Türkiye solunu arıyor

Ölenler yüze yaklaşmış, yaralananlar beş yüzü aşmıştı. Kasvetli sonbahar günü umudumuzu çalan, barış isteyenleri “onlardan” görmeyen karanlıkların içinden gelen iki canlı bombaymış. Düzen, milyonlarca insanı yaşamasının bir değeri olmayan hamamböcekleri olarak gören katiller yaratmaya devam ediyor. Biz, bu memleketin yobazını ne kadar bizden görüyoruz emin değilim. Ama memleketini, içindeki yobaz sürüleriyle birlikte sevenlerimizin bu kadar çok olmasının önemli bir nedeni var: İnandığımız aydınlık yarınlar özgürlük ve eşitliği aydınlıkla birlikte getirecek. Birkaç nesil içinde insanca bir yaşam hakim olacak.

Karanlıkları besleyen, petrol ve silah şirketlerinin, büyük terörist devletlerin, hiçbir kural tanımayan vahşi tekellerin Ortadoğu politikaları. Evet RTE gözden düştü düşecek, ama İncirlik anlaşması gibi iki numara daha yapıp dış muhalefeti yatıştırması, veya RTE yerine sırıtkan İçişleri Bakanı’nın veya İçişleri Bakanlığı’na Sedat Peker’in geçmesi olmayacak bir iş değil! Belli ki Türkiye halklarının talepleri, ülkemizin düzeni tarafından karşılanamayacak çünkü. Bu tekeller ve bu politikalara karşı örgütlü halk dayanışmasından başka hiçbir çare olmadığı ortada. Elbette bu topraklara özgürlük, eşitlik ve kardeşlik için sahip çıkan emekçilerimiz, sonunda sermayeyi, vahşi tekelleri, terörist devlet aygıtlarını etkisiz hale getirecek.

Peki bu kadar karanlık, bu kadar –halk düşmanlığını sıradan hale getirecek kadar– hırs, bu kadar faşist politika, Türkiye’yi nereye götürüyor? Bundan 20 yıl kadar önce Tansu Çiller başbakanlığında Gümrük Birliği’ne girdiğimiz yıllarda bol Avrupa Birliği ideolojisi pompalanmıştı. Ortalama insanımız, geliri hızla düşmeye devam ederken bile Avrupalı olmaya, insanca bir yaşama, gelecek kaygısından uzaklaşmaya doğru ilerlendiği hissine kapılmıştı. Bu his, hızla kentlileşen bir nüfusun çoğunluğu için bu dönemin züğürt tesellisi haline gelebilmişti. Hem 2001 kriziyle patlayan makyajlama politikası, hem de 2008 kriziyle AB’nin kendisinin makyajının dökülmesi, kentli nüfusun bu modernist hayallerini boşa çıkardı. Peki şimdi, sayıları hâlâ hızla artan bu kesimler, benzer bir kapitalizm mahreçli projeyi yiyecek durumdalar mı?

AKP’nin kenti nüfusa yönelik “dindar ve kindar nesil” yetiştirme politikaları işte bu boşluğun yerine kendinden olmayanı “düşman hamamböceği sürüsü” olarak gören, hem dini sömüren, hem de müritlerini tüm semavi dinlerin insani özünden hızla uzaklaşmaya çağıran kalabalıklar yaratıyordu. Haziran gösterdi ki kentli ve daha iyi bir hayatı arayan aydınlık nesiller, bu karanlıktan daha hızlı ve daha çok kalabalıklaşıyor. Zaten bunun paniği olmasa hiçbir rejim, uzun vadeli çıkarları açısından halkını korkutup sindirmeyi tercih etmez.

Hızla gericileşen taşra, ve hâlâ taşrayı yaşayan kent varoşları, iki sağcı partiye oy deposu haline gelirken, büyük kentlerde istenen sonuca bir türlü ulaşılamadı. Bugün yüzde 70-80 kentli nüfusun yaklaşık yarısı, yani belki de kentli gibi yaşayanların ezici çoğunluğu, halkçılığa ve özgürlüğe destek veriyor. İslamcılar eliyle zıvanadan çıkarılan vahşi kapitalizmin zaptu rapt altına alınmasına ihtiyaç görüyor. Üstelik tolere edilebilir yorum farklarıyla … Bunu gören ve rant diktatörlüğünü süreklileştirmenin yolunu arayan Türkiye sağı panik içinde…

İşte Diyarbakır-Suruç-Ankara şeklinde devam eden bu saldırıların, Türkiye’nin çekirdek sağcılığının bilinçli ve kasıtlı bir politikası olup olmadığının bu tabloyu hiç fark ettirmeyecek olmasının nedeni bu. Ve bu yüzden hiçbir sağcı, katillere, çetelere, diktatör heveslilerine, faşist güvenlik aygıtlarına ve koyu sansüre karşı samimi olamıyor. Samimi, kararlı ve örgütlü bir halkçı odağın, yükselen kentli gençlerin “istemiyoruz ve çoğunluktayız” diyeceği günleri yaklaştıracağını tüm sağcı kalemşörler iliklerine kadar hissediyorlar. İnanın bu karanlık üç ay da sürecek olsa, 10 yıl da, güzel günler göreceğiz. Eminim ki bunlar son çırpınışları. Öyleyse aydınlık bir Türkiye için, farklılıklarımızı samimiyetle tartışabileceğimiz, farklılıklarımızla sağı, gericiliği geriletebileceğimiz bir birlikteliği zorlamanın zamanı çoktan gelmiştir!

‘Aha işte buradan liberal virüs girer’ diyenlere yeniden hatırlatayım: Dünya ve Türkiye kapitalizmi, çağımızda derin ve uzun krizinlerin eşliğinde, solculuk olmadan hiçbir ilerleme olmayacağının garantisini vermektedir. Bu garanti, on yıl önce Latin Amerika’da, bugün Yunanistan’da, yarın da ülkemizde hüküm sürmeye devam edecektir. Aksi yönde ise hızla kentlileşen ve aydınlanan insan kitleleri, sınıf sömürüsünü 70’lerdeki gibi ideolojik mücadeleden değil, günlük hayattan öğrenmektedir. En basitinden, düzinelercesinden bir örnek: AKP, tüm gerici politikalarıyla haneleri borçlandırıp piyasa ekonomisini toplumun her hücresine yerleştirirken, aynı zamanda milyonlarca kadının hizmet sektörü vahşetinde emekçi saflarına katılmasına da neden olmuştur.

En azından büyük kentlerde hızla çoğunluğa varmakta olan bu kitle, artık 80 ve 90’ların “demokrasi mücadelesi” adlı sol liberal salatasına değil emekçi ve halkçı siyasete alıcı hale gelmişlerdir. Böyle bir siyasetin “damardan solcu” olması gerektiği, ülkemiz kapitalizminin bir şartıdır ve liberallerin bu konuda yapacağı hiçbir şey yok.  Bu nedenledir ki, seçim sonrası AKP’ye değnek çıkmaya kalkarsa CHP’nin ne hâle geleceğini kısa sürede görebileceğiz.

Ha bir de bunu söylemeden bitiremeyeceğim: Halk nezdinde kayda değer mevziler kazanabilecek, halk düşmanı iktidarı geriletebildiğini gösterebilecek bir odağın içinde yer almayacak hiçbir solcuyu kimse ciddiye almaz ki…

Bunca acının boşa gitmeyeceğine tüm kalbimle inanıyorum.

@ErgunCagl