Türkiye'de Kürt savaşı: Hangi mesafedeyiz?

Bugünlerde Kürt siyasal hareketi söz konusu olduğunda, sol hareketin de kendi içinde tartıştığı ve politik tutum alışları belirleyen yerel/bölgesel gelişmeler iki soruyla özetlenebilir.

Bir; her ne kadar birçoğu TAK tarafından üstlenilse de, politik muhatabı PKK olduğu kabul edilen bombalı saldırılar ne amaçla yapılmakta ve kime/neye hizmet etmektedir? Sosyalist hareketin bu saldırılara karşı tutumu ne olmalıdır?

İki; YPG/YPJ'nin Suriye'deki ilerleyişi ne anlama geliyor? ABD ve Rojava arasındaki ilişki bir bağımlılık (ortaklaşma) ilişkisi ve Suriye halkına karşı saldırı planı anlamına gelmekte midir? Sosyalistlerin Suriye'deki gelişmelere yaklaşımı nasıl olmalıdır?

Okur bizi affetsin ama köşe yazısının sınırı var. Bu nedenle Suriye ve YPG kısmını bir sonraki yazıya bırakarak, bu yazının ana ögesini oluşturacak ilk soruyu ele alacağız. Ama önce bir hatırlatma...

*****

Hatırlatmamız şudur: Bizim tarafta “Kürt ulusal hareketi” diye kodlanıp geçilen siyasal dinamik; birbirinden farklı (tezat) yönelimleri, toplumsal kesimleri ve davranış (eylem) biçimlerini bünyesinde barındırabilen, kimi zaman düzen dışı sol değerleri ve geri toplumsal formları müşterek bir zeminde yan yana tutmayı deneyen kitlesel bir ulusçulukla; koskoca bir kenti bombalarla yerle bir etmekte tereddüt etmeyen katı bir düşmana karşı her an tetikte olmak zorunda kalmış bir silahlı kadro ihtilalciliğinin sürekli biçimde harmanlanmasıdır.

Kürt hareketi, ulusal hareketlerin temel karakteristiğine uygun olarak konjonktür belirlenimli bir örgütsel, politik yapıya sahiptir. Yani devrimci dinamizmi besleyen bir kapsayıcılıkla, varlığını salt etnik siyasete sıkıştıran en geri çizgiye çekilip kendi ilkelerini esnetebilen (insicamsız) bir özgüllüğü vardır. Dolayısıyla her ulusal hareket gibi ittifak (işbirliği) ağı geniş ve politik tutumu sınıfın değil ulusun çıkarlarının belirlenimindedir.

Bu hatırlatmayı şunun için yapıyoruz. Solumuz, Kürt hareketinin politik yönelimlerini, söylemlerini ve eylemlerini değerlendirirken uçlarda gezinmektan artık vazgeçmeli ve ilişkilenme/ittifak koşullarını güncelliğin ve kendi dar çıkarlarının yarattığı yanılsamadan arınarak tanımlamalıdır.

Örneğin kendini değme sosyalist veya politik deha sayan bir solcunun; bir batı metropülünde yaşarken Kürtlerin sürekli mağdur edebiyatı yaptığını düşünüp, Şırnak'ın, Hakkari'nin köylerinde birkaç gün kaldıktan sonra “burada olay kopmuş hocam, koşullar çok kötü” ya da “Kürtler çok politik, kendi ülkelerini kurmuşlar bile” gibi değerlendirmeler yapması az rastlanır bir durum değildir. Yahut, Demirtaş bir seçim esnasında “müthiş solculuk” yapıyor diye sosyalistlerin yeni liderini bulduğunu zannedip, aynı Demirtaş “ben de Müslümanım” veya “AKP'yle görüşebiliriz” dediğinde, otoyolda fırlamış kamyon lastiği gibi sağa sola çarparak düş kaybı yaşadıktan sonra Kürt siyasetine saydırırken devletle yarış yapanlar da çok uzakta değildir.

Sınıf mücadelesi ve ulusal hareketler arasındaki ilişkinin kimi siyasal süreçlerde sınıf hareketi adına pozitif olanaklar ve yakınlaşma fırsatları sunmasının söz konusu olduğu doğrudur. Ancak ideolojik belirlenimleri farklı olan bu iki dinamiğin hiçbir zaman tam olarak örtüşmeyeceği bilinmelidir.

Marksizmin ulusal hareketlere yaklaşımı bu açıdan nettir: İlkesel yaklaşım, işçi sınıfı mücadelesinin tarihsel çıkarları ekseninde oluşturulmalıdır. Öte yandan Marksizme göre ulusal mesele teori alanında ikincil, siyaset alanında ise önemlidir. Yani bu başlıkta teorinin değeri doğru politik tavır alışla ilgilidir ve sınıf mücadelesi “ulusal sorun” hakkında fikir, söz ve eylem sahibi olmalıdır. Özetle, sınıf mücadelesine katkı sunacağı varsayılan her siyasal süreçte, ulusal hareket bir “dışsal ittifak” unsuru olarak ele alınmak zorundadır. Mesafe tayini ancak bu biçimde doğru yapılabilir.

*****

Şimdi güncel olan soru şudur: Bugün Kürt hareketinin silahlı kanadının Türkiye'de ortaya koyduğu politik yönelim, tutum ve eylemleri sınıf mücadelesine katkı sunmakta veya fırsat yaratmakta mıdır?

Hayır yaratmamaktadır...

Çünkü kısaca;

1) Bombalarla toplumu terörize etme, güvenlik kaygısı ve istikrarsızlık yaratarak iç savaş koşullarını güçlendirme stratejisinin yaratıcısı AKP'dir. Geçtiğimiz yıl Diyarbakır, Suruç ve Ankara'daki bombalı saldırılarla başlayan süreç, AKP/Saray faşizmine hizmet etmiş ve halkların birlikte mücadele zeminini ortadan kaldırmıştır. PKK veya TAK'ın benzer eylemlerini ulusal çıkar arayışı veya intikam duygularıyla tariflemeye çalışması ise, AKP'nin bu saldırıların yarattığı politik ortamdan faydalandığı gerçeğini değiştirmez. Kürt tarafından gelen bombalı saldırılar; barış ve birlikte mücadele yanlısı AKP/Saray rejimi karşıtı kitlelerin sesini kıstığı gibi, en büyük terör uygulayıcısı olan iktidarı Türkiye'de bugün geniş kitlelerin “teröre karşı” geliştirdiği duyarlılığın önde gelen temsilcisi haline de getirmiştir.

AKP'nin laikliğe, modern yaşam tarzına, kadın özgürlüğüne, eğitim sistemine, cumhuriyet değerlerine, sokak hareketlerine bu denli saldırıda bulunduğu bir dönemde, “teröre karşı mücadele”nin ekmeğini yemesi, “bizimle masaya oturmak için haber yolluyorlar ama köklerini kazıyacağız” küstahlığını bu kadar rahatça yapabilmesinde, sivillere yönelik PKK/TAK eylemlerinin payı hiç de az değildir.

2) Vezneciler ve en son Ovacık'ta patlatılan bombalar sivil insanların göz ardı edildiğinin ve halkın yaşam hakkının hiçe sayıldığının açık göstergesi olmuştur. Devrimciler halkın özgür koşullarda yaşam hakkını savunur. Ancak TAK tarafından Vezneciler saldırısından sonra yapılan açıklama, sadece askeri hedeflerin söz konusu olmadığını ve sivil insanların sokağa çıkmasının engellenerek, korkuyla eve kapanmasının istendiğini de ifade etmektedir.

Kürt siyasallaşmasının bu tip eylemlerle kendisini yerleştirdiği konum, Türkiye'nin batısı söz konusu olduğunda bırakın ortak politik hareketi oluşturabilmeyi, Kürt yoksullarıyla Türk yoksulları arasındaki dayanışma olasılığını dahi ortadan kaldırmaya hizmet etmektedir. Ayrıca sol hareket içerisinde ulusalcı ve Kürt düşmanı örgütlenmelerin palazlanmasına da fırsat sunmaktadır.

Tekrar etmek gerekirse, sosyalizm mücadelesinin topluma ulaşma kanallarını tıkayan, siyasal algıyı düşmanlıktan beslenen bir zemine taşıyarak körelten, barış ve kardeşlik mücadelesinin var olma koşullarını zayıflatan her türden eylem objektif olarak devrimci mücadelemize zarar vermektedir ve bu tip eylem biçimlerini tercih eden siyasal anlayışla sosyalist hareketin yan yana gelmesinin olanağı ne yazık ki yoktur.

Kürt ve Türk emekçilerin haklı ve ortak çıkarlarını savunan birlikte mücadele programı doğrultusunda Saray rejimini yıkmayı hedefleyen halk hareketini yaratmak, iki siyasal dinamiğin bir arada kavga vermesinin de yegane koşulu olarak geçerliliğini korumaktadır...