Türkiye solu ve başarısızlıklar

Bugün Türkiye solunu “en genel anlamıyla” değerlendirirken şu saptamayı yapmak çok yanlış olmayacak; ideolojik olarak belli bir tutarlığa ve sağlamlığa rağmen toplumsal bir güç olarak zayıf ve başarısız. Bu, bugünkü verili tablo ya da anlık resim. Bu tablonun değişim içinde olduğu bilinmeli, hele hele Haziran direnişiyle birlikte aslında sosyalist hareketin etkili bir siyasal hareket ve toplumsal güç olmak için olanaklara ve zemine sahip olduğu görülmeli. 

Objektif zemin ile öznel durum arasındaki bu açının nasıl kapanacağı bugün Türkiye solunun tartıştığı en önemli soru. 

Teorik olarak belli bir birikimi temsil eden solun, toplumsal bir siyasal hareket olarak ise “temsili” kalmasının kabul edilebilir bir yanı bulunmuyor. Bu yazıda, bir köşe yazısının sınırları izin verdiğince bu sorunun yanıtlarını arayacağız. Bugün eğer ortada toptan bir başarısızlık varsa, ki var, Haziran direnişi sonrası tablo ve seçim sonuçları ortada, bu durumu değerlendirmek zorundayız.

Ortada duran büyük ve temel boşluk siyasettir. Biz de bu yüzden “sol siyasetler”den bahsedeceğiz. Bugün Türkiye solunun belli başlı bölmelerini oluşturan siyasi hareketlere de ucu dokunan ve siyasetin içeriği siyasi hareketin kimliği haline gelmiş sol siyasetlerden. Sol siyaset derken, tam da bu yüzden, ikili bir anlamdan bahsediyoruz: Hem siyasetin içeriği hem de bu içerikle anılan siyasal hareketlerin kimliği olarak…

Bu yüzden de Türkiye'de sol siyasetlerin alâmet-i fârikalarına bakmayı önereceğim. 80 öncesine değil, 80 sonrası kendini var eden sosyalist hareketlere bakalım. Sol siyasi hareketlerin birbirlerinden farklı yanları belirgindir. Bu farklılıklar dünyaya ve Türkiyeye bakışlarını yansıtır ya da bu bakışın sonucu olarak ortaya çıkar. Önemli değil, burada öncelik-sonralık sıralaması yapmayacağız. Ancak 80 sonrası denenmiş "projelerin" akibetini tartışmadan yol alamayız. Bu yüzden tek tek denenen bu olgulara, bu olgulara isim vermiş siyasi kavramlara  ya da kısacası sol siyasetlerin alâmet-i fârikalarına bakalım...

“Birlik” bunlardan bir tanesi idi. Özellikle 90 sonrası ve 90'ların ortasına kadar ciddi bir biçimde etki yaratan bir söylem ve içerikti birlik. Sosyalist solun bölünmüşlüğü başarısızlığın nedeni olarak görülmüş, solun tek bir çatı altında, çatı partisi şeklinde bir birlik ile ayağa  kalkacağı iddia edilmişti. Olmadı. Birlikçilikten Türkiye soluna çıka çıka sol liberalizm ve bir de Mecliste türban yasağına karşı kılık kıyafet yasasını protesto etmek için kravat takmayan liberaller çıktı. Merkeze birlik oturtulunca, geniş kesimleri kapsamak birinci sıraya yazılıyor. Doğru siyaset ve örgütlenme biçimi ise birliği bozcu tartışma konusu haline gelebileceğinden alt sıralara iniyor. Alâmet-i fârikası birlik olan sol siyasetin başarısızlığı ortada ve yola birlik olarak çıkıp onlarca parçaya bölünmesi ise tam bir talihsizliktir. Ancak birlikçiliğin bir siyasi  proje olarak başarısızlığının eleştirisi henüz verilmedi. O yüzden, bu projenin parçası sayılabilecek siyasi aktörlere büyük bir iş düşüyor.

Alâmet-i fârikası “Kürt sorunu” olan sol siyaset ikincisi. Genel olarak Kürt ulusal hareketinden bahsetmiyorum. Bu zaten kendisi. Kastetmeye çalıştığım olgu biraz daha farklı ve o da sosyalist bir hatta sahip siyasetin Kürt sorununu, mücadelenin göbeğine oturtması ve siyasetini bu eksende yapması. Neredeyse Kürt sorununu temel eksen alan ya da “baş çelişki” sayan bütün sol siyasi hareketler ya küçülmüş ya da “teslim olmuştur”. Buradan ciddi bir sol yükseliş beklentisi hep vardı belki, ancak 30 yıllık süreç ampirik olarak böyle bir yükselişin ortaya çıkmadığını açık olarak göstermiştir. Bu önemlidir. Türkiye’de bir şey çıkmayacağını saptayıp yalnızca Kürt ulusal hareketine destek babında bir yaklaşımın için ise bugünün tartışmasında zaten yeri yok. Haziran’dan sonra, Yatağan veya Tekel gibi işçi mücadelelerinden sonra bu tartışma bitmiştir. Burada yazılanlardan Kürt sorununu önemsiz görülüyor gibi algı oluşmasın. Tartışılan açık ki başka. 

Üçüncüsü ise “ulusalcılık”tır. Hatta zaman zaman Türkçülüğe varan bir çizgi  de olmuştur. “Kürtçülüğün” arabı diye de okumak sanırız çok yanlış olmayacak. Bu çizgi de bütün denemelerine ve goygoyculuğuna karşı Türkiye'de sol ve sosyalist temsiliyeti sağlayamamış, toplumsal bir karşılık görmemiştir. Onun da aslı varken, sosyalist bir hattın kendini ulusalcılığın yerine koyması inandırıcı olmamıştır. Faşist hareketle ittifaka kadar ifradı kaçıran bir çizginin sol siyaset adına yol alması nasıl mümkün olabilirdi ki? Bugün sosyalist solun toplumsal tabanı sayılacak ve yüzünü sola dönmüş cumhuriyetçi kesimlerin örgütlenmesi ve bu zemine basılarak ayağa kalkılması ulusalcılık adına milliyetçi bir söylemden geçmiyor.

Belirgin çizgiler bunlar. İllegalizmi, kadın sorununu, çevre sorununu alâmet-i fârikası haline getirenler var. Ancak solun bu tarihsel kesitinde bu deneyimlerin baştan bir şansı olamadı.

Türkiye soluyla ilgisi yok ancak çoğu zaman bak adamlar nasıl yaptılar gibi bir yakınmayla dile getirilen “Fethullahçılık” ta başarısız olmuştur. Entrisizmle devlet iktidarını almak mümkün değilmiş demek ki. Siyasetin yasaları herkes için var ve burada yasaları belirleyen şey ise sınıf mücadelesidir.

Yukarıda kalın çizgilerle yazdıklarımızın bizzat siyasetle ilgisi var. Hem de siyasetin içeriği ile ilgili. Başta söylediğimiz gibi önce ormana baktık, ağaçlara değil. 

Türkiye solunda 80 sonrasında başarılı olan ender hareket ise SİP-TKP çizgisidir. Çok fazla eleştirilen, sürekli karşıya alınmaya çalışılan ancak hakkı verilen ve kendi yolunu zorlayarak açan tek hareket olarak değerlendiriliyor. TKP’nin 80 sonrasında neden başarılı bir örnek olduğunu bir sonraki yazıda paylaşmaya çalışacağız.

Yerimiz dar, haftaya görüşmek üzere