklü çağrısıdır.
Bu ülkede insani açıdan ileri, toplumsal açıdan kazanılmış ne hak varsa, bunları, “reklam arası” görüp, kazımaya çalışanların, “Yeni Türkiye” laflarına kapılıp gidecek değiliz. Yeni Türkiye biziz ve gülüşüyle bize bakan çocuklarımızın Türkiye’sidir.
Dünyaya gülerek bakan bu çocuklarımızın hayatına kastedenler, Türkiye’nin gülüşüne suikast şebekesidir. Meclislerinde, itiraz edenlerin kafasına tokmak indirerek çıkarmaya çalıştıkları polis nizamnamesi, bu suikastın daha kolay ve daha pürüzsüz yapılabilmesi içindir. Ali İsmail’in, Etem Sarısülük’ün, Abdullah Cömert’in, Mehmet Ayvalıtaş’ın katillerine beş on yıllık göstermelik cezaların bile verilmediği, mahkeme ve avukat sahnelerinin bile gereksizleştirildiği bir düzen kurmak içindir.
Yeni Türkiye değil, onların geri Türkiye’sinde bütün yaşama, çocukların gülüşüne suikast vardır. Onların Türkiye’si emekçiye zulümler ülkesidir. Geri Türkiye’de kadınlara cinayet vardır ve eskisiyle oranlandığında 15-20 kat artmıştır.
Türkiye’nin gülüşüne otopsi
Haziran günleri Eylüle evrilirken Antakya’nın barikatlarından bir gülüşün daha söndürüldüğü haberi gelmişti. Ahmet Atakan’ın ölümünü kimvurduya getirmek için valilik gerçekle uyuşmayan açıklamalar yapmıştı. Ahmet’in cansız bedeni hastaneden içeri alınmıştı, halk, kameralar önünde otopsi yapılmasını istiyordu. Suikastın gerçeğinin karartılmasını önlemek için otopsinin filme alınması, gerçeği belgeleyebilirdi. Atakan’ın ailesi, en acı durum karşısında, çocuklarının cansız bedeninin kesilip biçilmesine, gerçeğin apaçık ortaya çıkması için razıydı.
Türkiye’nin gülüşüne suikastın ortaya çıkarılması için, Türkiye’nin gülüşüne otopsi gerekiyordu. Faili meşhur ölümlerin ülkesinde otopsi, gerçeği ortaya çıkartmak değil, karartmak için yapılıyordu.
Ekmek almaya giderken öldürülmek, okula giderken, kartopu oynarken, yürüyüş yaparken katledilmek artık sıradandı.
Türkiye’nin gülüşüne otopsi yapan doktorlar, rapora ne yazdılar?
Bu gülüşte, insan aklının önündeki bütün sınırların kaldırıldığı, bu dünyanın güzellikleriyle içli dışlı bir yaşamın coşkusu vardı. Otopsideki doktorlar, onda, toplumsal yaşamın baskı ve yabancılaşma üreten bütün koşullarının değiştirildiğini, paylaşma ve dayanışmanın arındırdığı insani vicdanın dinginliğini görmüşlerdi. Bilme sevinciyle eğitim görerek insanlıktan nasibini almış bir yeni insanın, bütün çağların bütün ustalarını özümsemiş, yetkin kişiliğinin ferahlık duygusunu bulmuşlardı. Türkiye’nin gülüşüne otopsi yapan doktorlar, kadını ve erkeği yaratıcı bir buluşmada bütünleştiren aşkın gücüne şaşmışlardı. Sevmeyi bilen, sevdiği için kendini verebilen insanı keşfetmişlerdi.
Günler ağır, günler ölüm haberleriyle geliyor. Kindar ve dindar iktidarın karşısında bu çocuklar hep gülüyorlar. Yeni Türkiye’nin güzel insanının dalgaboylarında köpükleniyorlar.
Tarsus’ta arkadaşları, Özgecan için yürüyorlar: “Yasta değil, isyandayız!”
Haykırışlarında, Türkiye’nin gülüşüne yakışan bir isyanın soluğu duyuluyor.